07 Ocak 2016

Film: Suffragate (Diren!)

Beyazperde'ye göre film Türkiye'de 15 Ocak 2016'da vizyona giriyor.
Dün, Suffragette'i izledikten sonra bir arkadaşımla konuşurken, laf arasında, "1900lerde İngiltere'de kadınların oy hakkının olmaması çok tuhaf değil mi?" dedi. Benim birkaç ay önceki fikrimdi bu. Okumalarım az çok işe yarıyor belli ki, dedim kendime. Okudukça medeniyetin eşitlikle, özgürlükle eş anlaşılmasının çok yakın geçmişe dayandığını öğrenmişim demek ki. Yahudilerin, siyahların, kadınların, göçmenlerin, sömürgelerin diğerleriyle eşit insan kabul edilmeyişinin üzerinden ne yazık ki tam 1 yüzyıl geçmedi henüz. Halbuki biz doğulu az okumuşlara göre, Batı medeniyeti bunları çoktaaaan aşmış olmalıydı. 1900lerde kadınlara oy hakkı nasıl verilmez? E ama sevgili az okumuş Türk, o yüzyılın ortasında Yahudi soykırımı vardı hatırlar mısın? Sadece psikopat Naziler değildi katliamın sorumlusu, destek veren devletler ve halklar vardı. Bütün kötülüklerin kaynağı Yahudilerdi onlara göre bir zamanlar. 1900lerde hala özgür olmayan sömürgeler vardı, bol bol savaştılar. Gandhi ne için direndi 1900lerde? Siyahların savaşı var bi de... İlk akla gelenler bunlar. Sanki bunlar başka bir yüzyılda geçmiş gibi, Batı tarihinden ayırıveriyoruz. Batının mükemmel olmadığını anlamam bu yaşımı buldu ya, utanıyorum.

Buradan sonrası SPOILER içerebilir ama zaten tarihle ilgili bir film, spoilerın çok önemi olduğunu sanmıyorum. Yine de pimpirikli olanlara okumamalarını tavsiye ederim. 

Filmin konusu: Küçüklüğünden beri çamaşırhanede çalışan başkarakterimiz Maud (Carrey Mulligan), Sonny (Ben Whishaw) ile evlidir. Sonny de aynı çamaşırhanede çalışmaktadır. Birbirlerini ve oğulları George'u sevdikleri gözlerinden okunur. Maud, küçüklüğünden beri patronunun tacizine uğramıştır fakat sesini çıkaramaz. Çıkarsa bile yapacağı bi şey yoktur, kimse O'nun gibi birini dinlemez. Ömrünün çoğunu çalışarak geçireceğini kabullenmiştir kendisi de, kocası da. Birgün işten dönerken Suffragetteların eylemine şahit olur, camı pencereyi indirip kadınlara oy hakkı diye bağırıyorlardır ve zamanla onlara katılır. Kocasıyla bozuşur, oğlu elinden alınır, hapse girer çıkar. O'nun hikayesi temel alınarak İngiltere'deki kadınların oy haklarını alma savaşının tarihi anlatılır. 

Altyazısından alıntılarla gideceğim.

"Bayan Garston, O'na reçelli ekmek yedirdi." 
George'un babası Sonny, annesi Maud'a söylüyor. Babanın çocuk bakımıyla ilgili hiçbir şey üstlenmemesi vakası. Karısı işten geç gelmek zorunda kalmış, bu durumda baba çocukla ne yapacağını bilemiyor, komşu kadınlardan biri gelip bi şeyler yediriyor. Sonrasında karısına yatağa gelmiyor musun, diyor. Hayır, kadının önce evi toparlaması gerek. Adamın saatlerdir evde ne halt ettiği meçhul. 


"Maud--Maşımızın artması gerektiğini düşünüyor.
  Sonny--Yine tepeden bakıyor yani."
İş çıkışında milletvekillerinden birinin karısı Alice Houghton'la karşılaşıyorlar. Kadın çamaşırhane çalışanlarını haklarını aramak için bilinçlenmeye çağırıyor. Bir temsilci seçip, sıkıntılarını Maliye Bakanlığı'nın dert dinleme gününde iletmelerini istiyor. Yukarıdaki konuşma akşam, Maud'un evinde gerçekleşiyor. Sonny, yani koca, Maud'un söylediğini hemen duymazdan geliyor, kadının haklı olma ihtimalini düşünmek bile istemiyor. Hatta bunu isteyip istemediğini bile düşünmüyor. Halbuki kendi maaşı da muhtemelen oldukça düşük, onun da artması gerektiğini düşünmüyor. İtiraz edecek karakteri, gücü yok. Şükrederek, hayatını düzeltme ihtimaline hiç inanmadan, sınıfını kabullenerek yaşamını sürdürüyor. Bunu, daha sonra, karısının "Bir kızımız olsaydı, nasıl bir yaşamı olurdu?" sorusuna verdiği yanıtta da görüyoruz: "Seninki gibi" ve onun kızı da öyle olacak, onunki de... Bu devran hep böyle sürecek. Bizim yerimiz belli, daha iyisinin hayalini bile kurmayalım, diyor yani. Kapitalizmle neyin birleşimi bu? Monarşi mi? Terimler konusunda pek iyi değilim fakat sadece kapitalizm etkisi değil bu kadar halinden memnun kılan insanları. Din mi? Belki de kapitalizmin ilk versiyonu diyebiliriz buna. Şimdiki versiyonu daha iyi hayatların hayalini kurmamıza izin veriyor çünkü, hatta bu hayalden besleniyor.


"Bilinçli, eğitimli biri. Bu da O'nu özellikle tehikeli yapıyor."
Kadın hareketini bastırmakla görevli dedektiflere hareketin elebaşları tanıtılırken kurulan cümle. Bu durum aklıma şu soruyu getiriyor: Eğitimli insanların isyanlarda, grevlerde, herhangi bir örgütlenmede önder olması kaçınılmaz değil midir? Örneğin işçi sınıfının kurtuluşunun tamamen işçi sınıfından doğması mümkün mü? İşçilerin asla bilinçli olarak yetişemeyeceğini, buna izin verilmeyeceğini, örneğin asla tarafsız bir tarih kitabı okumayacaklarını düşünürsek... Eskiden aşırı çalıştırıldıkları için hiçbir şeye fırsatları yoktu. Ölmeden çalışmak tek kazanımdı. Şimdi ise vakitleri var fakat hepimiz gibi direnecek özgüvenleri yok. Kredi kartları var. Bir hareketin içine girmeden daha fazla uzaktan sallamak istemiyorum bu konuda.


"O aşağılık kadın hakları savunucularından biri mi oldun şimdi?" 
Sonny, karısına söylüyor bunu. Ve, hayır, diyor kadın, çünkü olaylar hızlı gelişmiş, biraz meyilli olsa da, tam olarak kendi kararını veremeden örgüte dahil olmak zorunda kalmış. Sonra yumuşuyor adam, "Sadece seni kolluyorum, her zaman yaptığım gibi" diyor.Yani tek derdim senin iyiliğin, insanların gözünde aşağılık bi cadı olmanı istemiyorum, diyor. Fakat olaylar geliştikçe daha iyi görüyoruz ki, adamın derdi aslında karısınınki değil, kendi onuru. O'na hakim olamadığını görmek adamı tepetaklak ediyor, toplumdaki itibarını, hayatta sahip olduğu tek iktidarı, evdeki iktidarını yok ediyor. 

Halbuki karısını gerçek anlamda dinleseydi, fikir alışverişinde bulunsalardı, diğer insanları daha az ciddiye alırdı, karısının girmek üzere olduğu mücadeleye gönül rahatlığıyla destek verirdi. İktidarını kaybetmekten bu kadar korkmasaydı...


"Maud--Bize şans dile.
Sonny--Bu işleri bırakıp çalışmaya dönsen daha şanslı oluruz."
Maud, arkadaşıyla birlikte, yasa değişikliği hakkında Kral'ın verdiği kararı dinlemeye giderken geçiyor bu konuşma.


"Bayan Houghton--Benim param zaten.
Bay Houghton--Ama sen benim karımsın. Buna uygun davranacaksın."
Milletvekilinin karısının nezarethaneden çıkarken diğer direnişçi kadınların da kefaletini ödemek istemesi ve kocasının ödememesi vakası. (Bayan Houghtan Dirty Dancing Havanna Nights'tan tanıdığımız Romola Garai.)


"Dedektif Arthur Steed--Neden yaptığını sordum. Hayatına anlam kazandırdığını söyledi. Alt tarafı bir ırgattı." 
Sınıf farkının normalliğine inanan bir erkek daha. Maud'u sorguya çekerken, daha önce gelen bir direnişçi kadından bu şekilde bahsediyor. 


"Siyasi mahkumlarız, kendi kıyafetlerimizi giymeye hakkımız var!" 
Maud ilk kez hapse düştüğünde, arkadaşlarıyla aynı odada kıyafetlerini çıkartmaya ve mahkum elbisesi giymeye zorlandığı zaman, bilinçli ve tehlikeli olan Edith Ellyn'in (Helena Bonham Carter) haykırdığı cümle. Tabi ki bu talepleri de kabul edilmiyor. Buna karşılık, hapiste oldukları süre boyunca açlık grevi yapıyorlar.


"Maud--Bize ne yaptılar bilmiyorsun.
Sonny--'Biz' mi? Ya bana ve George'a ne yaptılar?...Sokaklar dedikodu kaynıyor."
İktidarı kaybetme korkusu Sonny'de artık iyice belirgin. Mücadelenin haklı olup olmaması hiç önemli değil, başkalarının dediklerinin verdiği utanç çok daha önemli. "Neredeyse gün doğana dek seni bekledim durdum. Eve dön diye dua ettim. Bir daha beni böyle utandırma." Adamın içinde sevgi var. Ama gurur ve utanç sevginin üstünü örtüyor. Saygıya dayanmayan bir sevgi.  Masum, saf bir tazeye duyulan, acıma, kol kanat germe ile ayakta duran bir sevgi. Taze, senin gerdiğin kanatlardan uzağa, tehlikeye gitmek isterse, ne yaparsın gururlu adam? Panik! Sevmenin başka yollarının da olduğunu öğrenmeliydin şimdiye kadar. Öğretmemişler. Öğrenmeye de hiç meraklı olmamışsın. Kadının davasını kendi davan olarak görmediğin sürece sevginin ne anlamı var? İnsan kölesini de sevebilir.

Filmde saygıya dayalı sevgi örneği de var: Edith Ellyn ve eşi Hugh Ellyn. İkisi de okumuş. Adam, kadın hareketinin erkek destekçilerinden. Dedikoduları umursamıyor. 


"Sonny--Seninle uğraştım Maud. Doğru yola getiririm sandım.
Maud--Ya buna gerek yoksa?
Sonny--Sen bir annesin Maud. Eşimsin. Benim karımsın. Öyle olman gerekir.
Maud--Artık yalnızca karın değilim."
Tabi sonra adam kadını kapı önüne koyar. Komşular kapılardan camlardan tüm kavgayı izler ve kimse kadına evini açmaz. Belki kadınların birkaç tanesi içten içe takdir eder kadını, üzülür ama eve misafir almak konusunda söz hakkı yoktur. Diğerleri zaten direnen kadınların ahlaksız olduğunu düşünür. Çünkü iyi bir Hıristiyan olmak bunu gerektirir falan..


