30 Kasım 2018

Kitap: Romantik Bir Viyana Yazı (Adalet Ağaoğlu)

Okuyalı epey zaman oldu ama o zamanlar altı çizili yerleri not etmeye üşenmişim belli ki. Şu sıralar Damla Damla Günler III'ü (yazarın günlüklerinin 80lerde geçmekte olanı) okuyorum. Ara ara kitaplarından bahsediyor. Ben de hatırlama amaçlı okuduğum tüm kitaplarına bi göz atayım dedim. Sonunda üşenmeyi bıraktım. Buyurun size (ve kendime) Romantik Bir Viyana Yazı'ndan alıntılar:

34 - İşte o zaman, kendimden başka hiçbir yere ait olmadığımı, bir anayurdum varsa onun da sadece yazdığım dil olduğunu müthiş bir eziklik, büyük bir gururla algıladım.

41- Çocuklarının onları neden bu kadar unuttukları gibi bir sorum yoktu. Ama torunları bu insanlardan kimbilir kaçının ortalama altı Yahudi'nin ölümünden sorumlu bulunduğunu keşfettiklerinde ne yaptılar, diye soruyordum kendi kendime. Şimdi artık kendileri de yaşlanmış bu çocuklar, bu yüzden mi başka insanlarla göz göze gelmekten kaçmaktadırlar acaba, diye.

73- Beni dinle Zülfü kardeş, Vatan, uğrunda ölmek için sevilmez, üstünde adam gibi yaşamak için sevilir. Otur.

84 - Yazık ki bizim toplumsal hayatımız doğal akışıyla gelişmedi.

92 - Sahi dostlarım, neden hep dış görünüşte cesur olunuyor acaba? Neden saç sakal, giyim kuşam daha cansiperane savunuluyor da, iç dünyalar, düşünceler bu kadar bir heyecanla değiştirilip dışa vurulmuyor? O konuda yeterli bir dayanışma sağlanamıyor, neden? İş bu soruya dayandı mı ortalıkta ya büyük bir sessizlik, ya her yan kan revan.

110- Tanımadığım kimselerin hayatları üstüne soru sormaktan hiç hoşlanmayışım, buna heveslensem de beceremeyeceğimi bilmem ise soluğumu ayrıca tıkıyordu.

113- Okuduğum bütün romanlar sahici bir başlangıçla bitsin isterim, diyen birinin öyküsünü yazmıştınız, onu unutamıyorum.

118- Yine öyle çok efendi, sessiz, sanki dünyada olup biten her kötülükten sorumluymuş, her taraftan her an özür dilemeye hazır...

120- Bu huydaki insanlar, ödeyemeyecekleri bir borcun yükü altına girmektense, içlerine çekilirler, hayatlarını sınırlar, daraltırlar, bilirsiniz.

123- Vizesi bitmişse, diye çekiniyorum. Yeryüzünde vize uygulanan tek toplum kala kala bizim toplum kaldı, hani yasalara yanlışlıkla girip de kaldırmanın bir daha kimsenin aklına gelmediği saçma maddeler gibi; şey gibi, ordu vazife ve selahiyetler içtüzüğü gibi mesela...

149- Bazıları böyleydi zaten. Sağlamca ayak basacağımız tek metrekare kalsın istemiyorlardı.

166- ...imamın kızını kıronun oğluna münasip görüyorlar.

166- Seksenlerinde gösterdiğine göre doksanlarında vardı.

167 - Parkların, ormanların, çok eski sokakların köpeksiz tek yolcusu. Kimseyi gezdirmiyor, yalnız kendini gezdiriyor.

169- Ne spor yapan, ne araba kullanan, ne köpek gezdiren biri. En sonunda bu kadar farklılaşabileceğini özellikle köpeksizliğine borçlu biri.

169- Delikanlının bakışından mı, geçmişini bilen birinin önünde yeni biri olmanın güçlüğünden mi? İkisi ve kimbilir daha ne çok... Kenti kuşatan duvarlar, içimizi de kuşatmış olmasın...

