21 Eylül 2013

PASAPORT ÜCRETİ İÇİN İMZA KAMPANYASI

 
her yılbaşında pasaporta zam gelir. 2012  sonunda aceleyle aldım ben de, 3-5 kuruş da olsa ucuza gelsin diye..

yeni yılda zam yapılmaması veya az miktarda yapılması hakkında görüşüleceğini söylemiş bekir bozdağ. haber için buraya... ama zam yapılmaması yeterli mi? 500 küsür lirayı sadece bir kimlik için vermek saçma değil mi? nüfus cüzdanından ne farkı var bu belgenin?

ozan mercan diye biri de, "zam yapılmamasını" yeterli görmemiş olacak ki, ücretin düşürülmesi için change.org'ta imza kampanyası başlatmış. buradan da duyurayım, bir katkım olsun istedim.

sözü ona bırakayım, derdimizi daha iyi anlatır:
kaynak

açıklama:
Dünya nimetlerinin hep en pahalısını kullanmaya alıştık. Bu listeye son beş yıldır pasaportumuz da dahil… Yılbaşından itibaren uygulamaya giren zamlar, temel haklardan seyahat özgürlüğüne darbe indirdi. Artık on yıllık biyometrik pasaportumuz, ‘yeniden değerleme’ uygulaması sayesinde yüzde 15 daha pahalı. “Şöyle bir 10 yıllık pasaport alayım, yurtdışına çıkıp yeni kültürler tanıyayım” diyorsanız, helalinden 515 lira ödemelisiniz. Sınır kapısından çıkarken 15 lira yurtdışına çıkış harcı verdiğinizi de hatırlatalım. Yurtdışına çıkmak istediğimiz zaman eğer pasaportumuz güncel değil ise neredeyse yurtdışında harcayacağımız para kadar bir bedele mal ediliyor. Hükümet yetkililerinin diğer birçok ülkeyi örnek alarak Pasaport Defter Ücretini ve Harç Bedellerini makul bir seviyeye düşürmesi gerekmektedir. 

Kime: 
Mehmet Şimşek, Maliye Bakanı 
Muammer Güler, İçişleri Bakanı 
Ülkemizde, Dünya'nın en yüksek Pasaport Defter Ücreti ve Harç Bedeli ödenmektedir. Bu yurtdışına çıkmak isteyen her ortalama bireyin bütçesini yeniden gözden geçirmesine neden olmakta ve bugün yurtdışına çeşitli sebeplerden çıkmakta olan yüzbinlerce vatandaşın sırtına ek bir yük olarak binmektedir. 

Pasaport Defter Ücretinin maliyet bedeline ve Pasaport Harçlarının da makul bir seviyeye düşürülmesini saygılarımızla arz ederiz. 
Saygılarımla, 
[Adın]
-------

İmza atmak için buraya...

Yurtdışına çıkmanın ülkemizde ne kadar zor olduğunu daha ayrıntılı incelemek isterseniz buraya....





20 Eylül 2013

KİTAP: EYLEMCİ!



1.baskı
özgün adı: activism! direct action, hactivism and the future of society
yazar: tim jordan
çeviren: gül çağalı güven
kitap yayınevi-1.basım (2002)

-----

kitap, uzun zaman önce bir şekilde elime geçmişti, başlayıp bırakmıştım. gezi olayları etkisiyle, eylemci insanın ruhundan, aklından geçenleri anlamak isteğiyle hatırladım birden kitabı, buldum ve okudum.




aklımdaki sorular özetle şunlardı:
bir insanı eylem yapmaya iten şey nedir?
bu şey tek başına eylem yapmaktansa, organize olmaya nasıl dönüşür?
eylem şiddet içermeli midir, içermemeli midir?
eylem ne zaman "terör" diye adlandırılır?
"terörist" adını kim koyar, neye göre koyar? haklı mıdır?
ne çeşit eylemler vardır?
eylemciler her zaman ne yaptıklarının bilincinde midirler?
eylemler içindeki provokatörler ayıklanmalı mıdır? sistematik bir örgütlenme biçimi olmayan bu gruplarda ayıklama işi nasıl yapılır?
eylemler gerçekten işe yarar mı?
gezi parkı eylemlerinde, bu kadar ölüm olmasına rağmen, polisin durmayacağı bilinmesine rağmen, eylemcileri sokağa çıkartan sebep nedir?