"Tacizci patron--Baksana Maud, kendini gördün mü? Reziller. Bayan Pankhurst'un sakıncalıları.
Maud--Fena fotoğraf değil aslında. Belki kesip duvarıma asarım." 
Ve kadın işten kovulur. Yıllarca taciz edilmenin acısını, kovulmanın da rahatlığıyla, adamın elinin üstüne ütü basarak çıkartır. Gelen dedektif Maud'a yine nutuk çeker: "Senin gibilerini dinlerler mi sanıyorsun? Umurlarında mı sandın? Önemsemiyorlar. Dünyada bir hiçsin. Senin gibi kızlarla büyüdüm. İntikam ve amaçları uğruna hayatlarını feda edenlerle. Sizleri iyi tanırım. Keza onlar da. Senin gibilerden yararlanmayı bilirler. Parasız, umutsuz, düzelmeyi bekleyenlerden. Süslenip püslenir, övünür, sizi pohpohlar ve size 'amacımızın piyadeleri' derler. Fakat yalnızca yemsinizdir. Hiçbirinizin kazanamayacağı savaşın yemleri." İsyanın önderlerinin gerçek isyankarları piyon olarak kullandığı savını biz de çok yakından tanıyoruz. Hiç olmazsa ana-babamızdan. (Bkz: Herkes kendini kurtarır, olan sana olur.) (Bkz: Olaylara karışma) Hele ki liderler filmdeki gibi milletvekili karısı gibi okumuş, üst sınıflardan birileri olursa, bu argüman daha bir gerçekçi duruyor.  İllaki kafası karışıyor insanın ve bir karar vermesi gerekiyor. Ne mutlu, bu kararı verirken yargılamayan, destek olan ebeveynlere sahip olanlara.


"Edith Ellyn--Unutmayın, eylemlerimiz sırasında kimsenin zarar görmemesi çok mühim."
Süfrajetlerin şiddete dayalı eylemler yaptığına, cinayetler işlediklerine dair bir şeyler okumuştum son birkaç günde, Sherlock'un son bölümünü izldiğimden beri. Araya Sherlock'la ilgili spoilerlar serpiştirmek istemiyorum ama süfrajetler ve şiddet bağlantısını tam olarak çözmem gerek kafamda.


"Sonny--O'nunlayken(George) sana güvenemiyorum. Taylor'a (tacizci patron) yaptıklarından sonra.
Maud--Peki Taylor bana ne yaptı Sonny? Senelerce..." 
Ve adam eve girer, kapıyı kapatır. Patronunun karısını taciz edişini görmezden gelerek yaşamışlardır yıllarca.Kadının hala sessiz kalmasını beklemektedir.



Bu filmde, harekete tedirgince katılan Maud ve kocasının O'na karşı tavrıydı benim en çok dikkatimi çeken. Erkeği anlamaya çalıştım. Neyi neden yaptığını. Çevremizde onlardan ne kadar çok olduğunu fark ettim. Sene olmuş 2016 ve hala çok fazla Sonny var etrafımızda. "Kadın hakları falan tamam da yani onlar da çok ciyaklıyorlar" diyen-demeyen okumuş erkekler... Sivil toplum örgütlerinin üyelerinden olup, kadın üyelerle "sen feminist misin?" diye dalga geçen okumuş erkekler... Ve sülalemde kadına yakışan hareketleri durmadan vurgulayan kadınlar, erkekler... İsyan eden kadın profilinden nefret eden beyaz yakalı okumuş kadınlar.. Edeplice tepki göstermek gerektiğinden bahsedenler... Okumuş insanlar arasında bile "Tecavüz değildir o, kendi kuyruk sallamıştır" demeye olan yatkınlık... Ve kendi küçücük, örgütlenmemiş halimle, sülalemdekilere laf yetiştirmeye kalktığımda, köyün delisi olarak görülüşüm, saygıyla karışık umursanmadığımı hissedişim... Kimbilir aktivist olup hapse girip çıksam ne çok kişi azalacak etrafımda -ki bu iyi bi şey aslında. Çok şey var, zihin özgürlüğümüzün önünde engel bunlar.

Medeniyet dediğin hazır lokma değil, savaşmayınca olmuyor. Kadınlara oy hakkı verdi diye Mustafa Kemal'e teşekkür edip duruyoruz ya her sene, belki de iyi bir şey değildi bu, kendimiz almalıydık. Bilinçsizdik, savaş vermedik yeterince. Kıymetini bilemiyoruz. Daha fazla klişeye girmeden çıkayım buradan.



 Not: Şu linkteki görsellere bi bakınız lütfen. Eski fotoğraflar var.

Not2: Atatürk öncesi bu topraklarda kadın haklarıyla ilgili hiç savaş verilmedi,haketmeden aldık diye bol bol zirvalamisim ya yukarıda, ekşi sözlükte pollyjean çok güzel vermiş ağzımın payını. Türkiye kadın hareketinin tarihini okumak gerek. Entry için https://eksisozluk.com/entry/57897337














04 Ocak 2016

Hannah Arendt-Kötülüğün Sıradanlığı'ndan notlar

Hannah Arendt'in Kötülüğün Sıradanlığı kitabını sonunda bitirdim. Bünye bu kadar bilgiye alışkın değil, yazmazsam boğulmamak için bi an önce unutmam gerekecek -ki benim için çok zor değil, beni tanımlayan üçüncü eylem: unutmak. Fekat unutacaksak niye okuyoruz? (Bkz: Kafamız güzel olmayacaksa niye içiyoruz?)

İşbu yazı tabi ki kitap değerlendirme yazısı değildir. Notlarımı toparlama ve kafamda beliren soru işaretlerini hatırlama yazısıdır.

Kitapta ne anlatılıyor?

Adolf Eichmann bir Nazi'dir. Işıkları açınca ortadan kaybolan böcek sürüsü misali, yarattıkları savaş sonrası Naziler dünyada bi yerlerde gizlenmektedirler. Dünya onlar için tersine dönmüştür. Eichmann da sahte kimliklerle oradan oraya sürüklenmektedir. 1960 yılında Arjantin'de yakalanır ve -bi şekilde- İsrail'e getirilir. Ve bi şekilde, İsrail'de yargılanmasına karar verilir. Duruşmalar basına açıktır. Olabildiğince fazla takip edilmesini ister İsrail hükümeti. [The Eichmann Show filmi, duruşmanın canlı yayınlanmasında gösterilen çabayı güzel anlatıyor. Gözünü sevdiğim Martin Freeman ve hırkası da filmde bizimle birlikte.]

Hannah Arendt de duruşmayı izleyip değerlendirme yazısı yazmak için The New Yorker'dan teklif alır. [Teklif aldığını da Hannah Arendt filminden biliyoruz.] İsrail'e gider, duruşmayı izler ve dergide yazısı yayımlanır, kitabı basılır... Benim okuduğum kitap ise Eichmann in Jerusalem - A report on the Banality of Evil'in Metis'ten çıkan, İngilizce'den Türkçe'ye Özge Çelik tarafından çevrildiği 2012 versiyonu.

Kitap, sanığın getirildiği mahkemedeki manzaranın ve sanığın tahlili ile başlıyor. Sanığın Nazilere katıldıktan sonraki hayatı, Nazi tarihiyle birlikte anlatılıyor. Tarih anlatımı esnasında mahkemenin, hakimlerin, iddia makamının ve savunmanın tepkileri de irdeleniyor. Tarihteki önemli olaylar iyice sindirildikten sonra sunulan kanıtlar, tanıklar eleştiriliyor. Hüküm verilmesi, temyize gidilmesi ve infaz kararından sonra, Sonsöz'de mahkeme her yönüyle eleştiriliyor.

Okumayı güzel ve sürükleyici kılan, sadece gerçeklere dayanması değil, aynı zamanda yazarın üslubu. Bakış açısı, Yahudi olmasına ve Nazi Almanyasını yaşamış ve kaçmayı başarmış olmasına rağmen son derece objektif. Kolay iş değil. Öyle bir tarafsızlık ki bu, İsrail'i sınır koymadan eleştirebiliyor.


Kaynakları: 

Arendt, kitabın sonundaki Ek'te, bu kitabı hazırlarken, okuduğu diğer tüm kitap, haber ve makalelerin yanında, özellikle şu kaynaklardan yararlandığını belirtir:

- Duruşma tutanaklarının Kudis'te basına dağıtılan, çeşitli dillere çevrilmiş nüshası (Mahkemede konuşulan dil İbranice'ydi).
- Eichmann'ın İsrail'e getirildikten sonra, mahkemeye çıkmadan önce yapılan polis sorgusunun kaydı.
- İddia makamının sunduğu belgeler ve yasal materyal.
- Savunmanın 16 tanığının yeminli ifadeleri. (Savunmanın tanıkları İsrail'e sokulmadığı için uzaktan yeminli ifadelerini yolluyorlar. Arendt'in İsrail mahkemesini en çok eleştirdiği noktalardan biri bu: Savunmanın savunmasına izin vermemek).
- Eichmann'ın yazdığı 70 sayfalık müsvedde. Arjantin'de saklanırken, gazeteci Sassen'e vereceği röportaj için hazırlık yaparken aldığı notlar. (Röportajda kimliği açıklanmamış).
- Robert Perdof'un kitabı: Mörder und Ermordete - Eichmann and die Judenpolitik des Dritten Reiches (Yahudi Konseylerinin Nihai Çözüm'deki rolü hk.)
- Hollandalı gazeteci Harry Mulisch'in kitabı: Strafsache 40/61 (Arendt, bu yazarın konuyu ele alırken sanığın şahsını odağa yerleştiren neredeyse tek kişi olduğunu söylüyor.)
- T.C. Fest'in kitabı: Das Gesicht des Dritten Reiches (Önde gelen Naziler hk.)
- Gerard Reitlenger'in kitabı: The Final Solution.
- Raul Hilberg'in kitabı: The Destruction of the European Jews.

Anahtar sözcükler:
judenrein: Yahudisiz bölge
endlösung: Nihai Çözüm'ün Naziler arası kod adı
Doğu: Polonya, Baltık Devletleri ve Nazilerin tarafından işgal edilmiş Rus toprakları

Not: Belki bi gün, iyi bi çocuk olursam, aşağıya yaptığım alıntıları daha düzgün bir metne dönüştürebilirim. Ancak defterden buraya geçirmek günlerimi aldı, bunu bitirmeden başka kitaba başlayamaz oldum. Takıntı yapmadan bırakmam lazım. Şimdilik böyle kalsın.



Alıntılar:

Sayfa 9 - "İsrail'deki hemen herkes gibi, Hausner de Yahudilere ancak bir Yahudi mahkemesinin adalet getirebileceğine ve düşmanlarını yargılamanın Yahudilere düştüğüne inanıyordu."  Gideon Hausner, iddia makamı başkanı. Arendt bu adamı bol bol eleştiriyor.

