29 Ocak 2013

ÇAĞRI MERKEZİNDE ÇALIŞMAK

bugün günlük hayat telaşında en çok sövdüğümüz insanlardan olan çağrı merkezi çalışanlarından bahsedesim var. geçen gün okuduğum bir habere göre son yıllarda en çok istihdam açığı olan işmiş çağrı merkezi elemanı olmak. lise mezunu, vasıfsız, diksiyonu düzgün her insanın yapabileceği bir iş olmasına rağmen, neden açık olduğuna dair tahminlerim var.

öncelikle şunu söyleyeyim: çağrı merkezinde hiç çalışmadım. ama bir dönem bir firma adına elimdeki telefon listesinden hiç tanımadığım insanları arayıp bi şeyler duyurmaya çalışmışlığım oldu. neyse ki oradaki asıl görevim bu değildi, yani geçici bir işti. bir dönem de mağazada çalıştım. yani bu da demek oluyor ki, 3 boyutlu çağrı merkezi çalışanıydım.

burdan
bu tecrübelerim sayesinde onları az çok anlayabileceğimi sanıyorum.

çağrı merkezi çalışanının yaptığı iş nedir?

bir kurum adına sizinle konuşmak, kampanya varsa onu duyurmak, sizin bir sorununuz varsa onu çözmeye çalışmak, doğru kişilere yönlendirmek.

nasıl çağrı merkezi çalışanı olunur?

net bilgim yok ama tahminimce bir eğitimden geçiyorlardır. eğitimde, firma tanıtımı, sorulma ihtimali yüksek olan sorulara verilecek cevaplar, ses tonu, söylenmemesi ve söylenmesi gereken sözler anlatılıyordur.

peki biz neden sövüyoruz?

1. kullandığımız ürünle ilgili bir sorun için aramışsak ve çözüm bulamamışsak söveriz.

bu durumda şu gelir benim aklıma: firma yönetiminin organizasyon/sistem hatası yüzünden olmuştur aksama. yönetim müşteriden korkar. müşteriyle muhatap olmamak için çalışanı müşterinin karşısına yem olarak sürer.
aslında burda çalışanın yetkin olduğu, verebileceği bir cevap yoktur. "gecikmeden dolayı özür dileriz." diyebilir en fazla. gecikmenin sebebini tam olarak açıklamasına izin verilmez, firmanın adı lekelenmesin diye.


2. hiçbir bağımızın olmadığı bir firmadan kampanya duyurusu için aranmışsak söveriz.

kişisel bilgiler gizlidir. telefon numaramızın nasıl ellerine geçtiğini öğrenmek isteriz. mantıklı bir cevap veremezler, ortaklıklarının olduğu bir firmadan aldıklarını söylerler genelde. firmayı dava etsek kazanırız sanıyorum ama uğraşmak istemeyiz.e burda o an o çalışana kızmamızın da çok anlamı yoktur. "kredi kartı kullanmıyorum, iyi günler" dendiğinde bile "sürekli nakit mi harcıyorsunuz" diye soracak kadar yüzsüz olmalarını bekler iş verenleri onlardan.

böyle bir ortamda çalışan hiçbir çağrı merkezi elemanının yaptığı işle gurur duyduğunu sanmıyorum. ama onların devlet memurundan ya da robottan farksız olmaları istenir. yani her sorulan soruya cevap verememeleri, sadece önlerinde hazır duran kalıp sorulara kalıp cevaplar vermeleri istenir. işverenleri böyle ister. yoksa firmalar rezil olur.

bu nedenle çalışanlar o kadar nefret ederlar ki yaptıkları işten, sık sık işten çıkarlar.
firmalar da bu esnada rezil olur.

keşke bir çağrı merkezi çalışanı duysa bu dediklerimi ve haklı mıyım söylese. jjamessever@gmail.com a da yazabilir hiç kuşkusuz. merak ediyorum işte neden bu işin bu kadar saçma yürüdüğünü, illa ayşe arman mı olmam gerekir öğretmeniz için:)

eğer haklıysam bi uyarıda bulunmak istiyorum:

sevgili kapitalist sistem, titre ve kendine gel, benden söylemesi, senin yolun yol değil.


















25 Ocak 2013

BU DÖNEM NE ÖĞRENDİM?

Sevgili insanlık günlüğüm,

Bir dönemlik sosyoloji öğrencisi olarak ne öğrendim?

"Artık ideolojilere takılıp kalma ne olur! Bir ideoloji ya da bir insan mükemmel olamaz. Putlaştırma kimseyi.

Sevgili marksist, antikapitalist, kapitalist (sana gerçekten hitap ettiğimden emin değilim gerçi), müslüman, misyoner arkadaşım.

Biliyorum ki dünyayı daha yaşanabilir hale getirmek istiyorsun. Kendince doğruların var, bu doğrular gerçekleştiğinde ufak tefek terslikler olsa da her şey çok güzel olacak diyorsun. Dinlesem sana da, ötekilere de hak vereceğimden eminim. Safsın çünkü, beni karşına alıp konuştuğuna göre kelli felli bi adam değilsin bu yolda, demek ki samimisin. O yüzden sana hitap ediyorum, parti başkanına değil.

