25 Şubat 2022

Yine o günlerden biri. Depresif başladı, maillerde geçmişe gittim, Youtube karşıma yeni bir Netflix standupı çıkardı, 8Mart'ta gelecekmiş,ilgimi çekti, aynı kadının eski bi standupını izledim, iyi geldi, allaan amerikalısında kendimden parçalar buldum, güldüm (aynı şeyleri kendim düşünsem ağlardım, bir standupçı anlatınca güldüm, iyi ki varsınız komedyenler!), sıradan bir dertli günde iptal etmeyi tercih edeceğim bir görüşmeyi iptal etmedim, yani içime kapanmadım, akşam arkadaşımla görüştüm, rol yapmadım elimden geldiğince kendim oldum, kendimden tiksinmedim ve bu görüşme de iyi geldi, sonra Mor ve Ötesi'nin yeni şarkısını, İstiklal'i dinledim, ekşisözlük röportajlarını izledim... Ve sonunda, geçmişteki güzel günlerin, İstiklal Caddesi'ndeki, Ayasofya'daki güzel günlerin hatrına oturup blog yazmaya karar verdim. Üstelik alakasız bir konuda, okuduğum Hollandaca bir kitap hakkında. Çünkü blog bu demek. Günlük gibi dertli değil, giriş gelişme sonuç olma zorunluluğu yok, kimin okuduğunun okumadığının önemi yok (çoğu zaman), edebi derdi stresi yok... Kısacası geçmişin güzelliklerine dönünce blogun da güzelliklerini hatırladım ister istemez. 

Ama kitaba başlamadan önce, yine çığlıklar atmak istiyorum takıntı yaptığım konular hakkında:

Mor ve Ötesi'ni çok seviyorum! Bunca yıla rağmen hala piyasaya ayak uydurma derdine kapılıp kendi tarzlarından vazgeçmediler. Sözlerinde hala göze sokulan mesajlar yok, "şair burada ne demek istemiş?" diye düşünüp düşünüp bi sonuca varamadan ama sonuçsuzluktan da keyif alarak içimden çığlıklar atarak eşlik ediyorum şarkılarına. Ve röportajda öğrendim ki, hazirandan itibaren Avrupa'da turne yapma ihtimalleri varmış. Muhtemelen Almanya'nın bi yerlerine gelirler ve bit korona, bit! Nereye gelirlerse oraya gitmek istiyorum! Uzun zamandır hiç evden çıkmak için bu kadar istek duymamıştım, diyeyim de siz anlayın ne kadar gitmek istediğimi. Yolculuk, bilmediğim şehirde gece dışarda takılmak, havanın soğuk olması, Almanya'nın hissettirdiği ekstra soğukluk tüm anksiyetelerimi, konserde Mor ve Ötesi'ni hiç tanımadan gelip çevresine (şarkılara bağıra bağıra eşlik eden bana dik dik bakan) ya da sürekli kameraya çekip sahneyi görmeme engel olan seyircilere sinirlenme ihtimalimi bi kenara bırakıp orda olduğumu hayal ediyorum... Bir elimde bira, bir elim havada, çevremdekilerin ne düşündüğünü normalden %500 daha az salladığım, kendim olduğumu en çok hissedebildiğim, zıplaya zıplaya, birayı üstüme döke döke şarkılara eşlik ettiğim o anları hayal ediyorum. Artık eski coollukları da bıraktım, konser sonrası gidip fotoğraf da çektiririm mümkünse. Çünkü ilerde, içimin kapkara olduğu bi günde bakınca hatırlayabileceğim bi an olur böylece. Fotoğrafların gücüne inanıyorum artık. Çirkin de çıksam fark etmez. Güzel anları hafızamın bir köşesinde güzelce saklamayı beceremiyorum. Bu yüzden fotoğraflar önemli. (Aynı andan yüz tane fotoğraf değil ama, bulanık da olsa, yamuk da olsa, bi tane olsun). Ama kötü anılar öyle mi? Online film izlemeye çalışırken porno ya da kumar reklamlarına maruz kalır gibi, her fırsatta çıkıyorlar karşıma. 

Benim için İstiklal bitmedi. Bitmesi de mümkün değil. Dönüp İstanbul'da yaşamaya başlarsam belki... Nostaljiyse nostalji, İstanbul'da yaşayanlara sinir bozucu gelebilir bu dediklerim ama İstiklal başka bi şey benim için. Özgür ve kendimi ve hayatın gerçekliğini hissettiğim ilk yer. Şu an nasıl olduğunun önemi yok. 