9 - "İsrail'deki hemen herkesin, Eichmann'ı 'Yahudi halkına karşı' suçlarla değil, Yahudi halkı şahsında insanlığa karşı işlediği suçlarla itham edecek uluslararası bir mahkemenin adının anılmasına bile karşı çıkmasının nedeni buydu. (...) Böyle lafların insanların kulağına pek tuhaf gelmediği bu ülkede, Yahudi vatandaşların aile durumunu Yahudi hukuku belirler; buna bağlı olarak, Yahudiler Yahudi olmayanlarla evlenemez, yurtdışında yapılan evlilikler tanınır ama karma evliliklerden doğan çocuklar gayrimeşru (...) sayılır ve Yahudi olmayan bir anneden doğanlar ne evlenebilir ne de gömülebilir." Arendt bunları '60larda söylemiş, hala durum böyle mi, bilmiyorum.

18 - "Eichmann'ın yakalandığı Mayıs 1960'tan sonra, sadece kasten ve taammüden adam öldürenlere dava açılabilmişti; cinayetlerin üzerinden 20 yılı aşkın bir zaman geçtiği için, diğer bütün suçlar zamanaşımına uğramıştı. (...) SS'in Doğu'daki mobilize katliam birlikleri Einsatzgruppen'den Dr. Otto Bradfisch, 15bin Yahudiyi öldürme suçundan on yıl ağır hapis cezasına; Eichmann'ın hukuk müşavirliğini yapan ve en az 600ü daha sonra öldürülen 1200 Macar Yahudisinin son anda sınır dışı edilmesinden sorumlu olan Dr. Otto Hunsche, 5 yıl ağır hapis cezasına; Rusya'daki Slutsk ve Smolevichi kentlerinde yaşayan Yahudileri 'tasfiye eden' Joseph Lechthaler de 3 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı." 

21 - "Alman mahkemelerinin Nazi katliamcılara nasıl hoşgörülü davrandığı düşünülürse... Almanya'da yapılacak bir Eichmann duruşmasının en büyük siyasi rizikosu şüphesiz cürme niyeti olmadığı için beraat kararının çıkma olasılığıydı." 

21 - "... ne Naziler Ailmanların 'nispeten küçük bir kesimini' oluşturuyordu ne de 'Almanların büyük çoğunluğubir fırsatını bulduğu zaman Yahudi hemşehrilerine seve seve yardım etmişti."

24- "1950 tarihli Nazi ve Nazi İşbirlikçileri (Ceza) Yasası'na göre, 'bu suçları işleyen kişi... ölüm cezasına çarptırılır'dı. Bu yasaya göre yargılanan Eichmann her suçlamayı şöyle reddediyordu: 'Bu iddianame bakımından suçsuzum.' Ne bakımdan suçlu olduğunu düşünüyordu o zaman? Sanığın uzun -kendisine göre gelmiş 'geçmiş en uzun'- çapraz sorgusu sırasında, ne savunma ne iddia makamı ne de üç hakimden biri Eichmann'a bu bariz soruyu sorma zahmetine girdi." 

25- Eichmann'ın avukatı Robert Servatius: "Eichmann Tanrı'ya karşı suçluluk duyuyor, hukuka karşı değil."

42- "Nazilerin tipik özelliklerinden biri de, düşmanları anısına müze kurmaktır. Savaş zamanında, Yahudi karşıtı müzeler ve kütüphaneler kurma şerefine erişebilmek için pek çok hizmet birimi sert bir rekabete girmiştir."

42- "1935'te, Almanya Versay Antlaşması'nın şartlarını ihlal ederek, mecburi askerliği tekrar başlattı... Hitler'in barış konuşmaları yaptığı zamanlardı hala: 'Almanya'nın ihtiyacı ve arzusu barıştır.', 'Polonya bizim gözümüzde büyük bir halkın ve milletçe bilinçli insanların yurdudur.', 'Almanya'nın Avusturya'nın içişlerine karışmak, Avusturya'yı ilhak etmek gibi bir niyeti veya arzusu yoktur.' ... Nazi rejiminin genel anlamda ve maalesef sahiden kabul görmeye, Hitler'in Alman ulusunun en büyük devlet adamlarından biri olarak herkesin takdirini kazanmaya başlaması da bu yıla denk düşer."

44- "Yahudiler konusundaki kişisel duyguları ile üyesi olduğu Parti'nin bariz ve şiddetli antisemitizminin arasını nasıl bulduğu soruluncaa, Eichmann bir atasözüyle cevap verdi: 'Yerken, hiçbir şey pişerkenki kadar sıcak değildir.' "

44- 9 Kasım 1938: Kristalinacht = Cam Kırıkları Gecesi. 7500 Yahudi işyerinin camı kırıldı, sinagoglar yakıldı, 20bin Yahudi toplama kamplarına götürüldü.

44- 15 Eylül 1935: Naziler, antisemitik Nürnberg Yasaları'nı çıkardı.
- Yahudilerin siyasi hakları ellerinden alındı, vatandaşlıktan çıkarıldılar ama göç etmiş olsalar otomatikman devletsiz sayılmayacakları "staatsangehörige" statüsü aldılar.
- Almanlarla Yahudilerin cinsel ilişkiye girmesi yasaktı.
- 45 yaşın altındaki Alman kadınların bir Yahudinin evinde çalışması yasaktı.
- vs..

45- "30 Ocak 1933'ten beri, biraz yumuşatarak söyleyecek olursak, Yahudiler ikinci sınıf vatandaş sayılıyordu.(...) Yahudiler artık, Yaudilere özel yasaların çıkarılıp bittiğini, diğer yasal haklarının ellerinden alınmayacağını düşünüyorlardı. Kendilerine ayrılan alanda etliye sütlüye karışmadan yaşarlarsa... kimse onları rahatsız etmeyecekti."

45- Eylül 1933: Almanya'da Yahudi cemaati örgütü (Reichsvertretung) kuruldu. Örgütten radikal bir Siyonistin ilginç sözleri: "İnsan her türlü yasanın idaresinde yaşayabilir. Gelgelelim, neye izin verildiğini ve neyin yasaklandığını bilmeden yaşayamaz."

47- Eichmann hk: "Yahudi meseleleriyle ilgili eğitiminin neredeyse sadece Siyonizm ile ilgili olduğuna" dikkat çekiyor Arendt.

48- 1920: Nazi parti programı (Yirmi Beş Madde) hazırlandı

49- Gücü elinde bulunduranın kural, yasa, medeniyet, cumhuriyet tanımayacağına dair:"Nazi yetkililer Parti programını hiçbir zaman ciddiye almadılar; herhangi bir partiden farklı olan bir harekete, hiçbir programın sınırlayamayacağı bir harekete ait olmakla övünüp durduular. Naziler iktidara gelmeden önce bile, bu Yirmi Beş Madde sadece parti sistemine ve oy verecekleri partinin programının ne olduğunu soracak kadar antika olan müstakbel parti seçmenlerine behşedilmiş bir ayrıcalıktan başka bir şey değildi."

49- Ve mağdur olanın mağduriyetinin ne dereceye ulaşacağını kestiremeyişine dair: "Diğer taraftan Yahudiler, Yirmi Beş Madde'yi ezbere bilecek ve buna inanacak kadar antika insanlardı; Parti programının yasal uygulamalarıyla çelişen ne varsa, genellikle disiplinsiz üye veya grupların gelip geçici 'devrimci taşkınlıklarına' veriyorlardı." Mağdur taraf, her zaman, başına gelip gelecek en kötü şeyi zaten yaşadığını düşünüyor sanırım. Kuralları uygulamayanların -iktidar tarafından olsalar bile- cezalarını çekeceklerini düşünüyor. Hukuka olan güvenin sebebi bu. Halbuki hukuk nedir ki? Çocukluğumuzda da oyunların kuralları vardı. Daha karizmatik veya güçlü biri gelince, kuralları değiştiriveriyordu. Tek isyan yolu oyunu terk etmek ya da birleşip güçlü çocuğu dövmek, korkutmaktı, yani ya kaçış, ya savaştı. Güç gelince kurallar anlamsızlaşıyordu.

53- Yahudilere göç etmeleri için kısa bir süre tanınmış, bu sürede pasaport gibi resmi belgeleri tamamlayıp ülkeden çıkmaları gerekiyormuş. Resmi işlemler sırasında beş parasız kalmışlar. Halbuki gidecekleri ülkenin onları kabul etmeleri için bir miktar dövizleri de olması gerekiyormuş. Zengin Yahudilerden alınan parayla "ayaktakımı" Yahudilerin ülkeden çıkma masrafları karşılanmış. Gidince ihtiyaç duyacakları dövizi de Yahudi örgütleri karşılamış.

56- Eichmann mahkemede: "Ne zaman kendi kelimeleriyle bir cümle kurmayı başarsa, bu cümleyi klişe haline getirene kadar tekrar ediyordu."

59- "Ders kitaplarına konu olacak bir kötü niyet vakası, sahte bir kendini aldatmayla korkunç bir aptallığın birleşimi mi bu? Yoksa sadece hiçbir zaman pişmanlık duymayan suçluya (...) suçu gerçekliğin ayrılmaz bir parçası haline geldiği için gerçeklikle yüzleşmeyi göze alamayan bir kişiye mi örnektir? Yine de Eichmann2ın durumu, sıradan bir suçlunun durumundan farklıdır: Sıradan suçlu kendisini, suçla ilişkili olmayan dünyanın gerçekliğinden, sadece kendi güruhunun dar sınırları içinde tam anlamıyla koruyabilir. Eichmann'ın kendini aldatmadığından emin olmak için geçmişi düşünmesi yeterliydi; çünkü Eichmann ile yaşadığı dünya, bir zamanlar kusursuz bir uyum içindeydi. Seksen milyon insanıyla Alman toplumunu gerçeklik ve olgulardan koruyan da yine aynı araçlardı; aynı kendini aldatma, aynı yalanlar ve Eichmann'ın zihniyetine artık iyice kök salmış olan aynı aptallıktı."

60- "Savaş sırasında, Alman halkının tamamı üstünde en çok etkili olan yalan, 'Alman halkının kader savaşı' sloganıydı. Hitlerin veya Goebbels'in bulduğu bu slogan, insanın kendini aldatmasını üç açıdan kolaylaştırıyordu: Birincisi, bu savaş aslında savaş değil, demeye getiriyordu; ikincisi, savaşı başlatan Almanya değil, kader olmuştu; üçüncüsü, bu savaş Almanlar için bir ölüm kalım meselesiydi - ya düşmanlarını yok edeceklerdi ya da kendileri yok olacaktı."

60- Arendt'in Alman halkı hk acı sözleri: "Nazi rejiminin çöküşünden 18 yıl sonra, bu rejimin apaçık yalanlarının büyük bir kısmının unutulduğu bir zamanda bile, yalancılığın Alman ulusunun karakterinin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini düşünmemek zordur."

