15 Mayıs 2018

20. Hafta

Bu haftanın sorusu güzel: Kurgusal bi kitap karakteri olsaydın, hangisi olmak isterdin? Soruyu ilk okuyunca bi tırstım, sevdiğim her kitapta benimsediğim bir veya birkaç karakter var, nasıl seçeceğim, diye. Sonra yavaş yavaş aydınlandım. Bu karakterlerden biri olmak ister miydim ki? Kesinlikle hayır! Çünkü zaten onlardan bi parça var içimde ve sırf bu parça diğer parçalarla birleştirilip çok güzel bir üslupla tarif edildiği için o kitaplara bayılıyorum.

Misal, Ölmeye Yatmak'ın Aysel'i... Niye O'nun yerine geçmek isteyeyim ki? İki yaşam biçimi arasında kalmış, ailesine de topluma da kendini kanıtlamaya çalışan, bi taraftan da kendisini bulmak için çabalayan zavallı bi kız çocuğu. Ölmeye yatacak kadar büyüdüğünde de işler güllük gülistanlık olmuyor üstelik.

Sonra aklıma Bülbülü Öldürmek'teki Scout geldi. Yine bir kız çocuğu. Çevresinde dönüp duran mide bulandırıcı olaylara rağmen, onun yerinde olmak isterdim sanırım. Çünkü babası melek gibi, tanrı gibi, ideal insan gibi bi şey. İnsan o adamın gölgesinde büyümek istemez mi? Abisi de öyle, bakıcıları da öyle... Evden huzur akıyor. Dönemin Amerikasının çirkinliğine rağmen o evde yaşamak, o mahkeme salonuna gitmek isterdim.

Goodreads'teki kitap listeme bakarken Kumkurdu'nu gördüm, ister istemez Zackarina da olmak istedim. Deniz kenarında anne-babasıyla yaşayan, hayali bi kumkurduyla kanki olan, derin muhabbetlere dalan bi kızçocuğu. Daha ne ister ki insan? Scout'unki gibi ciddi dert-tasa da yok bu kez...

Her zamanki gibi tek bi sonuca ulaşmakta zorlandığım için iki cevap veriyorum bu güzel soruya: Bülbülü Öldürmek'in Scoutu ve Kumkurdu'nun Zackarinası. Sizi seviyorum be ya...

02 Mayıs 2018

19. Hafta

Haftaya annemgiller geleceği için uzun uzun blog yazmaya fırsatım olmaz. Annem ilk defa yurtdışına çıkmış, kalkmış evlenmem deyip dururken, apar topar evleniverip yurtdışında yaşamaya başlayan kızının evine ilk defa gelmiş... Kadınceğizi evin bi köşesine oturtup bilgisayarla başbaşa kalabileceğimi pek sanmıyorum. Bir haftacık zaten. Gezelim mi, bazlama, poğaça yapmayı mı öğrenelim? Turşu mu kuralım, reçel mi yapalım? Anne geliyor sonuçta. Bi şeyler yaptırmak, yaptırırken de eşeklik etmeyip öğrenmek lazım. Yemeyi seviyorum çünkü. İnternetten tarif bulmak da her zaman işe yaramıyor. İlk anneminkini yemişim, daha güzel olsa bile o ilk yediğimle aynı tatta  değilse "tam olmamış" diyorum içimden. Mantıksız fekat koku ve tat hafızası giriyor işin içine, n'apayım?

Annem ve babam ilk defa evime geliyor. Bakalım nasıl geçecek... Beğenecekler mi kurduğumuz düzeni... Buradaki hayatımı onaylayacaklar mı? Onaylamasalar da bi şey değişmeyecek, bunu bildikleri için daha açıksözlü olabilirler. Hem iyi, hem kötü... Bütün gün ne yaptığımı soruyordu babam arada bir, bakalım tatmin olacak mı... Sınava giriyorum gibi hissediyorum. Sırf beni doğurup yetiştirdiler diye ölene kadar yaşadıklarımın hesabını vermek zorundaymışım gibi hissediyorum onlara karşı. Gerçi yok... sırf onlara karşı değil, tüm insanlığa karşı sürekli bi hesap verme halim var hala kurtulamadığım. Zamanla azalacak diye bekliyorum bakalım...