------

sorularımın çoğuna yanıt buldum, sormadıklarımın da cevabını aldım. benim için akılda en kalıcı olan ve en çok ihtiyaç duyduğum cevap şuydu: eylemci her ne kadar bugünü kurtarmak istiyor gibi görünse de, aslında geleceğe ulaşmaya çalışır. toplumun bir adım önünden gider (kendi ütopyasına göre). kendi ütopyası genellikle doğru çıkar. bu nedenle "eylem yaptınız, polisten o kadar dayak yediniz de ne değişti?" sorusu bugün çok haklı gibi görünse de, 50 yıl sonra bu eylemin yarattığı refahı o günün toplumu hissedecektir.

örneğin, Virginia woolf gibi yazarlar, kadın hakları konusunda çağına göre çok ileri düşüncelerini insanlara aktarma çabasına girerek aslında eylemci yönlerini göstermişlerdir. ve onların bu bireysel eylemlerinin yarattığı farkındalıkla, günümüz kadınları bazı haklar elde edebilmiştir. fakat bu eylemleri onları erkekler dünyasında başkaldırmaya, dolayısıyla yalnızlığa mecbur etmiştir. (bu örnek kitapta mı yazıyor, yoksa ben mi ürettim, emin değilim)

kısacası eylemlerin hemen bir sonuca varmasını beklemek, sonuçlanmayınca dalga geçmek anlamsızdır.

bu durumda yeni bir soru doğdu: gezi eylemleri, nasıl bir gelecek yaratıyor bizim için?

------

birkaç alıntı:

12- eylemciler... değişimi arzular, talep eder ve onun için çalışırlar.

15- ...heteroseksüellik, arzunun ve üremenin düzen altına alınmasında, böylelikle ataerkil yönetimlerin, insan yaşamının en derinliklerindeki unsurlar üzerinde dahi egemenlik kurmasında kilit önem taşıyor.

17- ...ilk seçildiğinde ülkesinin en büyük özel medya kuruluşunun başında bulunan, italya'nn geçmiş ve gelecekteki başbakanı Silvio Berlusconi...ne şirketlerden gelecek paraya, ne de kitle iletişim araçlarının ayıracağı zamana ihtiyaç duyan, ama bu iki şeyin bizatihi kendisi olan birinin, önemli bir batılı ulusun lideri olması, neden kimsenin siyasetçilere güvenmediğinin neredeyse tek başına cevabı.

53- (eylemde) mülkiyete karşı mı, yoksa insanlara karşı mı şiddet kullanmamalıdır?

53- gandhi'nin düşüncesine göre, baskıya karşı şiddete ve misillemeye dayanmayan direniş, baskıcıya karşı manevi bir üstünlük sağlardı.

14 Eylül 2013

ANISH KAPOOR İSTANBUL'DA!

evet, sakıp sabancı Müzesi'nde.
elbette reklam tabelalarındaki duyuruları görene kadar kendisini hiç duymamıştım. SSM'deki sergiler genellikle tatmin edici hatta öğretici olduğu için gitmek istedim. en son oryantalizmin 1001 yüzü sergisine gidip oryantalizmi öğrenip çıkmıştım. bu kez çağdaş sanat, yani soyut çalışmalarla dolu olacağı için çekinsem de, kendimi zorlayıp gittim.

SSM içindeki 3 sergiden bahsedeyim kısaca:
 
 

ANISH KAPOOR SERGİSİ

sanatçı, 1954 Hindistan doğumlu ama İngiltere'de sanat eğitimi almış. pek çok ödülü nişanı filan var. 2012 Londra olimpiyat kulesini o yapmış. Chicago, Viyana, Paris, Londra'da kalabalıkların olduğu mekanlarda, örneğin şehir meydanında heykelleri/eserleri varmış.