62- Eichmann'ı ciddiye almanın tek yolu: "gerçekleştirilen fiillerin kelimelerle ifade edilemeyecek kadar korkunç olması ile bu fiilleri gerçekleştiren kişinin komikliği arasındaki ikilemi çözmeye çalışırken kolaya kaçıp Eichmann'ın aslında cin gibi, işini bilen bir yalancı olduğu sonucuna varmaktı; ne var ki, Eichmann'ın böyle biri olmadığı ortadaydı." Kötülüğün canavarlara özgü olmadığını açıklaması bakımından, adeta kitabın özeti gibi.

65- Eichmann'a göre; "hiçbiri bu çarkın küçük dişlierinden başka bir şey değildi." Hangimiz değiliz be Eichmann, takma kafana...

66- Arendt: "Günümüzde Almanların Hitler döneminden bahsederken sık sık 'barbarlık' kelimesine başvurmaları da gerçekliğin çarpıtılmasından başka bir şey değildir; zira Yahudi ve Yahudi olmayan entellektüelleri, bu ülkeyi artık yeterince 'medeni' bulmadıkları için terk ettikleri izlenimi yaratmaktadır."

68- "Theresienstadt'tan kurtulan bir Alman Yahudisi, yazdığı mektupta, yöneticileriNazi yetkililer tarafından atanan Reichsverinigung (Almanya'da Yaşayan Yahudiler Birliği) bütün önemli pozisyonların Siyonistlerin elinde olduğunu anlatır. (...) Nazilere göre Siyonistler 'iyi' Yahudilerdi çünkü onlar da meseleye 'milli' açıdan bakıyorlardı."

75- "Polonya ve Romanya hükümetleri yaptıkları resmi açıklamalarla, kendilerinin de ülkelerindeki Yahudilerden kesinlikle kurtulmak istediklerini duyurmuşlardı." Hitler'in diğer ülkelerde bu kadar kolay hakimiyet kurmasının sebeplerinden biri, Yahudilerden kurtulmaya dayalı bu ortak fikirdi. Fakat neden? Bir halktan kurtulmaya haklarının olup olmadığı tartışılacak bir konu değil tabi ki. Fakat bu nefretin sebebi neydi? Hitler'in Kavgam'ını mı okumak lazım bunun cevabını öğrenmek için? Henüz bilmiyorum.

77- "Nazi rejiminin alenen totaliter ve kriminal bir hal alması savaşın başlangıcını, 1 Eylül 1939'u buldu." (Polonya'nın işgali) "(...) eskidevlet hizmetlerinin en önemli parçalarından biri (Devlet Güvenlik Polisi) 24 saat içinde Nazi hiyerarşisinin en radikal bölümlerinden birine (SS Güvenlik Polisi) katıldı. Bildiğim kadarıyla kimse buna itiraz etmedi veya işinden ayrılmadı." İki birim birleştirilip Reich Güvenlik Merkez Bürosu (RSHA) oluşturuldu.

80- Nürnberg Mahkemeleri hakkında: "... çeşitli sanıklar birbirlerini suçlayarak mide bulandırıcı bir manzara sergiledi - buna rağmen hiçbiri Hitler'i suçlamadı. Yine de bunu, başkalarının canı pahasına da olsa kendi canlarını kurtarmak için yapmıyorlardı; sanık sandalyesine oturan bu adamlar, uzun zamandır ayakta olan ve birbirlerine karşı köklü bir düşmanlık besleyen farklı farklı örgütleri temsil ediyorlardı." Faşizme hizmet etmekte birbirleriyle yarışırken birbirlerine düşman olan alt örgütler varmış.

83- Aralık 1939: Doğu'ya doğru tahliyeler başladı. "Polonya'da ... geniş bir alan gerekiyordu; bu toprak manda şeklinde özerk bir Yahudi devletine ayrılacaktı. Çözüm ancak bu olabilirdi." Bunlar, Eichmann'ın Yahudilerden kurtulmakla ilgili bulduğu çözüm. Yahudilerin gönderildikleri yerlerde öldürüleceklerini başlarda düşünmüyordu. Sonradan öğrenince ne tepki vereceğini ileride göreceğiz. (Tabi ki büyüklerim benden iyi düşünmüşlerdir, öldürülecek diyorlarsa, doğrusu odur, dedi.)

86- Madagaskar Projesi: Avrupa'daki 4 milyon Yahudiyi, Afrika'nın güneydoğu kıyısındaki bir Fransız adasına nakletme projesi. 1940'ta Eichmann bu projeyi hazırlamakla görevlendirildi. "Madagaskar Planı, Batı Avrupa'nın bütün Yahudilerini fiziksel olarak imha etmeye yönelik hazırlıkların ilerleyişini gizlemek için yapıldı."

89- Yahudilerin "varış yeri, çeşitli ölüm tesislerinin hazmetme kapasitesine, ayrıca bazı ölüm kamplarının civarında şube açmayı karlı bulan çok sayıda sanayi kuruluşunun köle işgücü talebine göre hesaplanıyordu. (SS'in pek önemli olmayan sanayi kuruluşlarından başka, I.G. Farben, Krupp Werke ve Siemens-Schuckert Werke gibi ünlü Alman firmaları hem Auschwitz'de hem de Lublin Ölüm kamplarının yakınlarında fabrikalar kurmuştu.)" Siemens'in internet sitesinde de bundan bahsediliyor.
Kaynak
93- 22 Haziran 1941: Hitler, Sovyetler Birliği'ne saldırı başlattı.

94- Mart 1941: Eichmann Yahudileri imha planını öğrendi.

95- Nazilerde, gizlilik yemini edenlerin bazıları Yahudileri imha planından haberdardı. Belgelerde imha, öldürme, tasfiye gibi sözcükler kullanılmıyordu. Nihai çözüm, tahliye, özel muamele gibi kodadlar, yani bir dil geliştirilmişti.

96- "Bu dil sisteminin asıl etkisi, söz konusu insanları yaptıklarından bihaber tutması değil; insanların yaptıklarını, cinayet ve yalanlarla ilgili eski, 'normal' bilgileriyle aynı kefeye koymalarını önlemesiydi."

101- "... ve kamplarda, kurbanları son ana kadar kandırmak için gerekli bütün önlemler alınıyordu."

102- "... imha mangasının işten ayrılmalarının çok kolay olduğunu ve bu durumun kendileri açısından ciddi sonuçlar doğurmadığını biliyoruz." Yani Nazilerde zorla insan öldürtmek yoktu, isteyerek yapıyorlardı.

107- Eichmann'ın "vicdanını sızlatan cinayet düşüncesi değil, Alman Yahudilerini öldürme düşncesiydi."

111- "Alman halkının ezici bir çoğunluğu Hitler'e inanıyordu...Bunlara karşı, ulusal ve ahlaki felaketin tamamen farkında olan, sayısı bilinmeyen tek tek insanlar vardı; ara sıra tanıdık çıktıkları ve birbirlerine güvendikleri oluyordu, arkadaşlık kuruyor ve görüş alışverişinde bulunuyorlardı ama kimsenin isyana niyetlendiği yoktu."

114- Hitler karşıtı Alman yazar Friedrich P. Reck-Malleczewen'in, 1944'te Hitler'e yönelik başarısız suikast girişimi sonrasında günlüğüne şöyle yazmış: "İş işten geçmedi mi biraz beyler? Bu adamı, Almanya'nın en büyük katili yapıp işler yolunda gittiği sürece peşinden ayrılmayan sizdiniz; hiç duraksamadan istenen her yemini eden ve yüzbinlerin ölümünden sorumlu olan, bütün dünyayı gözyaşlarına boğup gazap oklarını üstüne çeken bu suçluya uşaklık edecek kadar alçalan ... sizlerdiniz; şimdi ona ihanet ediyorsunuz ... Şimdi, iflası örtbas etmek olanaksız hale gelince, kendilerine siyasi bir mazeret bulmak için, beş kuruşsuz kalan bu eve ihanet ediyorlar - iktidar peşinde koşarken yollarına çıkan her şeye ihanet eden aynı adamlar." Komplocuların Hitler'den kurtulmaya çalışmalarının sebebi, soykırım değil, başarısız olmasıydı.

117- "Münih Üniversitesi'nden biri kız biri erkek iki kardeşin, hocaları Kurt Huber'in etkisi altında kalıp dağıttıkları o meşhur broşürlerde, Hitler'in ne mal olduğu nihayet açık açık dile getiriliyordu: 'kitlelerin katili'." Kurt Huber, Nazielere karşı direniş hareketi olan White Rose'dan. Tabi ki öldürüldüler.

118- Nihai Çözüm diye adlandırdıkları Yahudileri öldürme işini, tüm Nazilerin itiraz etmeden uygulamaya geçmesi gerekiyordu. Bunun için ilk aklımıza gelen, ne kadar sadist, canavar ruhlu varsa Nazi birliğine toplanmıştır, düşüncesi. Ama yanlış, "yaptığı şeyden fiziksel bir zevk alanlardan sistematik bir biçimde kurtulmaya çalışıyorlardı." Bu yüzden, "ancak ikibin yılda bir verilen ulvi bir görev" olduğuna ikna edildiler. "Dolayısıyla asıl mevzu bu adamların vicdan azabından nasıl kurtulacağı değil, fiziksel acıyla karşılaşan bütün normal insanları etkileyen hayvani merhamet duygusunu nasıl aşacağıydı." 

Çok basit bir yol vardı bunun için: "İnsanın bu içgüdüleri kendine çevirir gibi yapıp dışındaki bir şeye yöneltmesinden ibaretti. Böylece katiller, 'İnsanlara ne korkunç şeyler yaptım!' demek yerine, 'Görevlerimi yerine getirirken ne korkunç şeyler görmek zorunda kaldım, bu görevin omuzlarıma yüklediği yük nasıl da ağır! diyebiliyorlardı."

121- 1 Eylül 1939:  Hitler, "tedavisi olmayan hastaların huzur içinde ölmesi sağlanmalıdır." emrini vermiş. İlk gaz odaları da aynı yıl içinde inşa edilmiş. 1941'e kadar yaklaşık 50bin Alman öldürülmüş, kiliselerden ve halktan protestolar yükselmiş (Yahudiler için benzeri örgütlü bir isyan doğmamış). Hasta Almanları öldürme amaçlı bu gaz odaları kapatılırken, Doğu'da Yahudileri öldürme amaçlı olanlar açıldı.

123- Ocak 1942: Yaralı askerler de gaz odalarında öldürülmeye başlandı. Tabi ki Alman olanlardan bahsediliyor.

124- Nazi karşıtı Almanlar hk: "Yaşadıkları dehşetin artık komşuları tarafından paylaşılmadığını gayet iyi bilen güvenilir insanların savaş günlüklerinde rastladığımız gerçekten paha biçilmez birkaç hikaye, koca bir ulusun ahlaki çöküşünden sonra da ayakta kalmayı başarmıştı."

131- "Bir Yahudinin gözünde, Yahudi liderlerin kendi insanlarının imhasında oynadıkları rol, bu baştan sona karanlık hikayenin şüphesiz en karanlık bölümüdür."

131- Yahudi yetkililer, Nazilere yardım ettiler. İşbirliği yaparlarsa daha az zararla kurtulabileceklerini düşündüler. Tehcire gönderilecek Yahudileri bunlar belirledi, önemli Yahudileri gönderdiler. Din adamı, ünlü, sanatçı, bilim adamı gibi ünvanlara sahip Yahudilerin listesini yaptılar. Geri kalanların akıbeti önemli değildi.