Ne olur ...-ist olmak için çabalama. Ama dur oraya gelmeden önce:

Diyorum ki önce anlamaya çalış. Senden önce de seninkilere benzer amaçlarla yola çıkanlar olmuş. Onları iyice oku, öğren. Başkalarının yorumunu benimseme, kendi yorumun olsun. En doğrusunun seninki olduğundan emin olmak için diğer -istleri de su gibi biliyor olman lazım. Bilmiyorsan eleştirme.

Diğerlerini öcü diye yerleştirme kafanda. Onların da kelli felli olmayanları senin gibi, yaptığının doğru olduğundan emin. Neden diye sor. Otur konuş, kavga etmeden. Kutsal belledikleri kitaplarını oku. O da seninkini okusun, sonra otur tekrar konuş.

Tarihi öğren, sadece kendi kitaplarından değil, ötekilerin kitaplarından da oku. Hiçbir sosyal bilim tarafsız değildir. Gelecekte nasıl anlaşılmasını istiyorsa öyle anlatmıştır yazarlar.

Hiçbir ideoloji ya da insan mükemmel değildir.

Yani diyorum ki ecdadının ömrü illa ki ya at üstünde ya da haremde geçmiş olacak diye bir kurala bağlanma! İkisinde de takılmıştır adam.

Müslüman mısın? Kuranı eleştirel gözle oku. Seni rahatsız eden noktaları dile getirebil, yüksek sesle konuş ki araştırma ihtiyacı duyasın. Sonra beni ikna et, "o tarihte böyle bir ayet inmesinin şöyle şöyle mantıklı bir açıklaması vardı" de.

Ben benimsediğin görüşleri samimiyetle eleştirdiğimde cevap veremiyorsan bana, kayıp nesilsin demektir. Sen topluma da, kendine de faydalı olamazsın. Bilinçsizce kabullenmişsin çünkü. Kadın anam karakterli bir akrabamızın dediği gibi, 'okumuşun cahili de daha kötü oluyor.'

Sonra yine ...-ist ol istersen. Ama olamazsın gibi geliyor bana. Eksiğini fazlasını bilirsin, başkalarının eksiğini fazlasını da bilirsin, yeni bir sentez yaparsın, yeni bir ...-ist çıkarırsın ortaya."

Bunu öğrendim bu dönem.Bu sözler tabi ki kendime canım, kime olacak...
Tarihi derinden okumalıyım dedim, bugün ve gelecek orada yazıyor.



24 Ocak 2013

BENİM İÇİN UĞUR MUMCU


İlkokuldaydım. Yakın arkadaşlarımdan birinin evine ilk kez gitmiştim. Salonun duvarında bir adamın posteri vardı, isminden tam olarak emin olamasam da solcu olduğunu biliyordum. Yanağının yanında bir karanfil ve yukarıdan aşağı: "UNUTMAYACAĞIZ" sözcüğü. Şaşırdım, korktum, merak ettim ama soramadım. Kendimi güvenliksiz hissettim, başıma bir şey gelir mi diye düşündüm... Ama arkadaşımdı, çok farklıydı diğer arkadaşlarımdan, en çok kitap okuyandı, mektuplaşırdık, beni en iyi anlayanlardan biriydi. O ve ailesi bu adamı seviyorsa, iyi biri olmalıydı bu adam. Fakat nedense ailemin sevmeyeceğini tahmin ettiğim bir adamdı bu. Ailem sağ görüşlüydü.

Sonra...

Lisedeydim. Şehrimdeki İnsancıl Sahaf'ı keşfedeli bir ya da iki yıl olmuştu. İkinci el kitap alıp, okuyunca geri getirip, paranın %80'ini geri alıyordum. Tabi yerine hemen yeni kitap alıyordum. Canım İnsancıl, kütüphaneleri keşfetmediğim zamanlar, şu hayata sahip olmamın asıl sebeplerindendir...

Zamanla öğrendiğime göre ailemin de aslında sempati duyduğu Uğur Mumcu'nun resminin olduğu bir kitap gördüm: "Uğur Olsun! Bir Devrimcinin Öyküsü". Baktım, sıkıcı makalelerin olduğu kitaplardan değildi. Hayat hikayesiydi. Hem solcuların, hem de ailemin sevdiği bir adam... Çok merak ettim, hemen aldım.

Babam okuduğumu gördü. Suratını astı: "Oku ama ne bileyim, romanlaştırınca çarpıtır yazarlar böyle önemli adamları, kendi görüşlerine göre yorumlarlar. Merak ediyorsan git kendi kitaplarını al." dedi. O kadar güzel, akıcı anlatıyordu ki Sevgi Özel, o an gıcık oldum babama. Okudukça sevdim Mumcu'yu. Gazeteci olmak istedim (Sayısal bölümündeyken imkansızdı. Mümkün olsaydı bile zaten para kazandıran bir meslek olmadığı için ciddiye alınmadım, mühendisliğe girdim. Şimdi ceza olsun diye Sosyoloji yüksek lisansına başladım:)

Romandan sonra kendi kitaplarından birkaçını okudum. Benim için yeterliydi. Gözümde kimse kirletemezdi O'nu, ne sağcı, ne solcu olması önemliydi benim için. Samimi geliyordu, dürüsttü. O'nun gibi bir gazeteci olduğumu hayal ettim hep. Araştırmacı gazeteci, köşe yazarı gazeteci değil.

