08 Ocak 2018

Kitap: Damla Damla Günler IV 1990-1996 (Adalet Ağaoğlu)

1990

Yılmaz Güney'liler Paris'i

9 - Milletin kuyularda, dehlizlerde, çıkmaz sokaklarda birbirine toslayarak, çarpıp ederek yolunu bulmaya çalıştığı bir yıl daha bitti. Yeni biçim genç yazarların, toplum kurtarıcılarından yılıp kendilerine adadıkları, kendisi olmayı, 'ötekini unutmak' sandıkları, birey'i bireysellik, bencillikle aynı kefeye koymalarının ateşi yükseldikçe yükselmekte. Buna karşı ya da buna tepki, aydınlık, güzel, solun sanal populizmini bir yana koyarak, bilimsel akıllarını cilalama yolunu seçmiş görünen gençler, ender olsalar da, bütünlüklü bir hayat adına sorumluluk duygumu ayakta tutmaya beni zorlamaktalar.

12 - Hele adamın bir dergide Göç Temizliği'nde geçen '...bir şey elde edeyim diye kimsenin sırtını okşamadım,' cümleme parmak basarak: "Ya nerelerini okşadınız hanım?" diye yazabilmesi, bunun basılabilmesine karşı Zeynep Avcı'dan başka kimsenin, hele 'feministlerimizin' gıkının bile çıkmaması... 'Aydınlarımızı' ölçüp biçmenin peşine gel de düşme!

14 - Adana doğumlu, güneydoğu iklimli Yılmaz, Ankara'nın Telsizler semtini, burada olup bitenleri nasıl böyle bir duyarlıkla anlatabiliyordu. (Yılmaz Güney'in Boynu Bükük Öldüler kitabından bahsediyor.)

15 - 'Faili meçhul'lerce vurulup da aylar aylar boyu ameliyat, tedavi, bakım altında kalan, tekerlekli koltuğa mahkum kılınmış Server Tanilli...

19 - Otellerde kendimi daha bağımsız, çok daha özgür hissediyorum, demeliydin. Demedin.

20 - Eve vardık ki eşi Gülay yemek hazırlığında, iki küçük oğulcukları televizyon başında, yere uzanmış seyirdeler. İlahiii Yılmaz'lar e mi, ne diye kucaklar götürürsünüz çocukları, ağlata falan yatırmaya kalkarsınız. Sofra kuracaklarmış da... İşte tam bize özgü, misafiri ille de evde yatırmak, ille de yedirip içirmek töresi.

27 - Oturup dır dır ötmemin altında Batı'ya karşı her zamanki aşağılık duygumuzun rolü bulunduğunu düşünmekteyim. "Ben şuyum, buyum..."ları o kadar öne çıkarmam gereksiz.

27 - ...duşun tavanı beni iki büklüm durularak da içine alacak gibi değil. Ancak çömelerek yıkanabilirim, o da pek mümkün görünmüyor.

31 - Kadın günü yaklaşırken yazarlığına gösterilen ilgi öyle çoğalır ki, ayıp olmasın diye yaşayamadığın gibi, ölemezsin de...

32 - Bir hastaya nasıl bakılacağını bilmemekten doğan üzüntüsü ve telaşı kötü bir gerilim yaratmakta.

32 - Farz et ki annen ölmedi. Say ki yanıbaşında. Demli akşam çayı, yanı sıra ince gümüş ağızlığına takılı Gelincik sigarası elinde; tıpkı çocukluğunda olduğu gibi şööyle her zamanki soylu edasıyla azarlamakta seni: Kendini yorma, her şeye koşturma, boğazını sarmayı unutma, dedim durdum; dinlemiyorsun ki... Bir an sessizlik olur;  çilli yanakları pembeleşmeye başlamıştır; (ağzının sol yanını şöyle bir kıvırarak kabahat sende anne, desene. Beni böyle yetiştiren sen değil misin?) Hafifçe doğrulursun; çayından bir yudum alıp sorar: Nereye kalkıyorsun öyle? Baksana anne, şu perdenin kıyısı kıvrılmış, gözüme batıp durmakta, düzelteyim... Kıs kıs kıs gülüşürsünüz. En büyük şifreniz karşılıklı göz kırpmanız... Annem ölmemiştir.