Yahudi yetkililerin görevleri:
-insanların ve mallarının listesini yapmak, 
-tehcir ve imha edilme masrafları için tehcir edilenlerden para toplamak, 
-terk edilmiş apartman dairelerinin izini sürmek, 
-Yahudilerin yakalanmasına ve trenlere bindirilmesine yardım edecek polis gücünü sağlamak
-Yahudi cemaatin malvarlığını nihai müsadere için muntazam bir biçimde teslim etmek
-Sarı Yıldız amblemlerini dağıtmak (Bazı yerlerde, mesela Varşova'da kolluk satışı düzenli bir -işkolu haline geldi; sıradan kumaş kollukların yanı sıra fantezi, yıkanabilen, naylon kolluklar da bulunabiliyordu.)
-vs...

134- "Nazilere bu kadar yardım etmeselerdi, çok daha fazla Yahudi kurtulabilirdi, gizlenebilirlerdi", görüşünde Arendt. Ayrıca Yahudi liderlerin katliamda oynadığı rol hakkında bir de kaynaktan bahsediyor: H.G. Adler'in Theresienstadt 1941-1945 isimli kitabı (isme tıklayıp İngilizcesini indirebilirsiniz). Eichmann davasında iddia makamı Yahudilerin katliamdaki rolüne değinmekten ısrarla kaçınmış.

137- "İddia makamının tanıkları, ... ölüm merkezlerindeki cinayetlerin genellikle Yahudi komandoların işi olduğunu adil ve dürüst bir biçimde ortaya koydular -bu Yahudilerin gaz odalarında ve krematoryumlarda çalıştığını, cesetlerin altın dişlerini söktüğünü ve saçlarını kestiğini, toplu mezarlar kazdığını ve katliamların izlerini ortadan kaldırmak için bu mezarları tekrar açtığını; cellatların bile Yahudi olduğu, Yahudilerin 'özerkliğinin' bu raddeye vardığı Theresienstadt'taki gaz odalarını Yahudi teknisyenlerin inşa ettiğini gözler önüne serdiler.... Kamplarda çalışacak işçilerin seçimini ve sınıflandırmasını SS yapıyordu ve tercihini bariz bir biçimde suçlu veya sabıkalılardan yana kullanan SS'in yapacağı seçm de her halükarda en kötünün seçilmesi anlamına geliyordu."

138- Nazilere karşı direnenlerin mahkemeye gelmesi, "topyekün işbirliğinin duruşmaya dadanan hayaletini mahkemeden defetmiş."

142- "Üçüncü Reich'ta yaşayıp da Nazi gibi görünmemenin tek yolu, pek ortalarda görünmemekti."

142- İç göçmen: "Körü körüne inanan kitlelerin ortasında, kendi insanlarının arasında, toplum dışına itilmiş biri gibi yaşayan kişi... Herhangi bir örgüt olmadığı sürece, muhalefet ermenin hiçbir faydası yoktu." Sayıları direnişçilerden bile azmış.

147- Eichmann, Nazi döneminde karşısındaki sessizlik hakkında konuşuyor: "Kimse beni yaptığım işle ilgili herhangi bir şeyle suçlamadı."

148- 1961: Kastner Raporu - "(Rudolf) Kastner savaştan sonra bile 'önde gelen Yahudileri' kurtarmayı başardığı için kendisiyle gurur duyuyordu." 

149- Theresienstadt: İmtiyazlı (önde gelen) Yahudilere özel bir getto. Diğer kamplara göre adeta cennetmiş. "Düzenli olarak seyreltme yapılması gerekiyordu çünkü imtiyazlıların hepsini alacak kadar geiş bir alan yoktu."

150- "'Tanınmış' Yahudiler meselesi Almanya'da hala unutulmuş değil. Gazilerden ve diğer Almanya'da hala unutulmuş değil. Gazilerden ve diğer imtiyazlı kategorilerden bahsedilmezken, bu uğurda onca Yahudi kurban edildiği  halde, 'ünlü' Yahudiler hala üzüntü konusu. Özellikle kültürlü elitler arasında, Einstein'ı kapı dışarı etmesinden çok büyük bir üzüntü duyduğunu hala açık açık dile getiren insanların sayısı az değil. Gelgelelim bu insanların fark etmedikleri bir şey var: Dahi olmasa da küçük Hans Cohn'u karşıdan ateş edip öldürmek, birini (misal Einstein'ı) kapı dışarı etmekten çok daha büyük bir suç."

150- Pontius Pilatus: Romalı vali. İsa'nın idamını engellemeye çalışmış ama elinden bir şey gelmemiş. Eichmann da, üstlerinin Yahudi imhasıyla ilgili konuşmalarını duyunca, kendini Pontius Pilatus gibi hissetmiş.

151- Arendt: "Kant'ın ahlak felsefesi insanın muhakeme yetisiyle yakından ilişkilidir ve bu yeti de körü körüne itaati imkansız kılar."

152- "Sorgulama devam ederken, Kant'ın Pratik Aklın Eleştirisi'ni okuduğunu ekledi. Sözlerine, Nihai Çözüm'ü uygulamakla görevlendirildiği andan itibaren Kant'ın ilkelerineuygun yaşamayı bıraktığını, bunu bildiğini ve artık 'kendi fiillerinin efendisi' olmadığını ve 'hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini' düşünerek tesellibulmaya çalıştığını açıklayarak devam etti."

152- "Nihai Çözüm'ün baştan sona kadar dehşet verici bir özenle (...) uygulanmasının kökeninde tuhaf bir anlayış, esasen Almanya'da çok yaygın olan bir anlayış vadır: Yasalara bağlı olmak insanın salt yasalara uyması anlamına değil, uyduğu yasaları kendisi koymuş gibi hareket etmesi anlamına gelir. Ancak görev duygusunun ötesine geçince başarılı olunacağı inancının kaynağı budur."

154- Eichmann, Hitler'in mağlubiyeti yaklaşırken, imha projesi iptal edildiği için Yahudilerin taşınması sistemi iptal olunca, Yahudileri Budapeşte'den Avusturya sınırına yürüttü.

156- 1944: Eichmann judenrein hale getirmek üzere Macaristan'a gönderildi. Macar devleti ve polisinin desteğini gördü. Yahudilerin hayatları üzerinden ticaret yapmasıyla ünlü Kurt Becher de Macaristan'a gönderilen Nazilerden biriydi. Savaştan sonra Bremen'in başarılı tüccarlarından biri oldu. Eichmann davasında da savunma tanıklarından biriydi.

157- Nürnberg Mahkemeleri, SS Süvari Birliği'ni suç örgütleri listesine almamış nedense.

158- Becher, "Macaristan hükümetinin arkasından iş çeviren büyük Yahudi firmalarının kontrolünü eline alacak ve buna karşılık firma sahiplerini beş kuruş almadan ülke dışına çıkaracak, ayrıca hatırı sayılır bir miktar da döviz verecekti. En önemli görüşmesini otuz bin çalışanıyla uçaktan tutun kamyon ve bisiklete, konserve kutusundan toplu iğne ve dikiş iğnesine kaar onlarca şey üreten devasa bir işletme olan Manfred Wiss çelik fabrikasıyla gerçekleştirdi.... Weiss ailesinden 45 kişi Portekiz'e göç etti, Becher de işin başına geçti."

159- "Becher'in Kastner aracılığıyla yaptığı anlaşmalar... kurtarılacak her Yahudinin hayatı için bir fiyat belirlemekten ibaretti. Fiyatlar için bayağı sıkı bir pazarlık yapılıyordu..." Eichmann'a göre, Becher'den önce "Almanlar, herhangi bir ülkede Yahudi meselesinin çözümüne yardım etmelerine karşılık Yahudi mallarından pay almayı değil, sadece tehcir ve yok etme masraflarını talep etmişlerdi." Bu yüzden Becher'e kızgın. O'nun ve O'nun gibilerin bu kutsal hareketi yozlaştırdığını düşünüyor. Fakat Nazilerde yeni trend buymuş.

161- Eichmann, "...işin sonuna kadar içten içe büyük bir kızgınlık beslediği bu iyi eğitimli üst-orta sınıf centilmenlerine göre fazla ilkeldi. Milyonlarca insanı ölüme göndermekte üstüne yoktu ama 'dil kuralı' olmayınca iki kelimeyi yan yana getirmeyi beceremiyordu." Dil kuralı diye vurgulanan şey, resmi yazışma dili. Eichmann, mahkemede bile o ağdalı yazışma dilinden vazgeçememiş, dinleyenleri bıktıracak kadar süslüymüş konuşması.

162- Dr. Dieten Wechtenbruch: Carl Schmitt'in öğrencisi, Eichmann'ın avukatı olan Dr. asistanı. Yüksek lisans derslerini alırken Carl Schmitt'in kitabı Siyasal Kavramı'nı okuduğumuz için dikkatimi çekti, kitaba tekrar göz atmak lazım gelir.

163- Nisan 1945: Nazilerde artık herkes "ılımlı". Yani  "kana karşılık para" normalleşmiş, yolsuzluk olarak görülmekten çıkmış. Faşizmin kapitalizme dönüşmesi. İki süper zulüm birden.

163- "Dr. Wechtenbruch muhabirlere Eichmann'ın 'Hakim Landau'ya büyük bir güven duyduğunu', işini hakkıyla yapacağına inandığını düşündüğünü söyledi ve bu güveni Eichmann'ın her zaman bir otoriteye ihtiyaç duymasıyla ilişkilendirdi. Sebebi ne olursa olsun, Eichmann'ın duruşmanın başından sonuna kadar hakime gerçekten güvendiği ortadaydı; kararı duyunca bu kadar büyük bir 'hayal kırıklığına' uğramasının nedeni belki de buydu, insan olmakla sevecen olmayı birbirine karıştırmıştı."

165- "Führer'in ağzından çıkan her kelime kanun" sayılırmış. Führer imzasıyla bir belge bulmak, bu yüzden zormuş. Eichmann'a göre, "Bu 'hukuki' çerçevede, Hitler'in emrine uymayan her yazılı veya sözlü emir tanım gereği yasadışıydı."

"... pratikte, bir emre itaat etmemeniz için, o emrin açıkça yasadışı olması, hakimlerin ifadesiyle, yasadışılığın bu emrin üstünde 'Yasak!' anlamına gelen uyarı işaretiyle bir korsan bayrağı gibidalgalanması gerekir. Bir uyarı işareti taşıyan bu bayrağı, nasıl normal koşullarda 'açıkça' kriminal bir düzenin üzerinde dalgalanıyorsa, kriminal bir rejimde de normal koşullarda hukuki sayılan... bir düzenin üzerinde dalgalanır."

166- Savaşın son günlerinde, tüm Naziler, Ruslar veya Amerikalılar gelmeden kendileri için sahte evrak ayarlamaya ve suç unsuru sayılabilecek belgeleri de yok etmeye çalışıyorlarmış.

