Saçaklı'dan duyduğum çelınca başlıyorum. Aha da sorular bunlar:
Asıl kaynak |
Her haftaya bi soru. Geç kaldığım için ilk 2 soruyla dalıyorum muhabbete:
1. Neye şükrediyorsun?
İyilik sağlık filan diyeceğim ama sağlık için şükredecek yaşa gelmedim sanırım daha. Yani şükretmem gerektiğini biliyorum tabi ki ama ilk aklıma gelen o değil, içgüdüsel olarak çok şükür diyemiyorum. Sadece benim yaşımda veya benden daha genç olup da hasta olan birilerini görünce aklıma geliyor. Hatta yine şükürden çok "lan hayvan gibi bakıyorum bedenime, bunun cezasını ne zaman çekeceğim acaba?" diye endişeleniyorum. Sağlık için şükretmek için bi olgunluk gerekiyor sanırım ki o derecesi henüz bende yok. Bi gün gelir diye umuyorum.
Benim asıl şükrettiğim şey, şimdilik çalışmak zorunda olmayışım. Çok büyük bi lüks olduğunun farkındayım ve hakkını vermeye çalışıyorum. Çalışan insanların genel şikayetidir ya hani, bi tatilim olsa şunu şunu yapıcam, derler ama tatil gelince hiçbirini yapamazlar, tembellikle geçer zaman. İşte koyversem ben de öyle olucam. Olmamak için sürekli kontrol altında tutmaya çalışıyorum her anımı. Şimdi düşününce, çoğu zaman işe yarıyor bu kontrolcülük. Yoksa boşlukta "hiçbi işe yaramıyorum" girdabına kapılıp diplere dalmak büyük bi olasılık.
Bi de çok mıymıy sevgi pıtırcığı tadında konuşmak istemiyorum lakin kısaca değinmem şart. Bu hayata en büyük şükranım, beni anlayan biriyle bi araya gelmemi sağlaması sebebiyle. Hayatta evlenmem diyen bi insandım, sırf onunla birlikte olabilmek için evlendim. Her zaman her şey güllük gülistanlık olmasa da, gülleri çok sevmem zaten, çok dinselleştirilmiş bi çiçek altı üstü, gerek yok:)
2. Evim/yuvam dediğin yer hakkında yaz.
Yalnız kalabildiğim, kitap, kağıt, kalem bulunan, özgürce girip çıkabildiğim, kimseye hesap vermediğim, anahtarı bende olan yer.
---
İşte bu kadar.. Çabucak bitti. Hepsini birden cevaplayıveresim geldi ama olmaz di mi? Çelıncın ruhuna aykırı.
Gelelim son zamanlara... Bissürü film izledim. Sondan başlayayım.
Dün Arif V 216'ya gittik sinemada. Film ekibi de burdaydı. Film öncesinde sahnede kısaca konuşma yaptılar, biz çekerken çok eğlendik, umarız siz de eğlenirsiniz falan filan. Güzeldi, datlışlardı. Film de güzeldi. Ali Baba ve Yedi Cüceler hariç Cem Yılmaz'ın sevmediğim filmi yok, sadece oyuncu olarak katkıda bulunduğu diğer filmlerini de hep sevdim. Dolayısıyla filmi sevmek için gitmiştim, sevdim, güldüm, sırıtmaktan yüzüm ağrıdı. Ali Baba ve Yedi Cüceler'den kazandığı parayı da bu filme harcamış sanki, zira V 216 çok masraflı görünüyor. Helali hoş olsun. Spoiler vermemek için kendimi zor tutuyorum, susayım ben en iyisi.
Bi gün önce de Ayla'yı izledim. Gora'da bile duygulanıp ağlayabilen bi insanım, doğal olarak Ayla'da sürekli salya sümüktüm. Ama içimden gelerek ağlamadım. İnsanların ağlatma düğmeleri var, bazı filmler onlara basmak için tasarlanıyor. Misal, Çağan Irmak filmleri, Türk dizileri... Ayla da öyleydi. Duygusal bi sahnede ver coşkulu müziği, ver bakışmayı, içimden "yine aynı şeyi yapıyo şerefsizler" dememe rağmen elimde olmadan ağlıyorum. Sesin tonu mudur, frekansı mıdır nedir, gözyaşlarımı boşaltıyor. Yemin ederim bununla ilgili bilimsel bi çalışma kesin yapılmıştır. "Sesin gözyaşına etkisi". Üşenmeyenler araştırıp link atarsa çok sevinirim. Bilimsel konularda googlela konuşmayı sevmiyorum da...
Kısacası Ayla'yı sevmedim. Çok ağlatmayı hedeflemiş filmlerden hoşlanmıyorum. Hele ki konu tarihle, politikayla ilgiliyse iyice işkilleniyorum. Kesin bi duygu sömürüsü, bi konudan uzaklaştırma, bi propaganda var diye... Netekim bu film de öyleydi. Bolca milliyetçilik, bolca vatan sağolsun, bolca şehit kanı... Güzelim hikayeyi bu kadar içi boş milliyetçilik sosuna bulamasalardı, savaşın taraflarını, sebebini anlatsalardı, daha tarafsız bakabilselerdi çok güzel bir film çıkabilirdi ortaya. Oscar adaylığı umrumda değil. Geçen sene miydi, ondan önceki mi, Hacksaw Ridge'i aday gösterdilerse, Ayla da gösterilebilirdi bence. Zira O da tarihi olayları çağımıza yakışmayan saçmalıkta anlatan bir filmdi. Taraflıydı. Vatan uğruna ölmenin propagandasını yapan filmler çekmek... Bitse keşke ama bitmez tabi ki, hala bu filmler sayesinde bağlılık hissi yenileniyor insanlarda. Türkiye'de ilkokul çocuklarının Ayla filmine götürüldüğünü hesaba katarsak bi de, taşlar yerine daha iyi oturur sanırım.
Neyse efenim. İnsanları düşünmeye iten filmlerimiz olsa keşke. Hiç ağlatmasa ama hissettirse. Var öyle filmlerimiz ama işte keşke bunlar daha çok izlense... Bütün dünya buna inansa, bir inansa... (Yine ütopyalara bağladım, susayım)
Ağlatmayan ve kıymetli bir Türk filmi daha izledim: 11'e 10 kala. Yaşlı adamın olduğu sahneler, acaba belgesel mi, diye düşündürüyor. Öyle bi gerçekçilik. Nejat İşler oynuyor. Yönetmen; Pelin Esmer. İhtiyarlık kaplamış bütün senaryoyu, ağır adımlarla ilerliyor ama sıkılmıyor insan. İnsanlığın binbir çeşit yüzü akıyor her karesinden. Diğer iki filmin konusunu yazmaya gerek duymadım, haklarında sürekli konuşuluyor diye ama bunu özetleyeyim. Yaşlı bi adam, koleksiyon yapıyor. Hayatını buna adamış. Vazgeçmesini isteyenlere karşı, yavaş fakat kararlı adımlarla mücadele ediyor. Arkaplanda İstanbul, esnaflık, apartman hayatı, manzaralar, rutubet, hayatta yırtma çabası vs var. İstanbul'da geçen her film gibi, her şeyden biraz biraz olmak zorunda zaten. Fakat bunda hepsi birbirine girmemiş.
İşte böyle. Kızgın ok tadında fikirlerimi kafanıza kafanıza sapladıysam gideyim artık.
Sevgilerle, lilililerle....
Kanatlı Kedi