18 Ocak 2013

İSTANBUL MODERN VE Pİ'NİN YAŞAMI

Finaller bitti. 3 final verdim, 1 ödev teslim ettim. Hocaların dediğine göre vizelerimiz iyiymiş, not önemli değilmiş. Bilimsel hazırlık olduğumuz için geçti/kaldı olacak sadece, o yüzden bence de önemli değil notlar. Finaller biraz daha kötü geçti, çünkü (itiraflar geliyor) vize dönemi sonrası derslerin çoğuna gitmedim, gitmeyip düzenli okuma yaptım mı? hayır. Final zamanı yaklaştıkça makalemsi ödevin okumalarına gömüldüm. Sonuç olarak hiçbiri tam olarak yetişmedi.

Sosyoloji için bilinçli felsefe okumalarına başlamam gerektiğine karar verdim. Bir liste yapacağım. Hocalardan ve arkadaşlardan tavsiye alıyorum. Bir de ikinci dönem bir felsefe dersini takip edeceğim okulda.

Ödevim Marx ve Comte'un dinler hakkındaki görüşlerini kıyaslamak üzerineydi. Marx'ı anlamak için Hegel'i anlamam gerektiğini fark edince felsefeye ne kadar aç olduğumu gördüm.

Evet efendim.


Okuldan dönerken, yol üstünde olduğu uzuuun zamandır düşündüğüm ama ertelediğim ziyaretimi yaptım: İstanbul Modern'e. Perşembe günleri tamamen ücretsiz (sinema+sergiler). Türkiye'de Abdülmecid zamanından bugüne resim üzerine bir sergi vardı. İsmi "Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar" Değişimi görmek açısından güzeldi. Bknz: http://www.istanbulmodern.org/tr/sergiler/guncel-sergiler/yeni-yapitlar-yeni-ufuklar_25.html

Resimle çok ilgim yok, sadece karakalem çalışma yapmayı seviyordum bir zamanlar, özel ders almıştım üstelik, bıraktım sonra. Şimdi de soyut resimden çok hoşlanmadığımı hatırladım. Fakat görsel sanatların insanın zihnini ve kalbini açtığını, geliştirdiğini biliyorum. Üçüncü gözüm kısık bakıyor, onu biraz geliştirmeliyim, İstanbul Modern'e saldıracağım artık.

Tabi birkaç sergi daha vardı. Ama bence gerçekten tadına varmak için, insan her gittiğinde sadece bir sergiyi görmeli. Yoksa ayaklar ağrıyor, baş dönüyor, aptallaşıyor insan. Ben de hepsini gezmeye uğraşmadım. Neler varmış diye şöyle bir bakıp çıktım. (Broşür diye bi şey var halbuki).

Bi de yorulunca üst katta manzaraya karşı oturmalık oturaklar var ki, çok iyi geliyor.

Sinema programı da güzel, şu sıralar "Oscar'ın Yabancıları" gösterimleri var.

Ahh.. ah.. İstanbul'da yaşayıp da evde pineklemek, Türkiye'de küçük şehirlerde yaşayanlara hakaret etmek gibi aslında.. O kadar çok ucuz ama kaliteli sanat eseri sunuyor ki bu şehir!

 ---

Akşam da Pi'nin Yaşamı'nı izledim 3 boyutlu sinemada. 3 boyutun tadını ilk kez bu kadar hissettim. Görsel olarak çok iyiydi. Balıklara dokunuverecekmişsiniz gibiydi. Hikaye de güzeldi, oyunculuklar da.

(Bundan sonrası spoiler içerir)

Rahatsız olduğum bir nokta var sadece: Hollywood filmlerinin verdiği yavan tat vardı filmde. Hayata hep muhalif gözle bakan bi doğu insanı olduğum için, yoğun hissediyorum bu batının yavan tarafını.Nasıldı?

Çekim tekniğinden kaynaklanıyor olsa gerek, görüntüler hep temiz ve parlaktı. Hindistanda başlıyor film. Hindistanda maddi açıdan biraz rahat bir aileyi anlatıyor. Anne ve baba eğitimli insanlar. Baba ateist, bilime çok güveniyor. Anne de bilime inanıyor ancak bir dine de ihtiyacının olduğunu düşünüyor. Çocuk bu özgürlük ortamında dinleri tanımaya girişiyor. Ve 3 dini benimsiyor. Aile buna saygı duyuyor.
Sonra maddi problemler sebebiyle bi gemi yolculuğuna çıkıyorlar. Orda maceralar maceralar...
Bir taraftan bu maceralardan sağ çıktığını bildiğiniz kahraman 40 lı yaşlarda karşınıza geçmiş, anlatıyor hikayesini, son derece huzurlu.

Yani çok satan roman tadında bir rahatlık var kitapta. Hiç gerçekçi değildi, eğlenmek için izlenir, hayatın gerçelk yönlerinden uzaklaşmak için izlenir. İçinde biraz aşk, bolca macera, biraz hayvan sevgisi, biraz korku, biraz şaşkınlık, doğunun huzur veren sevgisi, batının huzur veren modern yaşam tarzı (yani güzel bir ev, sakin bir su kenarı, park, güzel bir eş, çocuklar) var.
Filmden çıktıktan sonra bir gemi batmış, insanlar ölmüş, onların aileleri ne düşünmüş,  gemide çalışan, her gün aynı yemeği yiyen japon işçiler hep "mutlu budistlerden" mi oluşuyormuş, hayvanat bahçesindeki hayvanlar acaba mutlu muymuş, onları oraya kapatan o bilgili ve değerli anne baba melek miymiş... gibi sorular cevapsız kalır. Bu soruları sormadım bile, aklıma gelmedi. Sadece yavan bi sıkıntı, bi eksiklik vardı içimde. Olayların coşkusu ve heyecanı vardı bir de tabi.

İnançlı olunca hayatın böyle tertemiz, parlak, net ve huzurlu olacağını söyler gibiydi. Başına gelen her felaketin bir anlamı var diyen, şükrettiren bir filmdi. Her dinde şükrettiren hem de. Zerre kadar isyan olmayan bir film. 

İlla duyarlı olması gerekmiyor tabi her film, her hikaye. Bazıları sadece para kazanmak için ya da yaratıcılığı sunmak için yapılır. Bu da onlardan biriydi işte. Sadece hintli insanların oynadığını görünce bir farklılık beklemişim demek  ki, Slumdog Millionare gibi olmasını filan beklemişim, onun hayal kırıklığını yaşadım..Bu da farklı bi ırkçılık türü olsa gerek.