169- Kudüs mahkemesinin Nazlerin tüm suçunu Eichmann'a yükleyip rahatlama çabalarına ilişkin: "İddia makamı, Nürnberg Duruşmaları'ndan kalma bu belgeleri görmezden geldi, çünkü bu belgeler iddia makamının Eichmann'ın olağanüstü bir güce sahip olduğu yönündeki teorisiyle çelişiyordu." Belgeleri tek tek yazmadım buraya ama Arendt'in ironik üslubuna, bende gülme isteği uyandıran üslubuna bir örnek olsun istedim. Bir örnek daha geliyor:

171- "Nazilere göre Almanya'nın kan kardeşi olan İskandinav uluslarının (Knut Hamsun ve Sven Hedin hariç) Yahudilere doğru dürüst düşmanlık etme hususunda çok eksiği vardı."

174- Ve işte günümüz mülteci göçünün sorun olmasını açıklayan, içimden geçenleri özetleyen bir cümle Arendt'ten: "Eichmann, Kudüs'teyken, hiçbir ülkenin Yahudileri kabul etmeye hazır olmamasından yakınıp durdu ve büyük felakete bu durumun, sadece ama sadece bu durumun yol açtığını öne sürdü. (Sanki başka yabancılardan oluşan bir topluluk - beş parasız, pasaportsuz, o ülkenin dilini bile konuşmayan bir güruh - öbek öbek tepelerine çökse, şu düzenli tertipli Avrupa ulus-devletleri başka türlü tepki gösterirmiş gibi!) 

Şimdi diğer ülkelerdeki Yahudilere Hitler'in nasıl bela olduğuna bakalım:

179- 30 Haziran 1943: Reich -Almanya, Avusturya, Protektora- judenrein ilan edildi. (Hitler'in emrettiği tarihten çoook sonra). Halbuki Ocak 1942'de tehcir edilmeye uygun toplam 265bin Yahudi vardı.

182- 1942: Fransa'dan Yahudiler çıkartılıyor. Toplam 27bin devletsiz Yahudi Auschwitz'e gönderildi. Geriye 70bin Yahudi kaldı. Fransa, Fransız Yahudilerini Almanlara vermeyi reddetti. Gidenlerin imha edileceğinden haberleri yoktu. Gönderildikten sonra dedikodularla öğrendiler.

184- Belçika polisi Almanlarla işbirliğine yanaşmadı. Hatta Belçika askeri valisi '44'teki  Hitler suikastine karıştı. Savaştan önce burada 90bin Yahudi vardı. 1944'te Almanlardan kurtulduklarında toplam 25bin Yahudi öldürülmüştü.

185- Hollanda, devletsiz Yahudileri istemediğini savaştan önce resmen ilan etmişti. Kraliyet ailesi ve hükümet savaşta Londra'ya kaçmış. Savaştan önce toplam 140bin yahudi vardı. "Yahudi profesörler görevden alınınca öğrencilerin greve gittiği, grevlerin dalga dalga yayıldığı tek Avrupa ülkesi Hollanda'ydı." Yine de kurtuluş yok. 20-25bin Yahudi saklanabildi. Muhbirler yüzünden büyük kısmı yakalandı. Temmuz 1944'te 113bin Yahudi tehcir edildi. Yani, Hollanda'daki Yahudilerin 4te 3ü öldürüldü. 10bin Yahudi hayatta kaldı.

193- Danimarka'nın, Nazilerin ülkedeki Yahudilerin tehcir edilmesi teklifine yanıtı netti: Hayır. Bu kadar net yanıt veren tek ülke Danimarka'ydı. (İsveç de karşı çıktı ama çaktırmadan, Nazileri oyalayarak, isteklerini sabote ederek...) Polis, kraliyet ailesi, devlet görevlileri, hepsi birden Nazilerle işbirliği yapmayı reddetti. Mecbur kaldıklarında da, Nazilerin Yahudileri evlerinden toplayacakları günün öncesinde, Yahudi liderleri aracılığıyla olabildiğince tüm Yahudilere duyurdular. Böylece, "7800den fazla Yahudi arasından, evinde olan ve polisi içeri almaya rıza gösteren tam 477 kişi çıktı." Gerisi bir şekilde saklandılar. Görünen o ki, devlet Yahudileri korumaya çalıştığı için Hollanda'daki gibi muhbir sistemi de oluşmamıştı. "Parası olmayan Yahudilerin ulaşım masraflarını -kişi başı 100 dolar- çoğunlukla zengin Danimarka vatandaşları karşıladı."  Theresienstadt'taki Danimarka'dan gönderilen Yahudiler, "Danimarka'daki kurumların ve özel şahısların bu konuda sürekli 'yaygara koparması' sayesinde, gettoda başka hiçbir gruba tanınmayan ayrıcalıklar yaşadılar."

Fakat Danimarka'nın bu cesur tepkisi Nazi görevlilerinde de değişime sebep oldu. Yaptıklarının normal olmadığını fark etti bazıları ve gelen emirleri uygulamamaya kadar götürdüler işi.

196- Mussolini ve Hitler birbirlerini ve fikirlerini çok sevmezlermiş. Arendt, "Naziler Stalin'in Komünizmiyle, İtalyan Faşizminden daha fazlaortak noktaları olduğunu gayet iyi biliyorlardı." demiş. Ne açıdan? 

197- İtalyanlar, Yahudilerini Nazilere teslim etmek konusunda çaktırmadan ayak diremişler. Yahudi karşıtlığı İtalyanlarca ciddiye alınmıyormuş. Aralık 1943'te Almanya, resmi olarak, Yahudi karşıtı tedbirleri hayata geçirmeyi İtalyanların beceremediğini, bu yüzden Almanların görevi devralacağını bildirmiş. "Bütün bunlar, İtalyanların eşek şakalarının sonu oldu."

201- Arendt'in Balkanlar hakkındaki yorumu: "Her devlet, yönetimindeki hükümeti can düşmanı bilen büyük etnik gruplardan oluşuyordu."

Mart 1939- Naziler Çekoslavakya'ya girdi.

202- Arendt, Doğu ve Batı Avrupa Yahudilerinin farklarından da bahsediyor. Doğu'da Yahudiler üst-orta sınıfa mensupken, Batı'da daha çok orta sınıfa dahillermiş. Doğu'da, Yahudi olmayan toplumla daha fazla iletişime girmişler ve para, vaftiz ve karma evlilik yoluyla daha fazla asimile olmuşlar.

203- Dönemin Hırvatistan'daki kukla devleti, Nazilere hemen boyun eğdi: "Hırvatlar tehcir edilen her Yahudi için Nazilere 30 mark ödediler, buna karşılık olarak da tehcir edilenlerin bütün mallarına el koydular... öldrülen her Yahudinin mallarının -uyruğu ne olursa olsun- sınırları dahilinde ikamet ettiği devlete kalması bütün Avrupa ülkelerinde uygulanabilirdi." (Nazi yasalarına göre) 1943 sonbaharına kadar 30bin Yahudi ölüm merkezine gönderilmişti.

204- Bir istisna: Sırbistan'da Yahudiler bölgeden çıkartılmadan, tehcir edilmeden öldürüldü. 6280 kadın ve çocuğu gazla öldüren komutan Schafer, savaştan sonra Alman mahkemesinde yargılanmış ve sadece 6,5 yıl hapis cezasına çarptırılmış!

205- Bulgaristan'daki yerli faşist hareket Ratnizi, Ocak 1941'de Yahudi karşıtı yasaları çıkardı fakat bu yasalar Nazileri tatmin etmedi. Bulgarlar Yahudilerin gönderilmesini protestolarla engellemeye çalıştı. Parlamento da halkı destekledi. "Nihayetinde, birkaç ay sonra Danimarka'da ne olacaksa, Bulgaristan'da da aynı şey olacaktı -Alman yetkililer kendilerinden şüpheye düşecekler, diğerleri de artık onlara bel bağlanmayacağına kanaat getireceklerdi."

208- "Sofya Başpsikoposu Stephan, Hahambaşını saklamış ve 'Yahudilerin kaderini Tanrının belirlediğini, hiçbir insanın Yahudilere eziyet çektirmeye ve zulmetmeye hakkı olmadığını' duyurmuştu."

Ağustos 1944'te Yahudi karşıtı yasalar uygulamadan kaldırıldı. Kızıl Ordu yaklaşıyordu. "Tehcir edilen veya eceliyle ölmemiş tek bir Bulgar Yahudisi bile yoktu." 

210- Yunanistan, kuzeyde Alman, güneyde İtalyan işgali altında. Yahudiler Auschwitz'e gönderildiler. Yunanlar kayıtsızdı. Yunan Yahudiler, Auschwitz'de ölüm komandosu oldular, gaz odalarını çalıştırdılar.

212- Romanya, savaştan önce Avrupa'nın en antisemitist ülkesiymiş. Ağustos 1940'ta yeni diktatör Antonescu, Almanya'dakilerden daha sert, en sert Yahudi karşıtı yasaları yürürlüğe koydu. "Diğer Balkan ülkelerinden farklı olarak, Romanya hükümeti en baştan beri Doğu'da gerçekleştirilecek Yahudi katliamları konusunda bilgi sahibiydi." Şubat1941'de Romanya, Hitler'in yanında savaşa girdi. "Romanya usulü nakilde, 5bin insan yük vagonlarına dolduruluyor ve nasıl bir güzergah izleyeceği belli olmayan tren, kırsal bölgelerde amaçsızca dolanırken, havasızlıktan boğularak ölmeye terk ediliyordu." Ölenleri de Yahudi kasaplarında sergiliyorlarmış üstelik. Öldürmeye, Nazilerden daha isteklilermiş. Romanya'nın 850bin Yahudisinin yarısı, Romanlar tarafından öldürülmüş. Antonescu, Hitler'den hep bir adım daha öndeymiş acımasızlıkta, öküzlükte, öldürmekte. Arendt'e göre Romanyalı katillerin hepsi hakkıyla cezalandırılmış.

215- Macaristan'da ise kral görev başında değilmiş o yıllarda, danışmanları ülkeyi yönetiyormuş. Köylüler sefil durumda, birkaç aristokrat aile ise lüks içinde. 1938'de il Yahudi karşıtı yasa çıkarılmış. Macarlar Auschwitz gerçeğini biliyormuş. Nazilere bol bol rüşvet verirlerse bu işten en az zararla kurtulacaklarını düşünmüşler ama sonunda gaz odalarına veya fabrikalara insan taşıma başlamış. Bu esnada dünya Auschwitz'i, Yahudilerin imha edildiğini öğrendi, dünyanın çeşitli yerlerinde isyanlar çıkmaya başlamış. Roosevelt Macaristan'ı tehdit etmiş hava saldırısında bulunmuş. Bunun zerine Naziler tehciri durdurma kararını almasına rağmen Eichmann üslerini dinlememiş ve bir tren daha göndermiş Auschwitz'e. 1945'te de zaten Kızıl Ordu işgal etmiş.

224- Slovakya'da ise, "Slovaklar daha Almanlar Çekoslavakya'yı işgal etmeden, Mart 1939'da bağımsızlıkları için müzakerede bulunmak üzere Berlin'e geldiler ve ...Yahudi meselesi konusunda, byük bir sadakatle Almanya'nın izinden gideceklerine söz verdiler." Yahudilerin imha edildiğinden haberleri yoktu.