ssm'de çoğu zaman olanın aksine, bu sergide audio guide yoktu. gezerken izleyici tamamen kendine bırakılıyor. eserin nasıl yapıldığına, sanatçının ne gibi aşamalardan geçerek böyle bir eser ortaya koyduğuna dair yazılı bir açıklama da yok. hal böyle olunca, benim gibi somut değerlendirmeye alışmış, soyut düşünceye zihni adeta kapalı insanlar için, parlak, garip şekilli kocaman şeyler olmaktan öteye gitmiyor sergi. herhangi bir duygu uyandırmıyor. benim gibi soyutolanı hissetmekte özürlü olanlar için tavsiyelerim:

1. yalnız gidin. geyik yapabileceğiniz ya da görüşlerinden etkileneceğiniz biri olmasın yanınızda.
2. sergiye girmeden önce, giriş salonundaki videoyu izleyin. kapoor'un hayatı, nasıl çalıştığı, nasıl yarattığı, insanların eserlerinden nasıl etkilendiği, meydanlarda gördükleri eserlere ne tepkiler verdikleri, kapoor'un atölyesi... üzerine bilgiler veriyor video. (ben bu salonu çıkışta fark ettim ne yazık ki)
3. hızlı gezmeyin, uzun uzun düşünün bir eser hakkında. durun, resim çizin, 3-5 kelime bir şeyler yazın...not defterinizi kullanın.

----
 
 
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE YELPAZE SERGİSİ

22 Eylül'e kadar uzatılmış.

sabancı ailesini anlatan kısa bir girişten sonra bu sergiye ulaşılıyor.



tarihe meraklı olanlar için ilginç bir sergi. 1700-1900 yılları arasında moda olan yelpazeler ve opera dürbünleri ağırlıklı. o zamanlar Avrupa'da da Osmanlı'da da önemli bir aksesuarmış kadınlar için. özellikle Osmanlı'da kadınlarla erkeklerin bir arada bulunduğu eğlencelerde, konuşmaları pek hoş karşılanmadığından, uzaktan göz süzerek, bakışarak cilveleşirmiş karşı cinsler. Kadının yelpazesini sallaması, erkeğe olumlu/olumsuz mesaj vermesinin yoluymuş.

yelpazelerin üzerindeki resimlerin her biri, tablo gibi. örneğin birine "oryantalizm tutkusu" adı verilmiş, birine  "bahçede sohbet"... kimi ince kumaştan, kağıttan, kimi gerçek tüyden yapılmış.

velhasıl, o zamanlar, çanta gibi, ayakkabı gibi önemli bir aksesuarmış yelpaze. yelpazede kullanılan malzeme, zengin insanlar için bir hava atma, statü gösterme yoluymuş. altın işleme, tavus kuşu tüyü, fildişi sap...

----
 

KİTAP SANATLARI VE HAT KOLEKSİYONU

yelpaze sergisinin bir üst katında, sürekli duran, değiştirilmeyen sergi. sanırım genişletiliyor fakat kaldırılmıyor. çünkü (yanlış hatırlamıyorsam) sakıp Sabancı'nın hat koleksiyonu ile başlatılmış.

normalde hat sanatına ilgi duymam (aslında çocukluktan gelen, mantıkı olmadığını kabul ettiğim bir nefretle, islami/dini hiçbir sanata ilgi duymuyorum). fakat bu sergi çok güzel tasarlanmış.

şöyle ki:

- öncelikle eski elyazması kitaplarda emeği geçen insanları, (hattatı, musavviri, müzehhibi vs)  tanıtıyor. Eski sözcüklerle bildiğin sözcükler arasında bağlantı kurma oyunu zevkli (müzehhip-tezhip gibi). Bu nedenle az çok eski sözcüklere, Arapçaya ilgi duyan biriyle gitmek faydalı olabilir.

- Kuran'da geçen bazı ayetlerin hemen yanında İngilizce tercümesi var. Kıyaslamak zevkli. Örneğin salat=salutation demekmiş. salatın tam olarak ne anlama geldiğini bilmediğimi fark edip şaşırdım. ya da pek çok Türkçe meali tam olarak anlamayıp, İngilizcelerini anladığımı fark ettim! eski sözcükleri bilmemek, bizim nesli görsele aşık etti...