34 - Bizde kadının üstü peşinen dibine kadar örtülü olduğundan yeteneklerinin yaratıcı erkek gücü altında peyderpey ezilip kalması sözkonusu olmamıştır.

35 - Karısı bahçeye suyu akan çamaşırları asarken... (Yenişehir'de Bir Öğle Vakti'ndeki kapıcıyı ve karısını hatırla)

EŞİK
Bükmekle Kırmak

41 - Tarih bir dekor olarak da kullanışlıdır pekala! Geçmişe kaçanların bugünün yaygın kültürü dışında ve bunlardan farklı görünme lüksü. Yarı aydının tam aydınmış gibi görünme manevrası. Anlayışlı olalım. Her şey olması gerektiği gibi olmaktadır. (Sahi, bu benim Yazsonu'mda geçen bir lafım mıydı, yoksa Marx'a mı aitti?)

42 - 18 Mart'ta Şişli Abide-i Hürriyet'te miting var. Orda yürüdükten sonra Cemal Reşit Rey'de oturarak konser dinlemeye gitmek de var ki, bu da tam tamına benim hayatım: Haksızlıklara karşı dur, uysal-ince otur konser dinle. Doğrusu, sekter yani 'kötü' solculara göre bu küçük burjuvalığımı değiştirmeye hiç de niyetli değilim. Sanki Marx büyük burjuva babasına karşı gelen bir küçük burjuva değilmiş gibi! Sözü meclisten dışarı kıldın mı, her şey iyi ve güzeldir. Şimdi saçımı boyatmaya berbere, sonra da Metropolis filmini görmeye gideceğim!

44 - ...akıllı, bilgili, hayatın güzel değerlerini, anlamını korumakta sessizce direnç göstermiş ender kadınlarımızdan. Şatafatsız, üretken, hiçbir şey yapmıyormuş gibi durup eşlerine omuz veren saygıdeğer kişiler.

46 - Halim tarafından büyük torpil. Kendimi koca parası yiyen bir kadın olacakmışım gibi hissediyorum.

49 - Kadına bağımsızlık-özgürlük ise işte böyle: Şırınga şırınga üstüne genlerimize işlemişlikle kendimizi kendimiz mahkum ettiğimiz tutsaklıktan, tayin eylediğimiz 'ev kadınlığı' makamından istifa!.. Sen böyle çarçabuk hevese kapılmaz, ufku pembelere boyamazdın. Ne oluyorsun böyle? Seni ödüllendiren imkan sahibi okurun seni korumaktan cayar mı cayar. Kimse senin keyfinin kahyası değil ki...

51 - Bu mahallede biri olacak da, benim okurum çıkacak.

56 - Ben de özendim; ezberlediğimi sandığım Sandılar'ını okumaya kalkıştım, elime yüzüme bulaştırdım. Oysa işte, şurda hep elimin altında durup durmakta Behçet Necatigil'den BEYLER'i. İçinden içinden oku oku unut.

Viyana Kuşatması

67 - Sorumluluklar, bağlılıklar, alışkanlıklar, anlayışlı olmalar, 'kocaları yalnız bırakmayın'lar, bırakıp bırakamamalar, iki arada bir derede kalmalar, bencilliklerin üstesinden gelmeler: İkilemler, ikilemler...

67 - /ayıp olmasın diye yaşayamayıp ayıp olmasın diye ölemeyenlere/ ithaf edilmiştir bu kitap.

68 - Yarından sonra ayın 11'i. Bülbül Sokak'taki alt komşunun pazarlama kahramanı olan Ettora Scola'nınViyana-Lugano ortakları seni o gün aramayacaklar mıydı? Saat 17.00'de idi, değil mi? Öyleydi ya. 11 Haziran PAzartesi, yürüyüşe bile çıkamazsın artık.