169 - Onu merakta mı koymalı? Onu da, sadece köpekleriyle konuşanlar gibi yapayalnız mı bırakmalı?

174- ...ne hakla bu eve getirirsin bu bencil esrarkeş kızı, kız mı artık karı mı, dilimi de bozdun...

176- Clea'nınki değişiklik özlemi. Doğulu, ince efendi ve "sorun çıkarmayacak" bir adamda bir çeşit güven arıyor da olabilirdi. Tatilini ya da yaz "tetebbu"larını kruvaze ceket, ütülü pantolon, boyalı iskarpinlerle geçiren kim kalmıştı ki ortalıkta?Kaldırımda biri yanından geçerken hafifçe kıyıya çekilen, kapıları açıp yanındaki önden geçsin diye bekleyen, ardındaki için de kanadı elinde tutan?

178 - Her şeyin bir şeyi var.

202- Ülke şu durumda, borç harç içindeyken, benim kendi keyfim için el ellerine çıkıp gitmem doğru olur mu, bu sarfiyata yazık değil mi?




08 Kasım 2018

Okulu Asardım'ın etkisinde keşifler

Dünden kalan enerjiyle, son zamanlarda izlediklerimi, düşündüklerimi toparlama yazısına girişiyorum. Çünkü Aylin Livaneli'nin Okulu Asardım'ı hala kulaklarımda çınlıyor.

Youtubist: Yeni çıkan Türkçe müzikleri takip etmek için kullanacağım bir Youtube kanalı. Top 20 leri falan yayınlıyor. Böylece 90ların müzikleri şimdikilere on basar diye bol keseden sallamak yerine kaynaklı sallamış oluciim.Yok ya, hakketen merak ediyorum.

Misal Ali Akcan'la tanıştım bu hesap sayesinde. Adalar Modalar şarkısı 90lar kafasına son derece yakın. Hadi yıl takıntımızı bi kenara bırakalım, güzel, neşeli, dile takılacak türden bi şarkı.




Bir de Mabel Matiz'in son klibi A Canım'ı izledim bu hesapta. Çok güzel mi desem, değişik mi, bilemedim. Ömrüm boyunca gıcık olduğum aile ritüellerini bi erkeğe, kendine yaşatmış adam. Bi yandan komik, bi yandan hala gıcığım bu ritüellere, ordaki o tontiş teyzeler hiç de öyle göründükleri gibi tatlış değiller. Büyük ihtimalle. Yine de bu adam çok enteresan. Anlayamadığım şarkılar yapıyor genelde, o yüzden çok bağ kuramıyorum, ilginç olduğu kesin. (Ben daha çok Grup Vitamin falan.)

Ve sırada Prenslerin Öcü var. Selva Erdener videosu izlerken, Youtube aşağıda bunu önerdi de, o sayede tanıştım kendisiyle (hiç alakaları yok halbusi). Anadolu Rock tarzında, deli gibi, manyak gibi bi şey. Başlangıç olarak İyi Edersin'i izleyebilirsiniz.

Bu arada dünden beri Bora Öztoprak'ın 90lardan sonra bir sürü albüm yaptığını, hatta çıkış şarkılarının çoğunu bildiğimi ama söyleyenin O olduğunu bilmediğimi fark ettim. Ama 90lardan uzaklaştıkça şarkılarının tabanını duptıslarla kaplamış, çağdaşı olan tüm şarkılarda olduğu gibi. Yani 90 sonrası pop müzikte vazgeçilemeyen bi duptıs var ki, bütün şarkıları aynılaştırıyor. Bence. Dj featlerinin bu kadar popüler olmasını da bi türlü anlayamıyorum bu yüzden. Toptan elektronik müzikten mi hoşlanmıyorum, tutucu muyum, derdim nedir, bilmiyorum. Ama 90lardan günümüze geçemememin sebebi bu, her şeyin aynı gelmesi. Acaba Bora Öztoprak gibiler, yani 90lardan beri müzik dünyasından kopmayanlar da bunu düşünüyor mu hiç, merak ediyorum.