Kitaptan bahsedecektim, vazgeçtim. 

20lerimin başındaki halimden parçalar eklemek istiyorum şu anki hayatıma. kitaplar, posterler, karakalem karalamaları, çıkıp sokaklara atmalar kendini, yine introvert olmak ama tadını da çıkarmak, ortamını bulunca kendini koyvermek, aklını, hislerini... O kadar. Her şeyini değil. Parasızlığın getirdiği dertleri, aile beklentilerini, hesap sormalarını, köşeye sıkışmışlık hissini, o bitmeyen öfkeyi değil.

Ben otizm spektrumunun kıyısındaymışım. Spektrumda olan özellikler bende varmış. Başlarda çok sorguladım. Koskoca spektrum, bi yerinden girememiş miyim? Orda da mı dışarda kalmışım? E şimdi biz spektrumla neyiz? Acaba terapist uyduruyor mu? Bu soru işaretlerinin üzerinden bolca seans, bolca ağlama , aydınlanma, isyan, halledicem ben bu işi gazı, sonra tekrar dibe vurma, o kadar da kolay değilmiş deyip daha bi ağlama... geldi geçti. Şimdi daha iyi anlıyorum spektrumla ilişki statümüzü. Anksiyete, hatta sosyal anksiyete hayatımı en çok etkileyen şey. Ömrüm boyunca çektiğim ben niye diğerleri gibi olamıyorum, hissinin bi sebebi varmış. Bi adı varmış bunun, aynı şeyleri yaşayan bissürü insan varmış. Bunu ilk defa duymak müthiş bi şey. Ağlatıyor, güldürüyor, tüm tanıdıklarına sesli mesaj atıp coşkuyla anlatma ihtiyacı yaratıyor. Sanki "ben otizm spektrumum kıyısındaymışım, ondan böyleymişim" deyince herkes anlayıverecekmiş gibi... Halbuki gerçek hayatta hiç de öyle olmuyor. O ne demek, nasıl bi şeymiş o, diyor Rainman izlemeyenler. İzleyenler de hadi canım, hiç benzemiyorsun sen, diyor. İşte o zaman daha önce hiç tatmadığım bir sıçış başlıyor: Terapistin dediklerini , okuduklarımı, izlediklerimi birkaç cümleyle özetlemeye çalışıp beceremiyorum. Ve "aman zaten terapiste gitsek hepimizde bi şey çıkar" diyen bakışlarla karşılaşıyorum ya da direk bu cümleleri duyuyorum Instagram'da psikolog takip etmiyorsa karşımdaki kişi. 

Benim için büyük aydınlanma demek olan bu önemli konu, karşımdaki kişi için kocamın çoraplarını ortalığa atmasından farklı bi haber değil. "Ay aman hepsi aynı bunların" benzeri bi cevap veriyor. 

Bu da normal tabi. Muhtemelen ben olsam ben de aynı cevabı verirdim. Ama insanı üzmüyor mu, üzüyor. 

Şimdi insanlara anlatma coşkusunu geçtim. Çünkü başka şeylerin farkına vardım: Başkalarının anlaması önemli değil. Benim belli dertlerim var diye tüm dünyanın bana olan tavrını değiştirmesini bekleyecek değilim. (Tabi sürekli dip dibe olduğum insanın, yani u.ın derdimi tam anlaması önemliydi, o hariç). Ayrıca bi tanı konması hayatımdaki sorunların çözüldüğü anlamına da gelmiyor. Çözmek için bol bol çabalamak gerekiyor. ÖSS'ye hazırlanır gibi hatta, 7/24 bunu düşünmem gerekiyor. Bi deneme sınavında başarısız oldum diye pes etmemem, ertesi gün aynı şevkle dolup yeniden çalışmaya başlamam gerekiyor. Önceden problemin farkında olmamanın verdiği koy götüne rahvan gitsinlik hali o kadar da rahat sığınılan bi yer olmuyor. 

