09 Ekim 2017

12. Gün - Dereotu nedir, nasıl sulanır?

Sabah erken kalktım, yine arkadaşım gelecekti, geçen hafta paçalarını kıvırttıran. Bu sefer öylesine geldi. Oğlu öğlene kadar okulda olduğu için, ancak sabahları boş oluyor, o yüzden genelde sabahın köründe bi araya geliyoruz. İnsanlar işe giderken, biz öylesine buluşuyoruz. Yolda, toplu taşımada yer işgal ediyoruz, bilseler kovarlar mıydı acaba? Zira burda da iş saatinde toplu taşıma tıklım tıklım oluyor, bi metrobüs olmasa da...

Korkularımızdan bahsettik. Akşam koşu kursum olduğundan, dil problemim olduğu için gitmek istemediğimden... İşin özü şu, sportif bi insan değilim. Küçükken, yani ilkokulda, okulun basketbol kursuna gitmeyi çok istemiştim, gerçekten istemiştim, hoplamak zıplamak, bütün enerjimi boşaltmak istemiştim. Lakin ki ailem izin vermedi, bi kız çocuğuna hoplayıp zıplamayı yakıştıramadılar. Şimdi yakıştıramadıkları pek çok şeyi yapıyorum, onlara da söylüyorum, seni hınzır, seni seni yaramaz, deyip gülüp geçiyorlar. Niye? Çünkü büyüdüm. Daha da önemlisi, çünkü evlendim. Bana karışma hakkını imza karşılığında sevgili gocama devrettiler, rahatladılar. Sırf bundan değil, zamanla kafaları da genişledi. Tabi onların kafası genişleyene kadar ben sporla ilgili her şeyden uzaklaştım, vücudun aktif olduğu herhangi bi ortamda napacağını şaşıran bi insan haline geldim. 

Şimdi Hollanda'da, herkesin adeta en az bir sporla ilgilenmek zorunda olduğu yerde, spor yapmaya o kadar uygun ortam varken, kendimi aşmaya çalışıyorum. Üstelik kilo vermek için falan değil ha, sadece enerjisini sporla atan bi insana dönüşmek için. Bence bu bile takdire şayan. Kendimi çok da aşmayayım diye, insanla iletişimimin mümkün olduğunca az olacağına inandığım bir spor olan koşuya yazıldım. Hiç de öyle değilmiş, koşarken muhabbet ediyormuş insanlar. Ne kadar saçma! İki dakka kendi kendinize takılsanız nolur? Neyse, asıl sorun bu değil. Kursun ilanı falan Felemenkçe olunca, başta sordum, ben dilinizi bilmiyorum, İngilizce idare edebilir miyim, diye. Tabi tabi dediler. Bu cevap burda çok sıradan, çoğu kişi İngilizce bildiği için, ben de zaten formalite icabı sormuştum. Ama işler öyle yürümedi.

İlk derse bi gittim, tek yabancı benim. Öyle denk gelmiş, normalde daha fazla olurmuş. Biraz da geç kaldım derse, hoca bi şaka yaptı, ya şimdi her şeyin İngiliccesini tekrar mı etcem yaaaa, diye. Ben de güldüm ama bi taraftan da yük olduğumu hissettim. Ya aslında yavaş konuşursanız biraz anlıyorum, dedim. Aaa iyi o zaman anlamadığın yerde sorarsın dedi. Ondan sonra bi aldı başını bu, uçtu gitti. Bikaç soru sordum ama o kadar yoruldum ki anlamaya çalışmaktan, dalıp gittim. Neyse dedim, sen kaşındın, yapacak bi şey yok. Sonraki derste fizyoterapist gelmiş, bi sunum yaptı, nelere dikkat etmemiz gerektiğini anlattı. Hoca uyardı fizyoterapisti, Bak şu zavallı kedicik, bizim nadide dilimizi tam bilmiyo, ona göre, diye. O da "tamam anlamadığın yeri sorarsın, tekrar ederim" demesin mi! Hangi birini soracağımı şaşırdım. Sırf çok iyi anlamışım gibi gözükmesin diye bi soru sordum. Başka soru var mı, dedi, yok dedim. O ders koyverdim, zaten hastaydım hafiften, sık sık nefesim tıkanıyordu, anlamaya çalışmaya halim yoktu, hiç bi şey sormadım. İnadına yapar gibi, hoca da zerre İngilizce konuşmadı, gelip nabersin diye bile sormadı. Küstüm resmen, kabuğuma çekildim. Arada arkadaşlar gelip sunumun ne kadarını anladığımı falan sordu, dalga geçti. Ben de kendi kendimle dalga geçtim. Hocanın tavrını bi türlü anlayamadım. O da bana mı tavır yapıyo, bırakıp gitmemi mi istiyo, gibi alıngan hislere kapıldım. Yoksa "Dutchlar directtir" muhabbeti bu kadar mı doğruydu, adama gidip illa demem mi gerekiyordu, insan ol lan, arada bi ingilicce konuş, diyerekten...

