12 Şubat 2013

GEZMEK...

Lafı çok uzatmadan: Birazcık gezdim tozdum.

Tatuta Ne Ola??

Buğday Derneği'nin Tatuta çiftliklerini araştırdım. Bir kereliğine 60 TL yatırıyorsun, Türkiye'de Tatuta'ya üye olan çiftliklerden birine gönüllü ya da ziyaretçi olarak gidip kalabiliyorsun. Gönüllü olursan, sadece yol paranı ödüyorsun. Konaklama yeme içme serbest ve gün içinde çiftlikte çalışıyorsun.

Şehirden kaçan deliler için, toprak dağ taş hayvan görmek isteyenler için, "bizim köydeki ev de tamir edilcek oraya gitsene illa iş yapmak istiyosan" diyen annesine "amacım çalışmak değil anne, değişik yerler görmek, yeni insanlar tanımak" diyenler için çok mantıklı.

He tabi "manyak mıyım ben, karın tokluğuna amelelik mi yapıcam diyenler" için hiç uygun değil:) Ama herkes bir gün taşa toprağa bulanmak ister. Fazla bilgiden zarar gelmez (her ne kadar cahillik erdem olsa da), ilerde işinize yarar bence. (göz kırpan gülücük)

Ayrıntılı Bilgi: http://www.bugday.org/bugdaygil/Tatuta/?p=0&lang=tr

İmece Evi Ne Ola?

İstanbul'a yakın olanları inceledim. Olabildiğince az para harcamam gerekiyordu, yol parası en az tutacak olana baktım. İkinci olarak da, çiftliğin amacı tercihimi belirledi: Entel dantel tiplerin bi araya gelip bi butik otel açıp, ellerinde viski kadehleriyle şömine başında "bu köylüler de ne kadar köylü, hahahaha"sohbetlerine daldığı bir yer olmamasını istedim. Ama tarla sahibi bi amcanın "bedava işçi" mantığıyla Tatuta'ya üye olmasından da korktum.

Beni geliştirecek, akşamları bana bi şeyler katacak muhabbetlerin olacağı bi yer olsun istedim.



Karşıma İmece Evi çıktı. Tam bu şartlar uygundu. Sitesinde şuna benzer bi söz vardı: "Dağ başında doğal yaşam için ev yapıp, klima kullananlardan değiliz." Özellikle bu söz beni cezbetti. Kurucusu İsmail, gelmişini geçmişini bütün amacını yazmıştı. Malum, okumayı seven biriyim, siteyi hatmettim.

Ayrıntılı bilgi burda: http://www.imeceevi.org/

Nasıl gittim?

Çiftlik, İzmir Menemen'e bağlı bi köy yakınlarında. Bir gün önceden tekrar aradım İsmail'i, İzmir'den biri gelecekmiş, onunla haberleşmemi istedi. Otomobille direk çiftliğe gittik yani, şanslıydım.

İstanbul'dan otobüsle gittim. En ucuz yol buydu (55TL, Nilüfer, Konfor Hat, tek kişilik koltuk). Bileti bi gün önceye bırakmasaydım İdobüs daha ucuza gelebilirdi.

Otomobille çiftliğe en yakın köye kadar gittik, Turgutlar Köyü'ne. Arabayı oraya bıraktık, kalanı yaklaşık 10 dk lık patika.

Çiftlikte Ne Varmış?

Taş ev, saman ev ve toprak ev var. Hepsi gelen gönüllülerle yapılmış.


Keçiler, köpekler, kediler, ördek var. Gördüğüm en özgür çiftlik hayvanları. Çok fazla çiftlik görmedim zaten de, gitsin gezsin dolaşsın gelsin diye salıveriliyorlar, bizim köyde o kadar rahat değillerdi:)



Tarlalar var. Bereketli topraklar var (gibi duruyor).

Güneş panelleriyle elektrik üretiliyor. Doğaya olabildiğince zarar vermemek amaç edinilmiş. "Şehirden gelen şehire gider" mantığıyla plastik vb çöpler biriktirilip belediye çöpüne teslim ediliyor. Doğada kurumuş, yıkılmış ağaçlar sobada yakılarak ısınılıyor. Kaynak suyu kullanılıyor. Yemek sobada pişiriliyor tabi ki. Yemek artıkları önce kedi ve köpeklerin kaplarına boşaltılıyor. Onların artanları evlerin ilerisindeki bir alana dökülüyor. Keçiler ve diğer hayvanlar gelip yesin diye. Kalanı toprağa karışıyor. Kül ile bulaşık çamaşır yıkanıyor. Kendi yaptıkları sabun ile el yıkanıyor.

Ufak tefek eksikler var, o problemleri gidermek için kafa yoruluyor.

 
Daha önceden İmece'ye gelip, şehirden uzak bu hayata devam etmek isteyenler, arazi satın almış yakınlardan, ev yapımını filan öğreniyorlar, kendi evlerini yapmak için.

İleride dere var, şelale varmış (gidemedim oraya)

Vahşi at ve sığır sürüleri var ormanda. Uzaktan durup bakıyorlar, yaklaştıkça uzaklaşıyorlar. Özellikle atlar o kadar dinç ve güzeller ki...