Sonra...

Ailemden kopup üniversiteye geldim. Solcu veya suya sabuna dokunmayan türdendi arkadaşlarım. Sağcılarla takılmıyordum. Sıkılmıştım yıllarca. Yeni türler tanımak istiyordum.

Şaşırdım. Solculardan da sevmeyenler vardı Mumcu'yu!

Şimdi...

Sevgi Özel'in etkileyici anlatımından mıdır, benim gözlerimi kapatmak isteyişimden midir, bilgi kirliliği içinde boğulmamak için nefes almayı kestiğimden midir bilmem. Hala seviyorum Mumcu'yu.

Twitter çıktı, çocukları Özge Mumcu ve Özgür Mumcu'yu takip etmeye başladım. Daha çok sevdim O"nu.

Çocuklarının hangi konuda ne düşündüklerini tek tek bilmiyorum. Birkaç köşe yazılarını/bloglarını okudum diye "her dedikleri doğru" diyecek değilim. Ama şunun farkındayım: Medyada efendi insan bulmak zor. Bu insanların efendi olduğunu ben bile -bi 90lar çocuğu olarak- anlıyorum. İster istemez bu çocukları yetiştiren insana sevgi/saygı duyuyor insan.

Sonra umag'dan yazılarını okuyorum, röportajlarını izliyorum baba Mumcu'nun. O kadar samimi ki konuşmaları... "paranın dini imanı ideolojisi yok" deyişi...

1993'te öldürülmesine -son 10 yıldır- gerçekten üzüldüğüm, daha iyi bir dünya hayal edenlerden olmama sebep olan kişi. Mumcu benim öğretmenlerimden biri.

Açıkçası yaşıyor olsa karşısına çıkmaya utanırdım. O'na bu kadar saygı duyup, hayata dair ne ürettiğimi sorsa, afallayıp kalırdım. Neden bu kadar boşa harcadığımı vaktimi, neden savaşmadığımı sorsa...

O'nun gibilerin öldüğünü görmek bu hale getirdi biz 90lıları ya da bahanem oldu bu. Evet benim bahanem bu oldu. Uğur Mumcu gibilerin de yaşadığını ve onlara da saygı duyulduğunu unutmaya çalıştım hatta. İdealist olmayı bırakmaya çalıştım, dünyanın adaletsiz olduğunu, pis işlere oyuncak olduğumuzu kabullenmeye ve bunları umursamadan olabildiğince umursamaz ve sakin bir hayat yaşamaya çalıştım, O'nun gibi olmayı beceremeyeceğimden adeta emindim çünkü.

Şimdi yaşasaydı, twitter hesabı ya da bir bloğu olsaydı... Ne derdi acaba...

Yine gözlerim doldu. Hiç görmediğim, ölümünden 10 yıl sonra tanıdığım bir adamı ne zaman hatırlasam ağlıyorum. 




---

BBC Türkçe, Mumcu'nun eski radyo kayıtlarını, ölüm haberinin kaydını yüklemiş internet sitesinde. Şu linkleri bi kurcalayın bence:

Suikast özel yayını: http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2009/11/091119_anni_umumcu240193.shtml

Ağca görüşmesi hakkında mülakat: http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2009/11/091118_anni_ugurmumcu.shtml

Kendini anlatıyor: http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/01/130123_ugur_mumcu_bbc_turkce.shtml (görseller de bu sayfadan)



 







DEVLETİN KORUMASI


"Türkiye’de her ilde Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonları kurulmuş. Bu cümleyi yazdıktan sonra uzun uzun düşünüyorum. Bu cümleyi yazmış olmanın verdiği sarsıntıyı atlatabilir miyim diye, bekliyorum, bekliyorum. Atlatamıyorum. Bizi toplum, bizi devlet olarak böyle bir Komisyon kurmaya götüren trajediyi, onu yok etmedikçe, yürürlükten kaldırmadıkça üzerimizden atamayacağımızı biliyorum, en azından. Bir veli, bir vatandaş olarak sizi rahatsız eden, size ters gelen herhangi bir kitap hakkında bu komisyona başvuruyorsunuz. İster imzalı, ister imzasız fark etmiyor. Ve amacınıza ulaşıyorsunuz, yasaklama, uyarı, soruşturma, müfredattan geri çekme, her ne ise artık o, oluveriyor. Devlet sizi, çevrenizi, çocuklarınızı, ailenizi, Fareler ve İnsanlar’dan, Zıkkımın Kökü’nden,Şeker Portakalından, kısacası edebiyattan koruyor böylelikle."

21 Ocak 2013

KISACASI: COMTE İLE MARX DİN HAKKINDA NE DEMİŞ?