Neyse, gelelim son zamanlarda izlediklerime...

De Dirigent: Hollanda filmi. Sinemada izledim. Alkışları alayım... Öte yandan, filmin çoğu Amerika'da geçtiği için, çoğu İngilizce'ydi, dolayısıyle, çok da hak etmiyorum alkışı. Öte öte yandan, böyle olduğunu bilmeden, çoğunun Hollandaca olduğunu sanarak gittiğim için bi cesaret alkışını hak ettim bence. Aferim bana. Film, Amerika'da büyümüş, özünde Hollandalı olan bir kadının orkestra şefi olmak istemesi, 1900lerin başında bu işin kadınlara göre olmadığı iddiasıyla sürekli önüne engeller çıkarılması ve bunlarla savaşması üzerine. Orkestra şefinin tam olarak ne iş yaptığını hala tam olarak anlamadım ama çok önemli bi şeymiş. Koskoca orkestranın bütün notaları ezbere biliyormuş, daha ne olsun. (Bunu filmi izlemeden de anlayabilirdim tabi...)

Film bana şunu düşündürdü (aslında bu tip filmler hep bu tip düşüncelerle dolduruyor kafamı): 1900lerin başında dünya böyle bi yermiş. Çok değil, 100 sene önce. Şimdi sanki çok ilerlemişiz gibi geliyor ama öyle değil. Kendi hayatıma bakıyorum, hala o Hollandalı orkestra şefinin kafasındaki özgürlüğe ulaşamadım. Kendi kafamın içinde ulaşamadım, dışardan görünen hayatımı boşver. Nasıl olacak bu iş? İlla O'nun gibi büyük bi yetenek mi olmak gerekiyor? Kendimi geçtim, dünyaya bakıyorum... Hala o kadının savaştığı şeylerin kölesiyiz. Topuklu ayakkabılar, şık fakat rahatsız elbiseler, sıradan giyinince toplum içinde dikkate alınmama hali, kadın dediğin çalışsın tamam ama illaki evlensin, çocuk yapsın vs... Hala kadınlar kocaların kariyerlerine göre ayarlıyor kendi hayatlarını, kariyerlerini... Artık çoğu zaman kocaların da suçu değil bu, "çalışmayacaksın" demiyor çoğu koca, biz sıçıyoruz. Misal ben, Türkiye'de ne yapacağımı bilmediğim için, geleceğimle ilgili hiçbi planım olmadığı için, hatta depresif düşüncelerle savaştığım için, u. burda bi iş bulunca, hadi dedim, ne zaman evleniyoz? Çünkü tebdil-i mekanda ferahlık vardır ve evlenmeden gitmek imkansız gibi bi şey, ailemle, toplumla savaşacak gücüm yok. İdi. Yani erkek arkadaşım beni sürüklemedi. O'nun benden farkı, yurtdışında yaşama hayalinin olması ve bu uğurda çaba sarf edip işlere başvurmasıydı. Ben deseydim ki, ben kesinlikle yurtdışına gitmem, başka bi çözüm düşünürdük, belki ayrılırdık, belli ki çok farklı insanlarız, derdik, daha iyi olurdu. Ama benim tercih belirtecek bi isteğim, hayalim yoktu. Halbuki ne kadar önemli. Bunun kadınlıkla ne kadar alakası var bilmiyorum. Ama bu işte bi terslik olduğu kesin.

Yine bir filmi kendi fikirlerime alet ettim. Çok uzattım. Bitireyim madem, kalanlara sonra devam ederim. Belki bu Okulu Asardım gazı yarın da devam eder...