Spektrumla ilgili şeyler okudukça gereksiz strese girdiğim anlarda beni rahatlatabilecek şeyler olduğunu fark ettim: Mesela metro kompartımanlarındaki körükleri izlemek, bir böcek varsa ortamda onu takip etmek, kafamda sudoku kareleri oluşturmak... Bunlar bana iyi geliyormuş. Daha önce gerildiğim konu neyse onun önemli olduğuna o kadar ikna ediyormuşum ki kendimi, bu tip şeyler düşünmek aklıma bile gelmiyormuş. Ama otistiklerde pattern görmenin yaygın olduğunu duyunca, benim patternlerle ilgili ne hissettiğimi düşününce...Evet duvar boyasındaki fırça izlerinde istesem, kendimi koyversem kaybolabilirmişim hakkaten. Seccadede gördüğüm hikayeler yüzünden acaba namazım kabul olmadı mı, acaba bi daha kılmam gerekir mi diye düşündüğüm zamanları söylemiyorum bile. Pek çok insan herhangi bir desende, objede yüz ifadesi görüyordur sanırım. Ama mesela sudoku hayal ederek rahatlama işini ilk kez son bir iki ayda denedim ve çok sevdim. Ve bu fikri bana veren spektrumun kıyısında olmam. 

Kısacası artık spektrumun içindeymişim, değilmişim, kıyısındaymışım, yok efendim traitleri varmış, yok hiç benzemiyormuşum, insanlara nasıl anlatacakmışım...Umrumda değil. Spektrumla ilgili edindiğim bilgi gerçek hayatta işime yarıyor mu, ben ona bakarım, yarıyor netekim. Bilgi edinmek isteyen de bana sormasın, googleda her şey var. Ha ama biri kalkıp "sen hiç sosyal anksiyeteli görünmüyosun bence (abartıyosun)" derse alnını karışlarım. O var. Allahına kadar var (ne demekse). En çok kavga ettiğim spektrum özelliği de o zaten. 

Neyse, bu da böyle karışık bi yazı olsun. Eski günlerdeki gibi. 

MOR VE ÖTESİ!!!!!!!!!!!!!SİRENLER ALBÜMÜNÜ DİNLEYİNİZ. SEVİNİZ. NEDEN SEVMEYESİNİZ Kİ  (İŞTE BUNLAR HEP TAKINTI)

18 Ocak 2022

yalnizyurumeyeceksin.com

Kırk yılda bir, güne haber okuyarak başlayayım dedim, Enes Kara'nın intihar haberini gördüm. Daha doğrusu Bahçeli'nin verdiği tepkiyi görünce anladım tıp öğrencisi bir gencin cemaat ve aile baskısı yüzünden intihar ettiğini. Video çekmiş, tabi haber yasağı getirilmiş. Ki doğru bir karar bence, sırf videoda söylediklerinin metnini okuyunca bile derin kederlere düştüm, videoyu izlemek çok daha büyük etki bırakırdı, özellikle o girdaptan henüz kurtulamamış olan gençlerin üzerinde.

Farkında olmadan din baskısı yapan aileme içimden teşekkür ettim hemen, beni zorla cemaat yurduna gönderecek kadar gözleri kör olmadığı için. Gerçi abimin çektiği sıkıntılardan dolayı derslerini almışlardı, çok şükür ki abim o günleri atlattı. Tabi bunda hala Müslüman olmasının etkisi de olabilir. Ya inanmamaya başlasaydı benim gibi? 

İtü'ye kayda gittiğimiz gün, babam abim ve ben sırada beklerken, cemaatçi tarzı kapalı birinin yanımıza yanaşıp İtü yurtlarında alkol ve fuhuş partilerinin yapıldığını, gelip onların yurtlarında iyi bir Müslüman'a yakışacak şekilde kalabileceğimi söylediğini hala unutamıyorum. Babam da abim de bir an düşünmüştü, tamam biz size döneriz demişti babam. Sonra hayır diye yalvaran gözlerle bakmıştım babama , hemen ikna olmuştu. Dediğim gibi abimin yaşadığı sıkıntıların ne kadar etkisi vardı bilmiyorum ama hala minnet duyarım babama beni o an ailemle savaşma yoluna itmediği için. Çünkü o an emindim artık kendimden, kesinlikle dindar bir gruba, arkadaş çevresine dahi dahil olmak istemiyordum. İtü yurtlarında kalınca bir kez bile alkol içildiğini, yurda tamirci amcaların dışında bir kez bile bir erkeğin girdiğini görmedim. Böyle kolayca yalan atabiliyor işte bazı insanlar, son derece dindar oldukları halde.

Enes Kara'ya çok üzüldüm tabi. Akrabalarım benzeri ailelerle dolu. Ben kendimi kurtardım, hala baskı altında kalıp başımı kapattığıma dair kabuslar görmeme, aileme Müslüman olmadığımı söylediğim halde ısrarla iyi bir Müslüman kadının nasıl olması gerektiğine dair Watsap mesajları attıklarında elim ayağım titremesine rağmen, ben bu toplum baskısından kendimi kurtardım, zaten yurtdışında yaşıyorum. Ama akrabalarımı ve çocuklarını gördükçe düşünüyorum. Liseye başlar başlamaz imam hatipe gitmemelerine rağmen başını kapatan çocukları görünce içim sıkılıyor. 