Sosyoloji Tarihi I dersi final ödevimi aşağıya ekliyorum. İlk ciddi yazım. Konu, "Comte ve Marx'ı herhangi bir konuda kıyaslayın" idi. Din konusunda kıyaslamaya çalıştım. Tabi ki istediğim gibi olmadı ama elimden gelen budur şimdilik. Buyrun:

Paintte yarattığım şaheserim:) (ödevde yer almıyordu tabi ki, şimdi yaptım)
AUGUSTE COMTE VE KARL MARX’IN DİNLER HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Giriş

Bu makalede, Karl Marx ile Auguste Comte’un din olgusu hakkındaki fikirleri incelenecektir. Hayatları süresince dinlerle nasıl muhatap olduklarına değinilerek, fikirlerine ve eserlerine dinlerin katkıları ele alınacaktır. İki bilim adamının da doğrudan din bilimcisi olmamalarına rağmen, doğrudan dinle ilişkili fikirleri başyapıtlarına kaynak edinmeleri dikkat çekici bulunmuş ve bu nedenle “din” üzerine görüşleri incelenmek istenmiştir.

Çalışmada öncelikle doğdukları ortamda nasıl bir dini inanışın olduğuna değinilecek ve dinlerle ve ateizmle tanışmaları ve bunlardan nasıl etkilendikleri, özellikle gençlik dönemleri bazında incelenecektir. Daha sonra ise, dinlerin ve ateizmin eserlerine olan katkıları irdelenecek, etkilenme yolları ve sonuçları üzerine bir kıyaslama yapılmaya çalışılacaktır. 

Dini Altyapıları

Karl Marx, 1818 yılında Prusya İmparatorluğu’nda, şimdi de Almanya hâkimiyetinde bulunan Trier şehrinde, Yahudi kökenli bir ailede dünyaya geldi. Hem anne hem baba tarafında çok sayıda haham vardı. Fakat din profesörü John Raines’in de belirttiği gibi, Karl’ın babası Heschel Marx,  1817 yılında Hıristiyanlığa geçmek zorunda kalmıştı. Çünkü o dönemde Prusya yasaları Yahudilere pek de iyi gözle bakmıyordu. Ya atalarından gelen dinden ya da mesleği olan avukatlıktan feragat etmesi istenmişti,  O da mesleğini tercih etmişti. Karl ile yedi kardeşi devletin gözünde Hıristiyan olarak doğdular, vaftiz edildiler. Karl’ın annesi ise uzun süre din değiştirmedi.[1]

Kısacası Karl, yıllarca iki dinin bir arada bulunduğu bir evde yaşadı. Sonrasında ise, felsefeye olan yoğun ilgisi, O’nu üniversitede Genç Hegelcilerle tanıştırdı. Burada dinle ilgili görüşleri belirginleşti ve ateist oldu.[2]

Comte ise 1798'de, yani Fransız İhtilali’nden hemen sonra, Montpellier'de Katolik ve monarşi yanlısı bir ailede doğdu. Özellikle annesi oldukça dindar bir insandı. Aldığı eğitim, Fransız Devrimi’nin ve aydınlanma felsefesinin etkisindeydi fakat Devrim’in getirdiği siyasi istikrarsızlık etkisiyle bu eğitimi benimsemedi. Ortaöğrenime devam ederken Katolik kilisesinden ayrıldı ve kralcılığa da karşı çıktı.[3] Yıllar sonra, İnsanlık Dini’ne davet etmek amacıyla Reşit Paşa’ya yazdığı mektupta da belirteceği gibi, ilk gençlik çağlarından itibaren teolojik düşünme biçimini bırakmıştı.[4]

Liberal ve devrimci görüşleri benimseyen Comte, daha sonra matematikteki başarısı sayesinde Ecole Polytechnique'e başladı. Okulun siyasi sebeplerle kapandığı bir dönemde tıp ve fizyoloji dersleri aldı.[5] Pozitif bilimleri alanında aldığı bu dersler sayesinde pozitivist bakış açısını iyice sindirdi ve daha sonra bu bakış açısının sosyal bilimlerde de kullanılabileceğini savundu. O’nun da tüm çalışmaları bilime olan bu sonsuz güveniyle desteklenirken, dini dayanak kabul etmeyi reddetmektedir.

Comte ve Marx’ın dini altyapılarını kıyasladığımızda, ateizmi çok ileri sayılmayacak yaşlarda hayatlarına dâhil ettikleri görülmektedir. Gençlik yıllarından itibaren Marx, hayattaki acılara dinin yalancı çözümler ürettiğini ve insanlığı oyaladığını savunurken, Comte ise insanlığın bilimle kendini anlamak ve geliştirmek varken, kadere teslim olmasına şaşırarak tepki göstermiştir.

Din Hakkında Görüşlerini İçeren Eserleri

Bu bölümde, iki bilim adamının eserlerinde yer verdikleri din konusundaki görüşleri ele alınacaktır.

Marx’ın 1841-1848 yılları arası hayatı, eserleri incelendiğinde “gençlik dönemi” olarak değerlendirilir. Üniversitede hukuk eğitimi alan Marx, felsefe doktorasını ise 23 yaşında tamamladı. Bu yıllarda evlendi ve Paris’e taşındı. Karısı Jenny von Westphalen, Prusya baronunun kızıydı. Jenny’nin ailesi, Marx’ın içinde bulunduğu sınıf ve radikal fikirleri sebebiyle başlangıçta evliliklerine karşı çıktılar fakat ısrarları üzerine desteklemek zorunda kaldılar. Bu tarihten sonra, yaklaşık 1849’a kadar, devrimci harekete olan ön saflardaki desteği sebebiyle tüm dikkatler üzerindeydi Marx’ın ve sık sık bulunduğu ülkeden çıkarıldı. Farklı zamanlarda Paris, Brüksel ve Köln’de yaşadı, son olarak da Londra’ya kesin olarak yerleşti. Sürekli olarak maddi sıkıntı çeken Marx, geçimini çoğunlukla gazetecilikle, karısının ailesinden kalan mirasla ve yakın arkadaşı Engels’in desteğiyle sağladı.