İnsan kendini beğendirmek isteyince böyle stres oluyor işte. Halbuki ne var? Ben burdayım, böyle böyle yaşıyorum, hayatımdan memnunum, mutluyum, beni düşünmeyin, içiniz rahat olsun desem, hatta demeden hissettirsem umurlarında olacak mı doğrular, yanlışlar? Hayır. Güle güle gidecekler. Hatta büyük ihtimalle böyle gelişecek olaylar. Fikir ayrılıklarımız, hayal kırıklıklarımız, çaktırmadan konuşulacak, anlaşılmasa da saygı duyulacak, Schipol'de el sallanırken gözler dolacak. Aile netekim, en azından bende böyle bi şey.

Neyse. Nerden nereye...

19. haftada sevdiğim birinden bahsetmem isteniyor. Hiç canım istemiyor. Kimi anlatayım? U.ı mı? Sevdiğim adamdan ele güne karşı bahsetmekten hoşlanmıyorum. Eskiden severdim, o ilk heyecanlardan olsa gerek. Artık istemiyorum. Ailemle ya da arkadaşlarımla ilişkim de zaten nanay. Sevgimi anlatmaktan hoşlanmıyorum sanırım. Ya da insanlardan bahsetmekten. Sebebi her neyse, bu soruyu pas geçiyorum efem,

Sağlıcakla kalınız,
Kanatlı Kedi

01 Mayıs 2018

18. Hafta

Bu haftanın sorusu: Something you are excited for? Beni heyecanlandıran bi şeyi anlatmamı istiyor yanlış anlamadıysam. Düşündüm düşündüm büyük bi heyecan bulamadım. Harry Potter okuduğum zamanlardaki heyecanı uzun zamandır duymuyorum sanırım. Sporla ilgim yok, sunumu sırasında çok heyecanlanacağım müzik, tiyatro gibi sanatsal işlerle de alakam yok. İnsan kendi halinde yaşarken ne kadar heyecanlanabilir ki?

Ama mesela aklımdaki tarihle ilgili soru işaretlerine cevap bulunca epey heyecanlanıyorum. İlk fırsatta bu yeni bilgiyi birilerine anlatmak istiyorum. Ya da tamamen içimin dışıma aktığını hissettiğim üç beş kelime bi şeyler yazabilince epey heyecanlanıyorum. Ya daaa ikincielciden güzel ve ucuz bi şeyler bulunca çok heyecanlanıyorum. Müze gezerken sorularıma cevap bulunca... Ya da Auguste Comte, Simon de Beavuoir ve Pierre Buordieu'nün mezarlarının yan yana olduğunu görünce saçma bi şekilde heyecanlanıyorum. (Soyadları doğru yazmışımdır inşallah, düzeltmeye üşeniyorum.)

Bi şeyleri içimde tutamayıp çevremdekileri bıktırana kadar bu konuda konuşma isteği duyuyorsam, heyecanlanmış sayıyorum kendimi. Genelde kalbim hızlı atıyor böyle zamanlarda, bundan da ölçebilirim aslında.

Tabi bunlar hep iyi heyecanlanmalar. Bi de kötüleri var. Sinirden ya da gerginlikten, korkudan doğan heyecanlar. Bunları hiç sevmiyorum, lunapark oyuncaklarında bile olsalar. Adrenalinle aram hiç iyi değil.

Bildiğin nerd, inek, sıkıcı bi profil.

Aman be, n'apalım beyamca, Allah baba bizi de böyle yaratmış. Hiç.

Selam eder, gözlerinizden öperim,
Kanatlı Kedi