Liseye giden bir çocuğun başını kapatması nasıl kendi tercihi olabilir? Hadi diyelim kendi tercihi, ergenlik sonuçta, çevresinde gördüğüne özenmiştir, sonra bi gün geri açmak isterse, kapattığı zamanki kadar destek görecek mi ailesinden? 

Enes Kara da kızkardeşlerinden bahsetmiş, zorla imam hatipe yollandıklarından, başlarını kapattıklarından... Bir gün açmak isterlerse ne olacak, diyor. Ne olacak hakkaten? Benim gibi üniversiteden arkadaşıyla evlenmesine izin verecek mi ailesi? Cemaat dışından biriyle evlenebilecek mi? Yurtdışına kaçabilecekler mi benim gibi? Umarım ölmeden hayatlarını yaşamanın bir yolunu bulurlar.  

Ailesi açıklamalar yapmış. Kendilerinden, hata yapma ihtimallerinden bahsettikleri tek bir cümle yok. Oğullarının lise arkadaşlarını suçluyorlar. Onların yüzünden inancını kaybetmiş, o yüzden boşluğa düşmüş de kendini öldürmüş. İnancını kaybettiği halde zorla cemaat yurduna gönderenlerin hiç mi suçu yok? Gerçekten bu körlük karşısında ne diyeceğini bilemiyor insan. Ama suçlusunuz, oğlunuzun mutluluğuna, ne istediğine zerre önem vermediğiniz için suçlusunuz. Benim ailem de dindar ama bi cemaatin kölesi haline gelmedikleri, akrabalardan gelen baskılara da direndikleri için sizden farklılar, o sayede yaşıyorum ben şu an. Yeterince desteklerseniz, baskı yapmayı bırakırsanız inançsız insanların boşluğa düşmesi şart değil, mutlu mesut yaşayabilirler. Hem belki ilerde geri Müslüman olacaktı, nerden biliyorsunuz? Bıraksaydınız da bunu kendi aklıyla yapsaydı...

Aileme artık Müslüman olmadığımı söyledikten sonra da annem vakit namazlarımı hatırlatmaya devam etmişti bi süre. Bi gün dedim, anne niye böyle yapıyorsun, bu konuyu konuşmadık mı? İnanmadığım halde sırf seni memnun etmek için namaz mı kılmalıyım sence? Utandı, "ama kızım bir Müslüman olarak çocuğumun da cennete gitmesini desteklemek benim hala görevim," dedi. Enes Kara'nın annesinin söylediği sözlere çok benziyor. Bu sözlerden, hatırlatmalardan ancak evlenince kurtulabildim. Nedense ancak evlenince benim de aklımın olduğunu, düşünebildiğimi hatırladı. Hala gelen watsap mesajlarınınsa anlamını hala çözemedim, topluca gelen mesajları topluca birilerine gönderiyor muhtemelen... Neyse ki uzağım.. 

Neyse, sevgili Enes Kara'nın ailesi, bari bu konudan bir ders çıkarın, diğer çocuklarınızı koruyun, baskı yapmayın. Cemaat yurduna göndermeyin. Dertleri olunca size anlatabilsinler. Siz baskıcı değil de, sıcak, samimi, yargılamayan bir Müslüman profili çizerseniz, isterlerse yine Müslüman olurlar, emin olun. En azından benim ailem gibi yapın, namaz kıl diye ısrar edin illa istiyorsanız, ama namaz kılmamanın, Risale-i Nur kitaplarını düzenli okumamanın yasak olduğu bir yere göndermeyin çocuklarınızı. 

Bu tip acılar çeken insanlar için kurulmuş bir websitesi varmış: https://yalnizyurumeyeceksin.com/

Ben bi şekilde kurtuldum ama toplum ve din baskısı içinde olanlar, lütfen bu siteye bi göz atın. Hiç olmazsa yalnız hissetmezsiniz belki, bir umut olabilir. Karanlıklara daldıkça dalıyor insan, biliyorum, bi duvar çekmeyin etrafınıza. Özgürlüğünüz için maddi destek gerekiyorsa, burs veriyor bu site, ona başvurabilirsiniz. Ya da psikolojik destek alabilirsiniz o parayla, bilmiyorum... Umarım herhangi bi yönden de olsa bi faydası olur...