Neyse efenim, bugünkü derse gitmemek için bütün gün bahane aradım, bulamadım. Yine aynı şey olacak diye baya korkuyordum. İptal etsem paramı geri verirler mi diye düşündüm bi taraftan, araştırdım, bi bilgi bulamadım. Sonra dedim, hop, n'apıyosun? Hollanda'da yaşamaya karar vermişsin ve karşılaştığın ilk zorlukta "bıraksam mı" diyosun. Sen nası benimseyeceksin ki burdaki hayatı, nası insan içine karışacaksın? Müze gezmekle olmuyor bu işler. Gideceksin. 

Netekim gittim. Hatta hazır gaza gelmişken hemen evden çıktım, 45 dakka erken gittim. Hocayla konuştuk, bu haftaki koşu ödevini yaptın mı falan dedi, rapor tutuyor. Sümük, balgam gibi iğrenç sıvılar yüzünden nefes almakta zorlandığımı anlattım. Acıdı mı n'aptı bilmiyorum, tamamen değişti tavrı. Her söylediğini İngilicce tekrar etti. Bazılarını tekrar etmesine gerek yoktu ama sesimi çıkarmadım bu sefer. Manyak mıyım bi daha kaşıncam! Sanki lisedeymişim de, arkadaşlarım beni dışlamaktan vazgeçmiş gibi geldi, rahatladım. Yine geride kaldım ama olsun. Koşarken kol hareketlerinin ne kadar önemli olduğunu anladım, daha ne!

İyi ki gitmişim.


Bi de koşarken önümüzden balıkçıl geçti, arkadaşlardan "kusura bakma burda balık yoook" gibi bi espri yaptı kuşla ilgili, Felemenkçe. Dedim ne dedin, bu kuşun Dutchçası ne? Tekrar etti, reigermış. Tabi o da Türkçesini sordu, balıkçıl, dedim, tekrar etmeye çalışıp güldüler. Sonra balıkçıl'ın "balık yiyen" demek olduğunu fark ettim, söyledim. Hmmm dedik hep birlikte.

N'oldu? Ben bi kelime öğrendim. Daha önemlisi, dil öğrenmenin en etkili yolunu deneyimledim: Konuşmak. Evde oturunca ya da müze gezince gelişmeyen bi yetenek. Anlamıyorum deyip köşeye çekilmek yerine, karşıdaki ne kadar nemrut olursa olsun, sormak. Ki çoğunda nemrutluk filan da yok zaten. Benim derdim ne bilmiyorum valla.

Neyse, o kadar az iletişime geçiyorum ki Hollandalılarla, böyle dikkatimi çekenleri not edeyim de bari ileride dönüp okuyunca vay be diyeyim. 

İşte böyle. Bugün bi de gün içinde evi süpürdüm. Tüm evi toz tabakası kaplamıştı. Çorapla yere basınca tiksinmiyorum artık. Güzel. 

Bi de sabah şu arkadaşı aldım marketten: 


Dereotu. Mutfak bitkisi diye geçiyor, bi taraftan yemelik olduğunu tahmin ediyorum. Kaç günde bir ya da günde kaç defa sulanır hiç bilmiyorum. Dışarda mı durmalı, evde mi? Onu da bilmiyorum. Bilen varsa bi ses etse ne güzel olur. Bakalım kaç gün yaşatabileceğim zavallıyı. Bitki camiasıyla yakınlaşma hamlem olarak tarihe geçsin bu da, belki ilerde kabak yemeğine katmak dışında bi amaçla da buluşuruz kendisiyle...

Şimdilik bu kadar.

Tozsuz kalın,

Kanatlı Kedi