- heyecanlı bir sergi: duvara girip çıkan  tablolar var, dokunmatik bir masadan duvara yansıyan görüntüler var.

- arada bi kıçınızı koyup belinizi dinlendirebileceğiniz birkaç oturak koysalarmış daha iyi olurmuş. tivit attım söyledim, belki dikkate alırlar...

- bir kuran sayfasında hangi bölüme ne ad verildiğini, alıştırma defterlerinin, yazı malzemelerinin nasıl olduğunu gösteriyor sergi.

- hat sanatını çağdaş sanatla birleştiriyor (tek bir eserde olsa da). kutluğ Ataman'ın video çalışması:


- Osmanlı'da kullanılan gerçek fermanlar da var. yaklaşık 1,5 metre boyunda ince kağıtlara, küçük küçük harflerle yazılmış uzuuuuun yazılar. hani filmlerde görülen, rulo yapılmış kağıdı açma merasimi gerçekmiş. rulo yapmak çok mantıklıymış zira hem kağıtlar ince, şimdikilerden çok daha narin görünüyor, hem de çok uzun, katlamaya kalksan katla katla bitmez.

- bu serginin sonunda ise, kağıdın nasıl hazırlandığı (düzleştirildiği, parlatıldığı), hattın nasıl yazıldığı (kalemin nasıl açıldığı, mürekkebin nasıl hazırlandığı..), çevresindeki süslemelerin nasıl yapıldığı (önce kurşun kalemle sonra boyalarla nasıl çizildiği, kopya kağıdından gerçek kağıda nasıl geçirildiği), kitabın kapağının süslemelerinin nasıl yapıldığı... videolarla anlatılıyor.

- sıradan bir arapça yazıyla ya da bir ayetle hat arasındaki farkı gördüm. hattın neden sanat olduğunu gördüm. yazı yazarken, harfleri yerleştirirken, sanatçının güttüğü estetik kaygıyı gördüm. annish kapoor'dan yani çağdaş sanattan ne kadar farklı olduğunu düşündüm. iyi ya da kötü değil, farklı.

---------------

kısacası ssm bence Türkiye'deki en faydalı müzelerden biri. çıkarken aklınızda soru işareti bırakmıyor. ya sesli rehber, ya tablet, ya yazılı açıklama, ya video ile ne anlatmak istiyorsa onu en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. işin içine heyecan katıyor. elbette daha fazlası da olabilir ama en iyilerimizden biri. sırf şu müze sayesinde sabancı ailesine sempati duyuyorum.

ayrıntılı bilgi: http://muze.sabanciuniv.edu



02 Eylül 2013

COUCHSURFING'TE TÜRKİYE

bugün couchsurfing türkiye grubuna bir mesaj geldi. önemli bir sorun, anlatmak istedim.

-----
öncelikle bilmeyenler için, kısaca couchsurfing:

bir internet organizasyonu: www.couchsurfing.org
siteye üye olup kendinizi tanıtan bilgiler veriyorsunuz. herhangi bir ülkeden üye olunabiliyor. böylece dünyanın herhangi bir yerine gittiğinizde, orada sizi ağırlayacak, gezdirecek insanlar bulabiliyorsunuz. iyi niyetle kullanıldığı takdirde mükemmel bir organizasyon. gezmenin en pahalı kısmıdır konaklama. evinde boş odası olan biri sizi evine konuk ediyor. böylece bedavaya kalacak yer bulmuş oluyorsunuz, hem de şehri oranın yerlisiyle tanımış oluyorsunuz.

insanlara güvenmeyi ve güvenilir bir insan olmayı gerektiriyor elbette bu organizasyon. tecavüze, hırsızlığa, adam öldürmeye, dövmeye meyilli olan bir insan tüm bu organizasyonun içine edebilir. fakat gerçek couchsurferlar öyle değil. bu nedenle ütopya hayalciliğine dalıp, yaşasın dünya barışı deyip önünüze gelene güvenmektense, bir gezgin olarak akıllı olmanız gerekiyor.
----

çoğu kişi buna ayak uydurabilse de, Türkiye'de epey afallamışlar ki, şu mesajı yollamışlar:

"A HONEST QUESTION
Hi
I lived last few months in Turkey and I really like south of turkey
My honest question is that why most of male couchsurfers in Turkey do not host male surfers and just looking for hosting girls?
The answer is clear but whats the main reason as this trend almost gave a sort of bad reputation about couchsurfing experience to turkey

Is there anything that we can do to promote cs in Turkey in term of this matter?
looking forward to see all your briliant answers and ideas
Greeting"

Bu mesaj pek çok gezgin için duygulara tercüman olmuş, altına kötü deneyimlerini döktürmüşler.