Marx, Yahudi Sorunu Üzerine Deneme’yi 1843 yılında Paris’te yayımladı. Bu eserle Genç Hegelcilerle arasındaki mesafeyi belirlemiş oldu. Özellikle, sivil haklar, insan hakları, politik özgürleşme, Yahudilik ve Hristiyanlıkta sosyal özgürleşme terimlerine değindi.

Daha sonra Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Giriş Katkı’yı yayımlayan Marx, bu yazıda dinler üzerine görüşlerini oldukça açık biçimde ifade etmektedir. Burada, “dinin eleştirisi tüm eleştirinin başlangıç koşuludur” der.[6]

Marx’a göre, “Din dışı eleştirinin temeli şöyledir: İnsanı yapan din değil, dini yapan insandır. (…) Din bu dünyanın genel teorisi, onun ansiklopedik özeti, halkın düzeyine indirgenmiş mantığıdır...” Çünkü insan, yaşadığı koşullarda buna ihtiyaç duyar. İnsanlığın dinsel bir açlığı vardır. “Dinsel açlık, bir yandan gerçek açlığın dışavurumu, bir yandan da gerçek açlığa karşı protestodur.” Bunların üzerine en çok tepki toplayan şu sözü söyler Marx: “Din, halkların afyonudur”.[7]

Burada Marx, insanların dinlerini kendilerinin yarattıklarını kast eder. Mutlu olmalarının imkânsız olduğu yaşam standartlarında, dinden aldatıcı mutluluklar edinirler, böylece kalbi olmayan, acımasız dünyanın ruhu oluverir din. İnsanlar değiştiremedikleri korkunç yaşam biçimlerini kabullenmek ve kısa ömürlerini mutlu geçirmek için, dini yaratmışlardır.

Aldatıcı mutluluklar getiren, halkı uyuşturan, anlık mutluluklara sevk eden, halkın afyonu olan dini eleştirmekle birlikte, “halesi din olan bu gözyaşları vadisini” eleştirmeyi amaçlar. Bu eleştirinin sonucunda sadece felsefe yapmakla kalmayıp insanların gerçek mutluluğunu getirecek değişimi sağlamak için öncelikle dini ortadan kaldırmak gereklidir. Günümüzde mezar taşına da işlenen şu sözü söyler: "Filozoflar dünyayı, yalnızca, çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.”

1845’te Alman İdeolojisi’ni, 1847’de Felsefenin Sefaleti’ni yazmıştır. 1848’de ise Engels ile birlikte Komünist Manifesto’yu yayımlarlar. Bu yayınlar gençlik döneminden kopuş eserleri olarak kabul edilir. 1859’da Kapital’e hazırlık sayılabilecek Ekonomi Politiğin Eleştirisi'ni yayımlar.[8]

Dini inancı olmayan Marx, bilime ve insanlığa her zaman saygı duymuştur. Marx, yıllarca üzerinde çalışmasına rağmen, gençlik döneminden çok sonra yayımlayabildiği başyapıtı Kapital’i, evrim teorisinin dikkat çeken ismi Darwin’e ithaf etmek istemiştir. Fakat Darwin ailesi, isimlerinin böyle radikal biriyle anılmasını istemedikleri için, Marx’ın bu isteğini geri çevirmişlerdir.[9]

Adam Smith Enstitüsü kurucularından Madsen Pirie’ye göre Marx, dinin dünyadaki yanlışların mitsel bir öbür dünyada telafi edileceğini vadeden bir insan icadı, bir sömürü aracı olduğunu düşünür. Çünkü O’na göre din, insanların dikkatlerini cennette ödül almaya çeker ve reform için mücadele etmelerini, bu dünyadaki adaletsizliğe karşı çıkmalarını engeller.[10]

Tüm eserleri göz önüne alındığında Marx, insanların eşitsizliğinin kaynakları arasında dini görmüştü ve çözüm olarak -Comte’un aksine- yeni bir din yaratmayı değil, O’na göre insanların kendi elleriyle yaratıp sonra bağımlı oldukları dinleri ortadan kaldırmayı öne sürdü. Marx’ın görüşünde din, çözümün kendisi değil, yalnızca problemin kaynaklarından biriydi. Marx’ın asıl önem verdiği iyileşme aracı, ekonominin yönetilmesiydi. Dini eleştirmeye ömrünü adamamıştı Marx. Yeni bir din yaratmanın da gerekli olduğunu düşünmemişti.

Comte, Marx’ın tersine, varlığına inanmamasına rağmen dinin insanlar üzerindeki hâkimiyetini göz ardı etmemişti. Bu nedenle insanların kafalarında yaratıp, sonradan bağımlı olduklarına inandığı tanrılar yerine, insanlığın gücüne tapmaları gerektiğini düşünmüştü.