Sevgilerlen,
Kanatlınız, Kediniz

Ps: Bu yazıya iki video daha eklemiştim ama kafasına göre silinmiş. Neyi yanlış yapıyom da siliniyo bunlar, bilen varsa beri gelsin lütfen, reca ediyorum. 

07 Kasım 2018

sabah şekerli çelınc yazısı

Ölümlü dünya
Ölümlü insan
Ha alim olsan
Ha zalim olsan

diyor Sertap Erener.

Selam sevgili ölümlüler,

90lar Türkçe pop dinlediğimden ötürü, böyle bi sabah şekeri tadındayım şu an. Kaynağı belirsiz, saçma sapan bi neşe, bi sarhoşluk hali. Sabah şekerliği bunu gerektirir zira. İzel, Çelik ve Ercan'ın birlikte aşk şarkıları söyleyip şebeklik yaptıkları günlerden ne kötülük gelebilir ki diyesi geliyor insanın, sebepsizce. Ercan henüz Saatçi olmamış, Çelik henüz soyunmamış, komik kazaklar ve saç bantlarıyla çok karizmatik, İzel henüz dertli şarkılara gark olmamış...

Yok aslında. Beynimi o kadar hissetmiyordum ki, o yüzden buraya geldim. Hiçbir şeye uzun süre kafa yoramıyorum bugünlerde. Halbuki girişmeyi düşündüğüm projeler var. Her zamanki gibi "iyi planlamalıyım, her şeyi önceden düşünmeliyim" demedim bu sefer, düşününce her şeyden vazgeçiyorum çünkü. Girişivereyim dedim ama bu sefer de elim ayağıma dolaştı. Beynim durdu. HEr şey düşünce bulutlarında asılı kaldı, yeryüzüne inmiyor. E ben de oraya çıkamıyorum. Çıkabilir miyim aceba? Mantık neydi? Mantık ayağımızdaki prangaydı.

Bu sırada Aylin Livaneli;
Okulu asardım
Dünyaya küserdim
Dalıp da giderdim
Gözlerinin içine,
diyor. Deyişinde öyle bi şey var ki tüm gençlik dergilerinin içine daldırıyor insanı. Hey Girller havada uçuşuyor.

Dünya ne güzel. Bi şarkı dinliyorum, hiç benim olmamış anıların nostaljisinde mutlu oluyorum.

Harun Kolçak'a geldi şimdi sıra. Kıymetini bu son bikaç seneye kadar anlamadığım adam. Ne güzelmiş şarkıları ve sesi. Adam gider ayak 90ları günümüzle barıştıran bi albüm yaptı da gitti ya, ne diyeyim, seviyorum.

Neyse, demem o ki, beynim boş. Çok şey yapmak istiyorum ki bu çok nadir oluyor. Ama nerden başlayacağımı bilemediğimden midir, yoksa girişmeye korktuğumdan mıdır nedir, bi türlü girişemiyorum. Bu durumda başka şeylere odaklanmak da zorlaşıyor tabi. Yani Hollandaca ödevimi yapıyorum, oturup film izleyebiliyorum falan ama daha çok emek isteyen şeyler, misal kitap okumak... Yok, hep bölük pörçük. Dolayısıyle, buraya geldim ki, burdaki yarım işlerimi halledeyim hiç olmazsa. İzlediğim filmleri not etmeyi beceremesem bile 52 haftalık soru çelıncında kalan soruları aradan çıkartırım belki.

Hadi bism...

45. haftadaymışız. Abbov... En son 39'u yazmışım.

Hadi bi daha bism...