69 - Yazdığımı, gece gündüz iyi çalışabildiğimi söyledim dilim dolanarak. Bunu, yine oradaki gibi gelip geçici bir 'heves' sandı galiba. Fakat öyle değil. Biliyorum, değil. Su çalkantılarının duyargalarda yarattığı ürpertileri bestelemekteyim: Atılım ve kaçış. Bağımsızlık ve korku. Gel ve git. Bütün ve yarım. Telefon konuşmamız bitti bitmedi, ben benim kulağıma şunu da fısıldadı: Sen bu 'oda-roman'ını Halim yanıbaşındayken yazamıyormuşsun meğer! Ya hani böyle ister istemez gözüne çarpar da, ne yaptığını, iştah açıcı biçimde 'sekse kaydığını' görüverirse diye... Ya, çok okunur olmak üzere kendini pornografiye verdiğini düşünürse, diye!!!

71 - Gönüllü kulluk ürünü olan ezginliğin bitti gitti.

72 - ...yaazr eşine hiç baskı yapmayan eş'le karışık arkadaş tonunu takınıp sordu: "Romantik Viyana nasıl gidiyor, çalışabiliyor musun?"

80 - İlk defa tek başına bir 'adam'la gece çıkışı yapıyorum, bu da kendi karısına asla böyle bir şeye izin vermeyeceğini sandığım Atilla Bey'e rastlıyor!..

81 - Yahu niye bu kadar ezilmiş, suçlu mu suçlu'ymuşun gibi duydun ki kendini, niye, niye? Keşke aşki bir şey olsaydı be!

82 - Asıl üzüntüm de, Tunç'u bağımsızlığıma inandıramamış olmam üstüne güçlü mü güçlü sezgim.

83 - İyi bilgi: Muziplik etmek, zeka gösterisine sıvanmakla eşek şakası yapmak arasındaki farkı çok hassas terazilerde tartmayı unutma.

83 - Bu sabah onunla (Hannayla) mahalle kilisesine gittik.

85 - Sadece gözleri açıkken gördükleri var, kapalıyken daha iyi görülebilecekler yok. Hayallemeler eksik. Ayrıntılar hazinesi kuru.

87 - İstanbul'a dönünce, burda temellerini attığım kitapların inşaatını ve dekorasyonunu tamamlamak için daha bir iki yıl aralıksız çalışman gerekecek.

88 - Öyle ki, ben çalışırken bir yandan da karşılıklı oyun oynayıp durmaktayız. Başımı ikide bir merakla sallamakta, önüme arkama eğip doğrultmaktayım: Şıngıırt o yana, tıngıırt bu yana yuvarlanmakta... Hani sanki kafatasım kurukafa. Bu duyguma kendi kendime güldüğüm bile oluyor.

89 - Berlin'in iki yakası Doğu'su ile Batı'sı arasındaki 'Duvar' yıkıldı. Bu ne demek? Bu ABD ile SSCB arasındaki soğuk savaşın sonu mu demek? İki süper güç arasındaki şiddetli gerilimin 'duracağı' (?) mı demeye gelmekte, yoksa bu Almanya Berlin'inin Avrupa Birliği kucağını Amerika iştahına gepgeniş açmasının ilk adımı mı demek? "Bizim Ortadoğu'ya İsrail'i dikmemiz yetmez, siz de şöyle bir gelin bakalım Rusya, gelin de, nükleerleri(nizi) paylaşalım; çoklarını bize verin, azları sizde kalsın" mı demek?

90 - Tuhaf bu yai "Keşke ben de 'orada' olsaydım da bu insanları kucaklasaydım!" gibi coşkun bir hisse kapılmadım. Tıngırdayan beynim hala daha 'Tarih Tekerrürden İbarettir' ezberiyle kuşatılmış durumda demek ki.

Viyana Valsi

93 - Viyana dünyada kendimi beğenir gibi olduğum tek yer.

94 - Fakat barok mimari, diyeceksen ve romanında böyle bir 'bilgi'ye selam çakacaksan...

98 - Teması erotizm olan sergi nasıl sergiymiş, bakalım. (...) Neler mi sergilenmekte Halim? Hiç de senin Playboy dergilerindeki gibi şeyler değil.

'Yazara Bakmak'

101 - 'Evin erkeği' sabahtan akşama Rumeli Hisarüstü, köprü şantiyesinde iş gördüğü için 'ev kadını' denen evin kadınının ne hallerde olduğunu görecek gözü kalmamıştı. Pazar günü çamaşır bir yandan, ütü, yemek, musluk, banyo ovmak bir yandan derken...