İlahiyat Profesörü Mehmet Bayrakdar’a göre, “…Comte ‘üç hal kanunu’ anlayışına göre din ve metafizik çağın sona erdiği varsayımıyla, artık çağın bilim ve akıl çağı olduğunu söyler.” Geçmiş çağlarda var olan dinlerin artık geçersiz olduğuna, ancak dinin toplum ve bireyler için hala gerekli olduğuna inanır. Bu durumda çağa yani pozitivizm ve bilim çağına uygun bir dine ihtiyaç duyulmaktadır, bu nedenle İnsanlık Dini’ni kurar. Bu dinin kaynağı, insan ve toplumdur.[11]

Ünlü ateist yazar Alain de Botton’a göre, “Comte’un düşüncelerinin temelinde, modern dünyada bilimin buluşları sayesinde aklı başında birinin Tanrı’ya inanmasının mümkün olmayacağını savunan keskin bir gözlem vardır. Bu durumda yalnızca eğitimsizler, fanatikler, çocuklar ve ölümcül bir hastalığın son aşamasında olanlar dine inanacaktır.”[12]

Botton, ateist birinin nasıl olup da insanlığın yeni bir dine ihtiyaç duyacağına inandığını ise şöyle açıklamaktadır: “Comte… birçok çağdaşının yapmadığını yapıp, yalnızca para kazanıp servet yapmaya, bilimsel keşiflere, popüler eğlenceye ve romantik aşka odaklanan –ahlak eğitimi, teselli bulma, aşkın hayranlık, dayanışma gibi konularda hiçbir kaynağı olmayan- seküler bir toplumun, tedavisi olmayan toplumsal hastalıklara yakalanacağını öngörmüştü.” Temel olarak düzeni rehber alan Comte, ateizmin getireceği bu düzensizliğe, “kutsal geleneklerin anlamlı ve mantıklı yönlerini bulup onları günlük hayatta kullanmayı savunuyordu.”[13]

Comte’un, gerçek düşünürlerin İnsanlık Dini’ni kabul edeceğinden şüphesi yoktu. Bunu Pozitivizmin İlmihali’nin giriş bölümündeki şu sözlerinden anlayabiliriz: “…nazari olsun, ameli olsun, hakiki mütefekkirlerin bugün, Katolikliğin başlangıcında olduğu gibi, arızi bir şekilde içtimai olmaktan uzak olup öz mahiyeti itibariyle sosyal görünen hakiki ve tam bir imanın faaliyetini tanımamalarından korkmuyoruz.”[14]

Toplumları İnsanlık Dini’ne davet etmeden önce, pozitivizmi iyice yoğunlaştırmak, bir dinin edinmesi gereken tüm özelliklerine sahip hale getirmek gerekiyordu. Bunun için İlmihal’i yazdı.[15]

Comte, Giriş yazısının sonuna bir de Pozitivist Kütüphane Kataloğu ’nu eklemiştir. Burada, içinde Odysseia’nın, Don Kişot’un, Shakespeare’in, Goethe’nin ve Binbir Gece Masalları’nın da yer aldığı otuz ciltlik bir “şiir seçkisi”, Comte’un astronomi ve analitik geometrisinin, Lavoisier’in, Condorcet’nin kitaplarının yer aldığı otuz ciltlik bir “ilim seçkisi”, altmış ciltlik bir “tarih seçkisi” ve diğer dinlerin kutsal kitaplarının, dinler tarihini, gelenekleri ve sanat tarihini anlatan kitapların da bulunduğu otuz ciltlik bir “terkip seçkisi” bulunur. Comte, bu kitapların Pozitivist İlmihali destekleyeceklerini, bu nedenle okunmaları gerektiğini düşünmüştür.[16]

Bugünün gözünden listeyi incelediğimizde diyebiliriz ki, bu liste ile hem analitik düşünme, hem de tarihsel, sanatsal, estetik, kültürel ve sosyal altyapı oluşturma açısından insanda olabilecek tüm entelektüel boşlukları doldurmak amaçlanmıştır. Böyle bir yöntem izlenmesinin sebebi aslında dinin adında yatar. Pozitivizm insanlığı kutsal görmektedir, bu nedenle insanın oluşturduğu her değer kıymetlidir ve sonraki nesiller onları öğrenmelidir.

Comte, insanlığın keşfettiği değerleri o kadar önemser ki, “herhangi bir seneye mahsus pozitivizm takvimi” oluşturmuştur. Aşağıdaki takvimde de belirtildiği gibi, her ayın temsil ettiği bir konu vardır ve bu konu başlığı altında anılabilecek önemli şahsiyetlerin isimleri belli günlere verilmiştir. Böylece her gün insanlığın yetiştirdiği önemli bir kişi anılacak ve değeri gündelik hayatın koşturmacası içinde unutulmayacaktır.[17]

Tablo 1. Pozitivizm Takvimi’nin Taslağı

Ay sırası
Aya verilen ad
Ayın temsil ettiği konu
1
Musa
İlk teokrasi
2
Homeros
Kadim şiir
3
Aristoteles
Kadim felsefe
4
Aristoteles
Kadim fen
5
Caesar
Askeri medenileşme
6
Aziz Paulus
Katoliklik
7
Charlemagne
Orta çağ medeniyeti
8
Dante
Muasır destan
9
Guttemberg
Muasır sanayi
10
Shakespeare
Muasır tiyatro
11
Descartes
Muasır felsefe
12
Frederic
Muasır siyaset
13
Bichat
Muasır fen