İngilizce bilmeyenler için mesajda özetle şunu diyor: "Türkiye'de birkaç ay yaşadım ve güneyini çok sevdim. Dürüstçe bir soru sormak istiyorum: Neden Türkiye'de bu siteyi kullanan erkeklerin çoğu sadece kızları misafir etmeyi kabul ediyor? Cevap gayet net, ama Türkiye'nin adını kötüye çıkaran bu özelliğin arkasındaki gerçek neden ne? Türkiye'de bu durumu düzeltmek için yapabileceğimiz bir şey var mı? Fikirlerinizi bekliyorum."

----
"Dünyanın pek çok yerinde benzer problem var", diyenler var.
"Türkiye'deki  kadar çok olanını görmedim", diyenler var.
"Türkiye'de sekse aç gençler, toplumsal baskı var,normaldir", diyenler var.
------
sebebin ne olduğunu bulmak couchsurfing'in değil, sosyologların işi bence. Birkaç cümleyle özetlenemez, üzerine araştırma yapmak gerekir. bölgeden bölgeye olabilecek farklılıklara değinmek gerekir.

ama bir an önce çözüm bulmak gerekir.
---
bence,
bu kötü niyetli insanları birkaç günde değiştiremeyiz. ömür boyu uğraşsak da değiştiremeyiz. sadece kendimizi değiştirebiliriz.

nasıl?
biz kimiz?

seyahat özgürlüğünü destekleyen insanlarız. "yani tüm dünya insanları seyahat etme özgürlüğüne sahiptir, onlara bu imkan sağlanmalıdır" diyenleriz.

örneğin 500tl pasaport ücreti alınmasına karşıyız, vizeler için kıçımızı yırtmak zorunda oluşumuza, terörist muamelesi görüşümüze karşıyız. ülke dışına çıkmak için, yeni insanlar, kültürler tanımak, zihnimizi açmak için illa ki banka hesabımızda (harcamayacağımız) binlerce doların olması gerekliliğine karşıyız.

gezerken otellere Euroları yığmaktansa, o şehrin halkından birinin evinde misafir olup, ona güvenmeyi, bize o şehri anlatmasını, tercih edenleriz.

işte biz, CS'i etkin olarak kullanmıyoruz. gezerken kalacak yerler arıyoruz ama Türkiye'de kendi günlük hayatımıza dalınca insanları misafir etmeyi unutuyoruz, boşveriyoruz. CS'i sadece yurtdışına çıkarken kullanıyoruz.

dolayısıyla gayet.net'te takılması gereken insanlar, CS'te takılıyor, çünkü orada kalacak yer arayan kızlar var! yollular!

----
kısacası CS'in ruhunu anlayan ve takdir eden insanların Türkiye'deki günlük hayatlarına gömülmeyip, her daim seyahat kafasında olmalarını diliyorum. ben dahil.

hayata tat katan üç beş şeyden biri seyahat. seyahat sadece gezerken değil, kaldığın yerde de yaşanmalı. iyi gelir tahminimce.

01 Eylül 2013

AVRUPA'DA 4. DURAK: AMSTERDAM

Amsterdam

ot, porno ve bisiklet şehri, huzur ülkesi.

berlinden gece trenlerinde aktarma yaparak Amsterdam'a geçtik. sabah Hollanda'ya girdikten sonra çayırlara serilmiş inekler, atlar karşıladı bizi. mutlu gibiydi hayvanlar. koskoca yeşil alanın içinde güzel, iki katlı bir çiftlik evi. çatısı üçgen. bol bol kar yağdığını haber veriyor. iyi ki yazın gelmişsin, diyor, kışın gelseydin kıçın donardı. tek tük yaşlılar bisikletle dolaşıyor. ya da spor kıyafetleriyle koşuyor, yürüyor. yanlış yere mi geldik? diyoruz. hani Amsterdam gençlik özgürlük şehriydi? daha bir saat yolumuz var halbuki.. gençlik işte, aceleciyiz.

bu emeklilik huzuru fışkıran yerdeki istasyonlardan birinden 10-15 kişilik bir grup biniyor bizim vagona. çoluklu çocuklu, beyaz tenli, kırmızı yanaklı insanlar. Amsterdam'a gidiyorlar.