102 - 'Benimki'nin katkısıyla temizlik sorunu çözüldü gibi. Dayanışma buna denir işte!

110 - Hani sanki geçmişin kokusu kekikmiş, yalnız öyle gelmekteymiş gibi.

119 - 'Sokak ressamlarından', dediydi. Ne olursa olsun, 'bilinmeyen' bu ressamın telif hakkı ne olacak?


1991

Sınırlarda

123 - Nasıl kurulup edildiğini, ilkin silah yapacak silah fabrikası parçalarının Akdeniz üstünden ve 'gizlice' armağan edildiğini Kudüs Ey Kudüs adındaki belgesel romandan dudağım uçuklayarak öğrendiğim İsrail devleti, yakıldıkları fırınların ,ntikamını ABD'ye maşalık ederek mi alacak? Yoksa Arap dünyasında olmayan demokrasi namına onları İslam kıyımına mı tabi tutacak?Osmanlı'nın topallamasından bilistifade onları Ortadoğu'dan boşaltan Batı yayılmacılığının, şu dominyonseverlerin canlanışı mı bu?

124 - Onu geç, seni asıl dehşete düşüren Hitler mezalimine uğramış olanların savunusuz insan kıyımına hiçbir şeyi hiç yaşamamış gibi, göz kırpmadan kalkışabilmiş olmaları değil mi?

124 - ...akıl çağının peygamberlerini de kendileriyle hesaplaşmaya çağırıyorum... (...) Engin, kuzeyli ruh doktorlarından Bernt'le konuşmaları sırasında ona bir insanın parmağını bir düğmeye basıvereceği çılgınlık anından dem vurmaktaydı. Saddam'la Bush dalaşmaları: Çılgınlık zamanı.

125 - Hele şu ayrıntıya bak sen: "...Pijama lastiği. Çengelli iğneye takılan lastiği bir el usul usul iterken bel kanalında..." Sanki o el, senin elin.

126 - Hoş zaten erkek cinsinden kim Sevgi'yle 'arayı yapmak' istememiştir ki?..

127 - Saddam, nükleer silah kullanacağım, atom bombası atacağım diyor; atamaz, diyorlar. Nerden biliyorlar ki?

129 - Biri kadın, biri erkek olması şartı var; biz iki kadın bir erkek halinde gittik, Batılı sayıldık. Cumhuriyet'imize saygı duyuldu.

135 - Birinin 'devrimciliği' çeşitli önyargılar vasıtasıyla gözden düşünce yanından kaçan kaçana.

Büyükada İşgali

163 - Şurası apaçık, bu anma gecesinde biz sanatçı Yılmaz Güney'e kavuşmuyoruz; 'Kürt ırkçıları' Güney'i kullanıyorlar. 80'lere doğru ve sonrasında Güneydoğu Anadolu'da devletimizin ayrımcılığı, şiddet terörü, terör şiddeti çağırır kuralını doğrulamış bulunuyor. Açıkhava Tiyatrosu'nda Arkadaş'ın gösterimi, biz solcuların süreklilikle sempatizanı olduğumuz Kürt yurttaşlarımızın nasıl 'Kürt ırkçısı'
 kesilip Güney'e bağlılığı kullandıklarına bir tanıklığımız sayılmalı.

164 - Halim'in 'gelecek hayatımız' bağlamında benimkine karşı kayıtsızlığını epey önceleri anlamış bulunmaklığım aramızdaki bütünlükte bir çatlak açmadı değil. Ne kopabiliyor, ne birlikte olabiliyoruz. Son bir-iki yıldır birbirimizi çok yorduk; yoruyoruz, ama birbirimizden başka içinde dinlenilecek temiz bir köşe yok.

167 - Aradaki çatlağa uhu sürdüm; belli değil gibi; hoşnut kalsa bari.