Comte, İlmihal’de konuşma yöntemini kullanmıştır. Dört bölümden oluşan konuşmalarda, Kadın ve Rahip karakterleri sürekli diyalog halindedir, kadın İnsanlık Dini’ni anlamak için sorular sorar, rahip izah eder. Başlangıç Bölümü’nde pozitivizmin genel din anlayışı içindeki yerini açıklar Peder Kadın’a. Birinci Kısım’da ibadeti, İkinci’de nassın pozitivizmdeki yerini, Üçüncü’de pozitivizmin erkamını, Netice kısmında ise dinler tarihini anlatır. Toplam on üç konuşma yer almaktadır. Kitabın nasıl okunması gerektiği de ayrıntısıyla açıklanmıştır.[18]

Comte’un İslamiyet’e Bakışı

Comte, İslamiyet hakkında başlangıçta küçümseyici fikirlere sahipti ancak zamanla görüşleri değişti. Bu durumu “Katolik muhitten kaynaklanan önyargılar” sebebiyle doğu tektanrıcılığı hakkında hatalı fikirler ve bilgiler sunduğunu, ama artık “kesinlikle her iki tektanrıcılığa her biri kendi tarzınca olmak üzere insanlığın hazırlığını tamamlayan (sistemler) olarak” baktığını söyleyerek belirtmiştir.[19]

O dönemde Osmanlı Devleti’ni temsil eden İslam dünyasıyla pozitivizm arasında yakın bir ilişki vardı. 1853 yılında Comte, İnsanlık Dini’ne davet için, Reşit Paşa’ya mektup yollamıştı. Comte’un İslamiyet’ten bahsettiği eserlerin derlendiği İslamiyet ve Pozitivizm kitabında yazar, “Gerçi bu imkânsız ama eğer İslam varoluşu itibariyle bir tehditle karşı karşıya kalsaydı, onun için İnsanlık dininden daha emin bir sığınak olmazdı.” demiştir.[20]

Reşit Paşa’ya mektubunda şöyle demiştir: “İnancının daha yalın ve yönetiminin daha pratik oluşu gereği gerçekliğe daima daha bir eğilimli oluşundan dolayı Katolikliğin dehasına göre İslam’ın dehası, pozitivizmin nihai hükümranlığına daha az karşıt olsa gerektir.” Ayrıca, İslam Peygamberi Muhammed hakkındaki saygı dolu görüşleri de dikkate değerdir: “Eşsiz Muhammed, dogmalar itibariyle özdeş olan Roma’nın ve Bizans’ın iki dininin derin karşıtlığını gözlemlemek suretiyle, iki beşeri iktidarın normal ayrılığına özgü düşünsel ve ahlaki üstünlükleri gereği gibi görüp teslim etti. Ama yetkin bir biçimde sosyal olan dehası, bu mükemmelliğin teolojik ilkeye tekabül eden medeniyetten daha ileri bir medeniyeti gerektirdiğini takdir etti. Hayranlık verici olsa da henüz olgunlaşmamış bir teşebbüsün zorunlu olarak başarısız olacağını önceden hissettiğinden, daha basit ve teolojizmin doğasına daha iyi intibak eden bir geçiş (evresi) tesis etmekle yetindi.” [21]

Comte’un Muhammed’in bu fevkaladeliği sonucu oluşturduğu toplumun, pozitivizme geçeceğinden kuşkusu yoktu. Bunu şu sözleriyle ifade etmektedir: “Ben, Müslüman dehasına ilişkin böylesi bir tarihsel değerlendirmeyi izleyerek, ilk şaşkınlık giderildikten sonra ve belli başlı kaygıların umulmadık bir biçimde kendiliğinden çözümü sağlandığında, bu dehanın hâlihazır tiplerinin pozitif dini kabul edeceğinden kuşku duymuyorum.” Bu geçişte ise, üç hal kanununun gerektirdiği yumuşak dönem değiştirmelere İslam medeniyetinin ihtiyaç duymayacağını şu şekilde belirtmiştir: “Hiçbir metafizik geçiş (evresi) söz konusu olmaksızın, İslamdan pozitivizme doğrudan intikal etmek suretiyle (Müslümanlar), kendilerini büyük peygamberlerine ait hayranlık verici amaçların takipçileri olarak hissedeceklerdir; İnsanlık kültü Muhammed’in evrensel yüceltilişini kesin bir biçimde sistemine dahil etmektedir.”[22]

Comte’un Reşit Paşa’ya gönderdiği bu mektupta, İslamiyet’e ve Osmanlı Devleti’ne karşı kullandığı dil, gösterdiği hayranlık ve saygı bakımından ilgi çekicidir. Kullandığı dilin sebebinin, yalnızca diplomatik ilişkilerin bu övgü dolu anlatım tarzını gerektirmesi mi, yoksa yaptığı araştırmalar sonucu samimiyetle bu denli hayran olması mı olduğu, önemli bir araştırma konusudur. Fakat bu konu daha ayrıntılı inceleme gerektirdiğinden burada değinilmemiştir.