Prag'daki, Berlin'deki kadar soğuk değil hava. sabahın ilk güneşinde iniyoruz. tren garına yakın bir yerde kalacağız. bu şehirin toplu ulaşım sistemini göremeyeceğiz. gar merkeze de yakın çünkü.

sokaklar kalabalık. english breakfast alıyoruz bir kafede. günün ilk güzel sürprizi, kafede içeride sigara içiliyor. bu şehirde ot serbest, mantar serbest, sigaradan niye nefret etsinler ki. en azından müşteri ve hükümet istiyorsa, mekan sahibi nasıl karşı gelsin? içmeyen müşteri de kızarsa kümese girsin...diyorlar belli ki.

ne diyordum? english breakfast. pahalıydı. ama dolu doluydu. iyice doyalım, hem de ziyafet çekmiş olalım (kaç gündür öğrenci işi takılmaktan iyice sefillere döndük zaten), tüm gün acıkmayız, dedik. verdik parayı. iyice doyduk. kahvaltıda fasulye vardı bu arada!

sonra pek çok yerde gördük ki english breakfast varmış, daha ucuzmuş. Hollanda'da neden bu kadar çok ingiliz kahvaltısı var?

---
birkaç içip sıçmaya gelenler için tasarlanmış turistik cadde dışında, huzurlu bir şehir. yürüyerek olabildiğince geniş bir alanı gezdik. viyanadan bir tanıdığın hediye ettiği votkamız vardı. içemeyecektik, uçağa da bindirmek istemedik. evsiz, banklarda güneşlenen iki amca vardı, bağıra bağıra muhabbet eden, onlaa hediye ettik. sevindiler. biri bulgarmış. hemen bir hemşehri muhabbeti kurduk. "kardeş" dedi bize...

bak evsiz diyorum, dilenci değil. sadece Prag'da dilenci gördüm bu 4 şehirden. ve ne evsiz ne dilenci, çocuk yaşta kimseyi görmedim sokaklarda yalnız, acınası halde dolaşan.

 ---
ot içmedik. hemen ertesi gün uçağa binecek olmam, zaten sürekli kabus görüyor olmam, halüsinasyonlardan tırsmama sebep oldu. sadece coffee shoplarda içilebiliyor bu arada, dışarda yasak. gizli saklı ya da görgüsüzce sokakta içen olursa, bütün sokağa kokusu yayılıyor.

----
red light streetten geçtik. yasal kerhane caddesi. vitrinlerde kendilerini sergileyen kadınlar, "live porn Show" tabelaları. ağzı açık baka baka geçen biz turistler... tamamen erkek dünyasına hizmet eden bir sektör daha. geleneklere sıkışmışlığım mı beni bu kadar sinirlendirdi o caddede, yoksa bu sektörün varlığı mı? zevk için yapılsa karşı çıkmayacağım işlerden devletin para kazanıyor olması mı? toplumdaki iki yüzlülük benim asıl sinirimi bozan sanırım. kimse karısının/kızının/ablasının live porn Show yapmasını istemez ama gidip para verip izlemenin özgürlük olduğunu savunur. aydın kesimin ikiyüzlülüğü. orada çalışan kadınların Amsterdam yerli halkının içindeki yeri nedir? öğrenmek isterdim. bizim tarlabaşındakiler gibi küçümseniyorlar mı? yoksa onlar turistik bir servet oldukları için saygı görüyorlar mı? onlar sanatçı mı?

---
bir gey topluluğu kanal turuna çıkmıştı. beyaz gömlek, kravat giymiş, yakışıklı gençler. şarkılar, alkışlar...