1942'den sonra, "Vatikan, Katolik din adamlarına 'yerleştirme'nin gerçekte ne anlama geldiğini duyurdu... tehcir operasyonları iyice gözden düştü."

231- Eichmann'ın avukatı Servatius'un Yahudilerden oluşan bu mahkemenin tarafsız olamayacağı iddiası üzerine mahkeme reisinin cevabı: "Biz profesyonel hakimleriz; daha önce önümüze konan delilleri nasıl değerlendirdiysek, görevimizi herkesin gözü önünde ve herkesin eleştirisine açık bir biçimde nasıl yaptıysak, şimdi de öyle yapacağız... Yargılama işine soyunan bir mahkemede, mahkemeyi oluşturan hakimler etten kemikten insanlardır, hepsinin duyguları vardır; ama hukuk bu duyguları sınırlamalarını gerektirir. aksi takdirde, midesini bulandıran kriminal bir davayı yürütecek tek bir hakim bile bulunamazdı... Nazilerin yaptığı soykırımı hatırlamanın her Yahudiyi altüst ettiği doğrudur; ama bu davaya biz baktığımıza göre, üzerimize düşen, bu duyguları sınırlamak ve görevimizi haysiyetle yerine getirmektir."

232- İddia makamı, Nazilere maruz kalmış tanıklar getirmişti. Genel olarak çektiklerini anlatan bu insanların çoğu Eichmann'ı hiç görmemişti. Ama uzun uzun konuştular çünkü: "Meseleye biraz insani açıdan bakıldığında, her ne kadar anlatmak zorunda oldukları şeyler 'duruşma açısından sadece ikincil derecede önem taşısa da', 'tanık kürsüsüne çıkınca içindekileri döken' bu insanların anlatıklarının gerçekliğini sorgulamaya ne hakla cüret ederlerdi?" İşte Arendt'in şaka mı yapıyor, ciddi mi, anlaması zor olan üslubuna bir örnek. Yazısı yayınlanıktan sonra epey bi tepki toplamasının sebebi biraz da bu dalgacılığı olsa gerek.

234- "Tarihin bu dönemiyle ilgilenenler, (iddia makamını temsil eden) Hausner'in kitap olarak da yayımlanan açılış konuşmasının aksine, (duruşmanın) karar metninde çok şey bulabilirler."

238- Eichmann: "Hayatım boyunca ne bir Yahudiyi ne de Yahudi olmayan birini öldürdüm. Bir Yahudiyi veya Yahudi olmayan birini öldürme emri vermedim."

Aralık 1942: ABD savaşa girdi. Nazilerden Himmler: "ABD ile güçlü ilişkileri olan bütün Yahudiler özel bir kampa yerleştirilmeli...ve hayatta kalmalı...Bunlar bizim için kıymetli rehineler. Aklımda onbin gibi bir rakam var." demiş.

240- 1937'de Hitler, yabancı ülkeleri fethetmek niyetinde olmadığını, Doğu'da Almanların yerleşebileceği bir boş alan istediğini söyledi. Dolayısıyla Lehler yollandı.

241- Lehler de Yahudiler gibi -yıldız yerine P harfi olan- bir amblem taşımaya zorlanıyorlardı.

243- Arendt, savunmanın savunma yapabilmek için gerekli araçlardan mahrum bırakıldığını söylüyor. Tanık olarak çağırmak istedikleri kişiler, İsrail'e girdikleri anda haklarında dava açmakla tehdit edilmişler. "Görünüşe göre, savunma makamının payına düşen sadece zengin adamın tabağında kalan yemek kırıntıları olmuştu."

244- "Nürnberg'de olduğu gibi Kudüs'te de savunmanın en büyük handikabı, bu belge yığınını tarayıp davada işe yarayacak ne varsa bulup çıkaracak eğitimli araştırma görevlisi personelinden yoksun olmasıydı... Bugün, savaştan 18 sonra bile, Nazi rejimiyle ilgili bilgimiz büyük ölçüde bu muazzam malzeme arşivinden iddia makamının amaçları doğrultusunda yapılan seçime dayanıyor."

245- Eichmann'ın hapishanede yazdığı her şeye İsrail hükümeti el koymuş, Milli Arşiv'e saklamış. İçlerinde karar açıklanmadan önce yazdığı bir kitap da varmış.

246- Arendt'in gıcığı mahkemeye ya da hakimlere değil, iddia makamına: "3 hakim, iddia makamının 17 celsede yapamadığı işi, 2,5 celse gibi kısa bir zamanda yaparak Eichmann'dan daha fazla bilgi aldı."

248- "Tanıkların çok büyük bir bölümü, elli üçü, Eichmann'ın neredeyse hiç yetkiye ve otoriteye sahip olmadığı Polonya ve Litvanya'dandı. Sadece Belçika ve Bulgaristan'dan tanık yoktu."

250- "Gettolardan ve toplama kamplarından sağ çıkanların, uzun bir süre dünyanın vahşi bir orman ve kendilerinin de av olduğunu hissedenlerin, mutlak bir çaresizlik ve terk edilmişlik kabusundan canlı kurtulanların tek bir dileği vardı - bir daha Yahudi olmayan kimseyi görmeyecekleri bir yere gitmek."

251- Auschwitz paradoksu: Suç işleyen Yahudilerin canlarının bağışlanması.

252- Zindel Grynszpan isimli bir tanığın ifadesine göre Ekim 1938'de Almanya'da "sokaklar 'Yahudiler Filistin'e defolun' diye bağıran insanlarla doluydu... 'Buraya gelirken cebiniz dolu muydu sanki, 10 markla geldiniz, 10 markla gideceksiniz'dediler." Arendt'e göre, Grynszpan  öyle net ve duygu sömürüsüne başvurmadan anlatmış ki çektiklerini, O'nu dinleyen insanın étanıklar mutlaka dinlenmeli" sonucuna varmaması imkansızmış. Gönüllü tanık değilmiş. İddia makamı, etkileyici olduğunu bildiği için ilk O'nu çıkartmış kürsüye. Sonraki tanıkların çoğu fırsat bulmuşken konuşmak, bire bin katmak derdindeymiş.

254- Anton Schmidt: Ekim '41 - Mart '42 arasında Yahudi partizanlara yardım etmiş Avusturyalı. Tutuklanıp idam edilmiş.

256- Peter Bamm: 1952'de Almanya'da yayınlanmış anılarından (Nazilere karşı hiçbir şey yapmamış olmakla suçluyor kendini): "Çağımızdaki totaliter hükümetlerin en çok geliştirdikleri özelliklerinden biri, muarızlarının kanaatlerinden dolayı bir şehit gibi, onurlu ve etkileyici bir biçimde ölmesine izin vermemeleridir.""Daha yüce bir ahlaki anlam uğruna pratikte fayda sağlamayacak bir fedakarlıkta bulunma düşüncesine yürekten katılmıyorduk." Pratikte fayda sağlamayacaksa susmak, hepimizin yapma ihtimali olan, sık sık yaptığımız bir şey.

257- Arendt, 1942'lerin sonundan itibaren Nazilerin katliam izlerini yok etme çabalarına değinip şöyle diyor: "İnsana özgü hiçbir şey bu kadar kusursuz değil, nisyanı mümkün hale getirebilecek çok insan var bu dünyada. Ama her zaman geriye hikayeyi anlatacak biri kalacaktır. Bu nedenle, en azından uzun vadede, hiçbir şey 'pratikte faydasız' olamaz."


260- 1946: Eichmann diğer SSlilerin yardımıyla hapisten kaçtı. Hamburg civarında 4 sene Otto ismiyle yaşadı. 1950'nin başlarında SS gazilerinin gizli örgütü ODESSa'yla temas kurdu. Mayıs'ta İtalya'ya geçti. Mülteci pasaportuyla Buenos Aires'e gönderildi. Hep tanıdıklarının yardımıyla kimlik belgesi, çalışma izni aldı. Her türlü işte çalıştı. 1952 yazında ailesini de yanına aldırdı. Mercedes Benz'de çalıştı. 4. çocuğu oldu, yokluk içinde yaşadı.

262- 1955: Hollandalı gazeteci Sassen, Eichmann'la röportaj yaptı. Eichmann'ın ismini vermeden yayımladı ama bilgi içeriği kiminle röportaj yaptığını kanıtlıyordu.

Ağustos 1959: İsrail Gizli Servisi, Eichmann'ın Ricardo Klement adıyla Arjantin'de yaşadığını öğrendi. Bilgi kaynağı ifşa edilmedi. Eichmann izlendiğini, yakalanacağını bile bile kaçmadı.

264- 3 Ağustos 1960: Arjantin ve İsrail, Eichmann'ın İsrail'e verilmesiyle ilgili ortak bir deklarasyon yayınladılar. "Arjantin, aslında pek çok Nazi suçluya iltica hakkı teklif etmiş olsa da, insanlığa karşı suç işleyenlerin siyasi suçlu addedilemeyeceğini belirten uluslararası bir konvansiyona imza atmıştı." Arjantin'in bu Nazi sevgisinin sebebi neydi? Başında askeri darbeyle gelen bir diktatör olması olabilir.

265- Eichmann yakalanır yakalanmaz Eichmann olduğunu itiraf etti. Hatta itiraf bile sayılmaz, daha sorulmadan kendisi söylemiş.

267- "Sanık (Eichmann), Başkomiser Less'e bütün o suç unsuru teşkil eden ayrıntıları neden anlattı, görünürde hiçbir kanıt yokken, özellikle de Doğu'ya yaptığı yolculuklardan bahsederek mezalimi kendi gözleriyle gördüğünü neden itiraf etti?" diye soruyor Arendt.

268- Eichmann, bir ara Almanya'daki gençlerin Naziler yüzünden suçluluk duyduğunu duymuş. Bunun üzerine çok düşünmüş. O gençleri vicdan azabından kurtarmak için yargılanmak, ne ceza gerekiyorsa onu çekmek istemiş. Babalarının yaptıkları şeylerden çocukların suçlu hissetmesini istememiş.

269- 11 Aralık 1961: Mahkeme, kararı açıklamak için toplandı.

272- "...genelde cinayet aletini kendi elleriyle kullanan kişiden uzaklaşıldıkça, sorumluluk derecesi artar." Eichmann hep "itham edildiği suçlara sadece yardım ve yataklıktan sorumlu tutulabileceğini, hiçbir zaman kastın apaçık olduğu bir suç işlemediğini savunmuştu." İddia makamı da doğrudan cinayet işlediğini kanıtlayamadı. Avukatı Dr. Servatius, "Sanığın ölüm cezasına çarptırılamayacağını, zira Almanya'da ölüm cezasının kaldırıldığını öne sürüyordu."