Ayrıca Comte, pozitivizmin diğer inançlara olan saygısını şu şekilde açıklamaktadır: “Her ne kadar kendi imanını salık vermesi gerekse de pozitivizm, ve yalnızca o, şu veya bu inanca saygı göstermeye kabildir; pozitivizm, gerek onların kendi öğretisine doğru zorunlu eğilimlerini takdir ettiği için, gerekse insan doğasına ilişkin teorisi (kendisini), kanaatlerin davranışlar üzerindeki etkisini abartmaktan koruduğu için buna kabildir.”[23]

Sonuç

İki ateist bilim insanı olan Comte ile Marx’ın ateizme bakış açıları kökende aynı, fakat çalışmalarını etkilemesi yönünden farklıdır. İkisi de insanların dinleri uydurduğunu ve modern çağda artık bu inançlardan uzaklaşılması gerektiğini düşünmektedir.

Marx, dinlerin insanların öbür dünya inancıyla avunarak, şu an yaşadıkları dünyanın kontrolünü tamamen sömürücülere bıraktıklarını, böylece akıllarını kullanmayıp, uyuşturduklarını düşünmüştür. Bu sebeple dinlerin zararlı olduğu sonucuna varmıştır ve insanların artık dini bu kadar önemsemeyip asıl sorunlarına, kişisel haklarına odaklanmalarını arzu etmiştir. Gençlik eserlerinden, yani din hakkındaki görüşleri kesinleştikten sonra, din konusunda özel bir çalışma yapmamış, ekonomi ve toplum ilişkisini incelemeye ve bu araştırmalarını kitlesel hareketler için kullanmaya odaklanmıştır.

Comte ise, dünyadaki eşitsizlikten çok, düzensizlikten şikâyetçi olmuştur. Bu nedenle dinin O’nun fikirlerindeki etkisi, dini tamamen karşısına alma yolunda değil, dinden yardım isteme şeklindedir. Böylece metafizik toplumdan pozitivist topluma geçerken insanlık geçmişinden, alışkanlıklarından kopmayacak, dahası dini ritüellerden faydalanacaktır.

Pozitivizmi din haline getirmesinde zaman zaman akli dengesini yitirmesinin etkisi olduğu aşikârdır çünkü yeni bir din ilan etmek normal düzeyde akıl sağlığına sahip bir bilim adamının savunacağı bir eylem değildir. Zaten bu nedenle pek çok takipçisi O’nun yolunu izlemekten vazgeçmiştir. Fakat özel hayatındaki bu gelişmelerin, neyin normal olduğunu toplumun belirlediğini düşünürsek, Comte’un çalışmalarının değerini azaltmayacağı sonucuna varabiliriz.

Marx’ın eserlerinde dini gözardı etmesi, bu konuda geriye çok fazla kaynak bırakmamasıyla sonuçlanmıştır. Bu nedenle bu çalışmada, hayatının fikrini bir dinle somutlaştırmış olan Comte’a daha fazla yer verilmiştir.

Yine de Comte’un ateist olmasını etkileyen ve yeni bir din yaratma ihtiyacı oluşturan sevgilisiyle ilişkisi gibi özel hayatındaki bazı faktörler ile yeni bir din geliştirmek üzerine gösterdiği çabalar, siyasi makamlarla kurduğu iletişim, O’nu takip eden ve etmeyen kitleler, geriye bıraktığı pozitivist din başlı başına birer araştırma konusudur. Aynı şekilde, Marx’ın da çalışmalarının sonucunda kurulan devrim iktidarlarında dini uygulamalar ve bunların sonuçları ile Marx’ın ateist olmasının sebepleri ayrı birer çalışma konusudur. Bu çalışma ancak bu ayrıntılı çalışmalara giriş niteliği taşıyabilir.



[1] J. Raines, Marx on Religion, s.15
[2] a.g.e., s.16
[3] Hazırlayan: C. Cherfils, İslamiyet ve Pozitivizm, Sunuş
[4] a.g.e., s.23
[5] R.Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, s.91
[6] K.Marx & F. Engels, Din Üzerine, s.34
[7] a.g.e, s.34-35
[8] R.Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, s.148-149
[9] J. Raines, Marx on Religion, s.1
[10] M. Pirie, 101 Great Philosophers
[11] M. Bayrakdar, Aydınlanmanın ve Pozitivizmin İslam’a Bakışımıza Etkisi, Diyanet Dergisi, s.4-6
[12] A. Botton, Ateistler İçin Din, s.291
[13] a.g.e., s.292
[14] A. Comte, Pozitivizmin İlmihali, Giriş XLVIII
[15] a.g.e.
[16] a.g.e.
[17] A. Comte, Pozitivizmin İlmihali, Pozitivizmin Takvimi
[18] A. Comte, Pozitivizmin İlmihali, Pozitivizmin Takvimi
[19] Hazırlayan: C. Cherfils, İslamiyet ve Pozitivizm, s.42
[20] a.g.e., Önsöz
[21] a.g.e., s.25
[22] Hazırlayan: C. Cherfils, İslamiyet ve Pozitivizm, s.26
[23] Hazırlayan: C. Cherfils, İslamiyet ve Pozitivizm, s.28