40. Hafta: Hatırladığın ilk şeylerden birini anlat.
Mustakil evin önündeyim, bi kamyon/et var. Herkes kamyon/etten eve bi şeyler taşıyor. Ben de dört ayaklı, nerdeyse boyum kadar olan bi tahta tabureyi taşımaya çalışıyorum. Birileri bana bakıp gülümsüyor, "sen de mi taşıyosun" diye. Kim olduğunu hatırlamıyorum çünkü kameram yere çok yakın, göz hizam çevredeki iki ayaklı uzun yaratıkların dizlerine denk geliyor. Sonra bi ara ablamın okul çantası geliyor gözümün önüne. Galiba onu da taşıyorum. Kocaman olduğunu hatırlıyorum. Eski tiplerden, hani böyle sert malzemeli, fermuarlı değil de, araba farı gibi, kemer tokası gibi iki tane tokayla ağzı kapatılan türden. Küçük olduğum için ne yapsam gülündüğü zamanlarmış. Azıcık büyüyünce, annemgillerden azar işittikçe o günü hatırlayıp efkarlanır olmuştum. Bebeklikten çocukluğa geçiş de en az ergenlik kadar narin, incelenmeye değer bi dönem bence. İnsan dediğin hassas ama evrimde yok olmamış yaratık, 2 yaşında bile depresyona giriyomuş zaten. Ben neden bahsediyosam? Gelsin sıradaki...

41. Hafta: Söylemeyi en çok sevdiğin şarkı?
Auuv, çok zor soru. 90lar dinlerken okumasaydım daha kolay cevaplardım muhtemelen. Ama uzun zamandır dinlemememe rağmen Grup Vitamin'in İsmail'i diyorum. Yanımda eşlik eden, hatırlayamadığım boşlukları dolduracak derecede şarkıya hakim olan biri varsa hele... offff... ulan İsmail.

42. Hafta: İyi yapabildiğin 3 şey say.
Uvv beybi, iyi yapamadıklarımı saysam? Olma mı? Hep bilmediğim yerden sormuş hoca. Deneyelim.
Kendimle takılmayı iyi beceririm. Ikea mobilyası gibi, tarifi yazan şeyleri birleştirmeyi severim. Aaa dur aklıma geldi, puzzle yaparım, dediklerine göre iyi yaparmışım. 90lar Türkçe pop şarkılarını en çabuk bilme yarışmalarında da iyiyimdir. Evet, keşke bunu CVye yazabilsem, kendime o derece güveniyorum.

Bu sırada Bora Öztoprak'ın Başıma Bela Mısın'ına geçti liste. Geçen en hızlı bilme yarışmasında bilemedim. Çok utandım. Bora Öztoprak'a çalışmam gerek. Yapılacaklar'a yaz.

43. Hafta: Hayattaki önceliklerin neler?
Sabah kalkınca ve gece yatmadan önce diş fırçalamak. Yoksa 20likler ağrıyor. Başka? Sınırlarımı korumak olabilir. İnsanları hayatıma fazla yaklaştırmamak, yorulunca kaçacak aralık bırakmak. Evet, gurur duymasam da dengemi sağlayan bi şey bu, yoksa devreler yanıyor.

44. Hafta: Gelecek yılda kendinde geliştirmek istediğin bi yönünü yaz. (Yanlış anlamadıysam)
Hayal kurma yeteneğim.

45. Hafta: Sevdiğin 5 tuhaf şeyi yaz. 
Hımm... Bunu düşünmek lazım. Birincisi Çelik'in Ateşteyim klibindeki saç bantlı ve kazaklı hali. Sevmekten öte, çok seviyorum. Başka... Tuhaf neydi? Kime göre tuhaf? İnsanların genelde tuhaf karşıladığı sevgilerimi yazayım evet. Pilav, salata, mayonez, kuru fasulye... Bu tip şeyleri karıştırıp yemeyi seviyorum. Özellikle mayonezli pirinç pilavı. Eşyaların, özellikle bira şişelerinin üstündeki etiketleri çıkarmayı seviyorum. 5 mi?! Beşe tamamlamam çok zor. Düşüneyim ben bi bunu. Sonra bi dahakine yazayım.

Böyle işte. Bu da böyle bir yazıydı. 90lar modumu sakince azaltıp gideyim yatayım.
Sevgilerle,
Kanatlıkedi