-----
büyük bir park. içinde bir pisuvar tuvaleti. kapısı var mıydı bilmiyorum, varsa açık. girip işeyen adamları izledim. hiçbir mahrem yerleri görünmeden işeme özgürlüklerine özendim. bizim illa ki kıçımızı açmamız gerekiyor işemek için.

---
vee bisiklet. bu şehirde bisiklet>yaya>taşıt! o kalabalık içinde bisiklet son gaz sürüyorlar, yaya yol vermek zorunda. yasal olarak öyle mi bilmem, şehir kültürü böyle.

----
binalar 2-3 katlı, ince. incecik merdivenleri var. taşınırken eşya taşımak imkansız. bu yüzden her evin çatı katında bir kanca var. eşyaları bu kancadan geçirdikleri halat yardımyla yukarı çıkartıp, kancanın altındaki büyük pencereden içeri sokuyorlar. ev şekilleri çok güzel, küçük, minyatür. dar alanı ne kadar verimli kullanabilirim, kafasında değilseniz çok huzursuz olursunuz. o kadar küçük.

----
samurai soslu patates kızartması güzeldi. bi de hot dog yedim sonunda. diğer 3 şehirde de sokak tezgahlarında gördükçe canım çekiyordu. eh işte, güzeldi.







AVRUPA'DA 3. DURAK: BERLİN

berlin.

büyük şehir. fazla turistik değil, yerli halkı kalabalık. (Prag ve Amsterdam'ın turistik kalabalığı var). bu yönden Viyana'nın bi boy büyüğü yakıştırmasını yaptım bu şehre.

yine kişi başı yaklaşık 6€ya günlük şehir içi bileti aldık. bolca metro, otobüs, tramvay kullandık. nerde neye binmen gerektiğini öğrenmek duraklarda çok kolay.

*azıcık ingilizce'yle Avrupa tek başına gezilebilir. tek başına gezme korkum kalmadı.

çok fazla müze var. sadece DDR müzesine gidebildim. hem pahalı geldi, hem de vakit yoktu hepsini görmeye.

DDR, sosyalist almanya zamanını anlatıyor. tarih anlatmak için çok iyi bir müze örneği. sergilenen tüm nesneler dokunulabilir, kullanılabilir halde. telefonlar, kıyafetler, araba, hapishane odası... dolaplarda açılan çekmeceler var, sürprizlerle dolu denir ya, öyle. matruşka tarzı dolap içinde dolaplar.

müzenin genel havası "sosyalist almanya o kadar da mutlu değildi. insanın içindeki kapitalist bastırılmıştı,  eninde sonunda ortaya çıktı." mesajı veriyor.

haftaiçi olmasına rağmen çok kalabalıktı müze. rahatça gezebilmeyi, düşüncelere dalmayı engelliyordu bu durum.

haritayı gardan turist info merkezinden 1€ya satın aldık, ücretsiz bulamadık hiçbir yerde.

berlin duvarında resim/grafiti sergisi var. önüne uyarı levhaları koymuşlar, duvarların karalanması, eserlere müdahale edilmesi yasaktır diye. "seni seviyorum" türünden yazılarla doluydu elbette. duvara yazı yazılması yasaklanabilir mi?

bilgisayar oyunları müzesi vardı (computer spiele museum). merak ettim ama gidemedik.

the story of berlin müzesi de ilginç görünüyordu.

yine hiç çocuk dilenci görmedim.

toplu taşıma araçlarında "alkol içmek yasaktır" uyarıları vardı fakat. elinde birasyla binen bir sürü insan vardı.

soğuk bir şehirdi bence. içim ısınmadı bir türlü. şehri suçlayamıyorum bunun için. belki reklam panolarının yoğunluğu sebebiyle suçlanabilirdi sadece. onun dışında, kişinin iç hali neyse, şehirde de onu görüyor azizim...

demir özlü'nün "kanal kentlerinde" kitabını okuyup gitmiştim. kitapta bahsedip durduğu cafe wallerstein'ı aradık, yerini bulduk ama cafe kapanmış. başka bir şey açılmış yerine. cafe Einstein hala duruyor.