İlginç hayatlara sahip gönüllüler gelip gidiyor. Genellikle aktivist ya da bir şeylere, özellikle modern hayata tepkili insanlar. Benim dışımda -sanırım- kimse Tatuta ile gelmemiş. Kulaktan kulağa duyup gelenler var. Yani oranın giriş biletini sadece Tatuta kesmiyor.

Günlük Hayat Nasıl Geçiyor?

Sabah kalkılıyor. Soba yakılıyor. Kahvaltıdan kim sorumluysa o hazırlıyor. Sohbet muhabbet çay... O gün acil olan işler hangileriyse onlar yapılıyor. Üstün başın batıyor büyük ihtimalle. bu yüzden iş kıyafetlerin ayrı olsa iyi olur. Arada yoruldukça toprağa uzanıyorsun çamur oluyor. Köpeklerle boğuşursan bi de üstüne salya yapışıyor:)

Bu sırada yemek hazırlıyor biri. Öğle yemeğini yiyorsun. Çok da acıkmadan yiyorsun aslında.

Sonra tekrar iş. Sonra çay molası 4e doğru. Sonra tekrar iş. Sonra hava kararmaya başlayınca paydos. Arada bir çiçek toplamaya (sigara molasına) gidebilirsin, izmaritini biriktirip şehir çöpüne atman gerek tabi.
 


Akşam yemeğinden sonra yayılma zamanı. Çay, muhabbet... Müzisyenler de vardı ben ordayken. Darbukalar, gitarlar, tefler... Ben bile (ritmi tutturma sorunu olan ben bile) tef çaldım, darbuka çaldım kendimce. türkü söyledik, koro çalışması gibi bi şey yaptık:)

Sonra akşam 10 gibi herkes kendi haline dönüyor, uykuya doğru. Zaten beden yorulmuş oluyor gün boyunca, kendini koyveriyor...

Niye Kalktın Geldin, Bu Kadar Güzeldi Madem?

İki etken vardı. Birincisi yalnız kalmayı özledim. Oturup 3-5 kelime günlük bile yazamıyordum. Yalnız kalamamak büyük dertmiş benim için. Yatakhanede hiç kalmamış bi hanımevladı olarak büyümüşüm de haberim yokmuş.
İkincisi, özledim kendi hayatımı, insanları.

Daha uzun bi imece hayatı yaşarım belki tekrar. Ama arkamda özleyeceğim bi şey bırakmamam lazım bunum için. Ya da başka bi kedi haline gelmem lazım.

En Güzel Yanı Neydi Bu Gezinin?

Dönüş yolu. Yaklaşık 2 saat birazcık da korkarak, doğada tek başıma yürüdüm. Hiç insan yoktu. Vahşi at ve sığır sürüleri dışında neredeyse hiç hayvan da görmedim. Hava güneşliydi. Kendi sesimi kaydettim, videolarla. Ne hissettiğimi sesimle anlatmaya çalıştım, durup yazmak zor geliyordu. Rüzgarın, uzaktan gelen suyun ve adımlarımın dışında ses yoktu. Tek başıma bir şey yapıyordum, kendimi seviyordum. Uzun zaman olmuştu her şeyine kendim karar verdiğim bir şey yapmayalı. Çiftliğe karar vermek, gitmek, istediğim an kalkıp dönmek, bedeni yormak, zihni dinlendirmek...Güzeldi.

 
 
Çiftlikten tarif ettikleri yoldan, ipuçlarını takip ede ede köye vardım. Ordan köylü amcalara ufak anlık yalanlar söyledim. Turist tipiyle dağ başında tek başına yürüyen bi kız onlar için çok garip. Otostop çektim. Menemen Belediyesi'nin Huzurevi aracı denk geldi. Araçtaki memur bir kadına orda ne işim olduğunu anlattım. Kızı da istiyormuş öyle bir yerlere gitmek. Nasıl başvuracağını anlattım. İnerken endişeyle "aman dikkat edin" dedi daha genç gösteren kadın memur. Sonu belirsiz bi yola girmiş sırt çantalı genç kızı öylece bırakmak korkutmuştu onları:)

Menemen'den İzmir'e İzban'la tabi...

Kendimi dinledim bu gezide. İnsanları gördüm, sevdim. Tanımaya çalışmadım. Kendimi dinlemeye daha çok ihtiyacım varmış.

En kısa zamanda bir çiftliğe daha gitmek istiyorum. Olabildiğince farklı yerler görmek, farklı insanlar tanımak. Herkesin roman olacak bir hikayesi var. Onları biriktirmek gerek. Şehirden uzak, patron-işçi ilişkisinden uzak, köpekler gibi çalışmak, öküzler gibi mercimek çorbasına yumulmak gerek. Normalde yüzüne bakmayacağın bir elmanın saatler süren yürüyüşten sonra nasıl lezzetli olduğunu anlamak gerek. Üstüm batar korkusuyla toprağa uzanmaktan çekinmeyeceğin bi hayatın var olduğunu unutmamak gerek.