273- 15 Aralık 1961: Eichmann'ın ölüm cezası aldığı ilan edildi. Eichmann için bu hayal kırıklığıydı, adalet yerini bulmamıştı. "Mahkeme O'nu anlamadı: Asla Yahudilerden nefret etmemişti, asla bir insanın öldürülmesini istemememişti. Suçu itaatinden kaynaklanıyordu, oysa itaat her zaman bir erdem olarak methedilirdi. Nazi liderleri O'nun erdemini istismar etmişti. Yöneticilerden değildi, kurbandı; ölüm cezası sadece yöneticilere müstehaktı...'Beni öyle göstermeye çalışsalar da ben canavar değilim' dedi Eichmann. 'Bir safsataya kurban gittim.'...'Başkalarının yaptıklarının cezasını çekmek zorunda olduğu için büyük üzüntü duyuyordu.'".

273- 22 Mart 1962: Temyiz mahkemesi. Avukatı Dr. Servatius, saçma ve yanlış yeni belgeler, tanıklar getirdi.

274- 29 Mayıs 1962- İkinci karar açıklandı.Yine ölüm cezası verilecekti. Eichmann'ın affı için mektuplar yağdı İsrail Cumhurbaşkanı'na, hepsini geri çevirdi.

275- 31 Mayıs 1962: Eichmann asıldı, yakıldı ve külleri denize döküldü. O derece suçlu birine ölüm cezasının az geleceği gerekçesiyle protestolar oldu. "Prensipte ölüm cezasına kayıtsız şartsız karşı olanlardan neredeyse hiç ses çıkmadı....Sanki -bence haklı olarak- bu davanın sonunda ışık görmedikleri için mücadele etmemişlerdi." diyor bu duruma Arendt.

278- "Eichmann darağacına giderken kendinden çok emindi. Bir şişe kırmızı şarap itemiş ve yarısını içmişti. Birlikte Kutsal Kitap okumayı teklif eden Protestan Papaz William Hull'un yardım teklifini reddetmişti: Sadece iki saati vardı yaşayacak, yani 'kaybedecek vakti' yoktu... yürürken dimdik duruyordu, elleri arkadan bağlıydı... Kendisine tam anlamıyla hakimdi, daha doğrusu tam anlamıyla kendisiydi. Son sözlerindeki abartılı aptallık bunu gayet ikna edici bir biçimde ortaya koyuyordu. Üzerine basa basa deist olduğunu söyledi, Nazilerin kullandığı tabirle Hıristiyan olmadığını ve ölümden sonra yaşama inanmadığını anlatmaya çalışıyordu. Sözlerine şöyle devam etti: 'Baylar, kısa bir süre sonra tekrar görüşeceğiz. Bütün insanların kaderi bu. Çok yaşa Almanya, çok yaşa Arjantin, çok yaşa Avusturya! Sizi unutmayacağım."Ölümle burun burunayken, cenaze merasimlerinin klişelerinden birini bulup çıkarmıştı. Darağacında, hafızası ona son bir oyun oynadı; bir 'sevinç hissi'duyuyordu, bunun kendi cenazesi olduğunu unutmuştu."

"Son dakikalarında, insanın kötülüğüyle ilgili bu uzun dersin bize ne öğrettiğini özetliyordu sanki -korkunç, fikre ve zikre direnen kötülüğün sıradanlığı."

280- 1945 Londra Antlaşması'yla kurulan Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi'nin tüzüğüne göre 3 tür suç vardı:

Barışa karşı suçlar: Örneğin, 1939-Ruslar Finlandiya'ya saldırdı, Polonya'yı ikiye bölmesi.

Savaş suçları: Yasaların (savaş adetlerinin) ihlali. Mahkumlara kötü muamele, sivil halka yönelik savaş fiilleri.Örneğin, Rusların Katyn Ormanı'nda 15bin Leh yetkiliyi öldürmesi, mahkumlara kötü muamele etmesi. Veya ABD'nin, Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atması. (Lahey Konvansiyonu'na aykırı)

İnsanlığa karşı suçlar: Nürnberg öncesi emsalsizdi. "Eşi benzeri görülmemiş bir vahşetle ilgili raporlar, halkların yok edilmesi, koca koca bölgelerin 'temizlenmesi'... Yani hem askeri zorunlulukla bağdaştırılamayan, hem de aslında savaştan bağımsız olan ve barış zamanı da devam eden sistematik bir cinayet politikasına işaret eden suçlardı."

282-  "Müttefiklerin Lahey Konvansiyonu'nu ihlal etmesinin yasal açıdan hiç tartışılmamış olmasının en bariz sebebi, şüphesiz Uluslararası Askeri Mahkemeler'in sadece adının uluslararası olmasıydı."

286- "Avukat caniyi savunur, cinayeti savunmaz."

288- 9 Aralık 1948: BM Genel Kurulu Soykırım Sözleşmesi'ni kabul etti. Sözleşme der ki: "Soykırımla suçlanan kişiler... suçun işlendiği ülkedeki yetkili bir Devlet mahkemesi veya yargı yetkisine sahip uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır." Arjantin'de yakalanan Eichmann'ın İsrail'e getirilip yargılanması, işte bu yüzden tuhaf bir durumdu.

291- "Duruşmanın meşruluğu suçun emsalsizliğine ve bir Yahudi Devleti'nin ortaya çıkmasına dayandırılıyordu." diyor Arendt. Ayrıca, Arjantin'in Nazi suçluları iade etme konusunda mazisi çok iyi değilmiş. Arjantin hukukuna göre, son savaşın bitiminden 15 yıl sonra bütün ilgili suçlamalar zaman aşımına uğrarmış. "Yasal alan adam kaçırmadan başka seçenek bırakmıyordu."

292- "Türkiye'deki Ermenilerin yaklaşık üçte birinin (600bin) ölümüyle sonuçlanan Ermeni pogromlarının büyük katili Talat Paşa'yı 1921'de Berlin'in orta yerinde vurarak öldüren Ermeni Soghomon Tehliryan'ın davası... kendi halkına karşı suçlar işlendiğini ve bunların suçluların yanına kar kaldığını dünyaya göstermek.." istemiş.

295- "Nürnberg Yasaları (1935) daha önce yapılan ayrımcılığı, Alman çoğunluğa karşı Yahudilerin azınlık olmasına dayanarak meşrulaştırdı."

298- Eichmann'ın İsrail'de yargılanmasına karşı çıkan birkaç fikir çıkmış. Kimisi Yahudileri veya Nazilerin mağdur ettiği kişileri tek bir devletin, İsrail'in temsil edemeyeceğini, kimisi İsrail'in itibarını zedeleyeceğini, dünyanın Yahudilere daha da düşman olacağını düşünüp karşı çıkmış. Ama tüm öneriler İsrailli yetkililer ve Cumhurbaşkanı Ben Gurion tarafından reddedilmiş.

301- "Gelmiş geçmiş hiçbir cezanın, suç işlenmesini önleyecek kadar caydırıcılığı yoktur."

303- Arendt'e göre Kudüs mahkemesinin başarısızlığı 3 temel meseleyle başa çıkamamasından kaynaklanıyordu: "Kazanan devletlerin mahkemesinde adaletin zarar görmesi, insanlığa karşı suçun meşru bir tanımının yapılamaması ve bu suçu  işleyen suçluların kim olduğunun açıkça ortaya konulamaması."

305- "Asıl sorun tam da Eichmann gibi onlarca insanın olmasından, onlarcasının ne sapık ne de sadist olmasından; ne yazık ki hepsinin eskiden de, şimdi de dehşet verici bir biçimde normal olmasından kaynaklanıyordu."

Nazilerden bahsediyor: "Savaşı kazansalardı, içlerinden biri bile vicdan azabı çeker miydi acaba?"

314- Ek bölümünde hangi kaynaklardan yararlandığını anlatırken, duruşma hakkındaki tartışmaları, ortaya atılan fikirleri de değerlendiriyor. Entellektüelleri eleştirdiği kısım hoşuma gitti: "Entellektüellerse tam aksine gerçeklerle hiç ilgilenmiyor, gerçekleri 'fikirler' için sıçrama tahtası olarak kullanıyorlardı."

Sonra elimizde tuttuğumuz kitabının ne olmadığını söylüyor bize: "Yani bu kitap, Yahudi halkının gelmiş geçmiş en büyük felaketiyle ilgili değildir; totalitarizmle ilgili bir anlatı veya 3. Reich zamanındaki Alman halkıyla ilgili bir tarih de değildir; son olarak, kesinlikle kötülüğün doğasıyla ilgili teorik bir çalışma da değildir."

315- Herkesin içinde bir psikopatın olduğu, Eichmann'ın yerinde hepimizin olabileceği, totalitarizm ve insan doğasının buna müsait olduğu düşüncesini de eleştiriyor: "Meselenin artık belli bir insandan, sanık sandalyesinde oturan tek ve yalnız bir bireyden ziyade, bütün Alman halkı ve antisemitizmin bütün biçimleri, modern tarihin tamamı veya insan doğası ve ilk günah meselesi olduğu söylenebilir -dolayısıyla sanık sandalyesindeki davalının hemen arkasına insan ırkının tamamının gizlendiği öne sürülebilir. Bütün bu meseleler, özellikle de 'hepimizin içinde bir Eichmann yattığını' keşfedene kadar içi rahat etmeyenler tarafından sık sık tartışıldı. Davalının bir sembol, duruşmanın da tek bir şahsın suçlu veya masum olmasından açıkça daha ilgi çekici meseleleri gündeme getirmek için bir bahane olduğu düşünülürse, tutarlılık adına, Eichmann'ın ve avukatının iddiasını da kabul etmemiz gerekir: Eichmann'dan hesap soruluyordu, çünkü hem Almanya Federal Cumhuriyeti için hem de bir bütün olarak olaylar ve bu olayların gerçekleşmesini mümkün hale getiren şeyler -yani antisemitizm ve totaliter yönetimin yanı sıra insan ırkı ve ilk günah- için bir günah keçisi gerekiyordu.Böyle düşünüyor olsaydım Kudüs'e asla gitmeyeceğimi söylememe pek gerek yok. Bu duruşmanın sadece ve sadece adalet için yapılması gerektiğini savunuyordum, savunuyorum."

316- Eichmann "Aptal biri değildi. Dönemin baş suçlularından biri haline gelmesine olanak sağlayan -aptallıklakesinlikle özdeş olmayan bir şeyden- fikirsizlikten başka bir şey değildi....Gerçeklikten bu kadar uzak ve bu kadar fikirsiz olmak, belki de insanın bünyesinde bulunan bütün şeytani içgüdülerin vereceği zarardan daha büyük bir yıkıma yol açabilir -aslında insanın Kudüs'teki duruşmadan çıkarabileceği ders buydu."

321- "Suçun ve şiddetin istisna olduğu ve iki kategorinin tam sınırında yer aldığı bir devlet aygıtına uyguladığımız ilkeyi, suçun yasal ve kural olduğu bir siyasi düzene de uygulayabilir miyiz?"

328- "Her hükümet kendinden önceki hükümetlerin, her ulus da geçmişin fiilleri ve kabahatlerinin sorumluluğunu üstlenir."

329- Kitabın konusu hakkında: "Elinizdeki rapor da Kudüs'teki mahkemenin adaletin gereklerini ne ölçüde yerine getirdiğinden başka bir meseleyle ilgili değildir."