O zamanlar-Bu Zamanlar

180 - 'Güneydoğu krizi' namı altındaki terör: PKK. Dün Bakırköy'de bir eylem. Çetinkaya mağazası içine fırlatılan molotof kokteylleri = 11 ölü. (PKK "eylemler yakında İstanbul'a taşınacak" demişti iki gün önce Diyarbakır'da köyler 'kazındığında', güvenlik güçleri vurulduğunda; Diyarbakır ve çevresinde insanlar korku içinde kıvranıp durduğunda, 'memleketi savunmaya' her daim hazır, insanı korumaya hep sağır güçlerin kendilerine güvenleri sonsuz. Biz haklarız, biz haklarız!..)

Yirmi yıldır, beri gel, eğil, eğil, yap, yapsana kaz yürüyüşü... Dün, İstanbul'un göbeğinde de göçüp giden 11 can daha! On bir yerim birden sancıyor. Kürt yurttaşlarımız, Kürt kardeşlerimiz, ne güzel dostumuzdunuz siz bizim. Terör size göre değil. İnsan sevginize, memlekete vefanıza ters düşen bir yoldayız birlikte. Hakkını savunmak masumlara saldırmak demeye gelen terör harekatıyla olamaz.  Yokluk yoksunluk derdiyle teröre teslim olmayın! Beni sizden, Halim'i Maraş şantiyesinde karayol yapımları için birlikte çalıştıklarından ayırmayın!

182 - Basın, tabii ki 'İstanbul'a da taşınmış' 11 ölümlük bu kıyıma büyük ağırlık vermekte. Bu olay Kürt-Türk meselesindeki yumuşama umutlarını kökünden kazıyıp bitirdi gibi.

183 - Her yazıyı bir-bir buçuk sayfaya sığdırmak Milliyet'teki ilk zamanlarımda bana zor geliyordu, ama artık alıştığımı biliyorum: Kötü bilgi.

185 - Böylece biten yıl içinde edindiğim unutulmaz bilgilerden biri de şu oldu: Ben, tanıtımın değil, okurunun var ettiği yazarlardan biriyim.


1992 

Yeni Tanışmalar 
Yazılı Rüyalar

192 - '68 gençliğinin memleketi ilericilik, devrimcilik adına 'kurtarmaya soyundukları' bir dönemde, bir müzikçimizin kollarını sıvayıp 'klasik müziğimizi' bugüne kabul ettirmeye sıvanması ne demek?

195 - ...Cemil Meriç'in Sosyalizmin Şer Çiçeği başlıklı yazısındaki çokboyutluluğu 'hissedemeyenler' de bulunacaktır. Fakat Haziran 1987'de ölümünden az önce -hele şükür- onun 'hayatını' resmen ve resmedilmiş görenler, onu Kaplan'larla kurtların arasında saymak cürümünün bedelini 'hiçlenerek' ödeyeceklerdir.

196 - (İşte Cemil Meriç'le Tanpınar arasındaki fark! İlkinde günlük hayatı gelecek adına sorgulamak var; Tanpınar iyi gelecek umudunu 'tesadüfe'terk ediyor. Tesadüf: Kendi yükünü hafifletmek, günlerin arasında bir tesadüf olabilene kadar sabırla beklemek.)

197 - "Şair kendini dinleyeceği yerde, etrafının dedikodusunu dinliyordu. Onun içindir kö sözü, ruha hitap edebilmek kudretini kaybediyordu."

204 - Annemle babamı, mezarlarının başında, dönüşüm döneminin bireyler üstündeki etkilerini, iki kültür arasında kalmışlığın iç dünyalarında yapıp ettiklerini, çelişkileri ilk defa baştan sona bir dram okur gibi okudum: Çocukları, Cumhuriyet'in ilk kuşakları tarafından haksızlığa uğratıldı onlar...

Küçük Notlar

205 - Van 100.Yıl Üniversitesi'nden Seyit Ali, yazarlığım üstüne tez hazırlıyormuş. İstanbul'a gelmiş; Taksim, Gezi'de buluştuk. Sorularını yanıtladım.

211 - Halim bu haftasonu buraya gelmedi. Aramız oldukça nahoş: Seni 'yokmuş' saymasına alınmıştın; epey oluyor, fakat sen bir türlü düzelemiyor, düzelemedikçe de savunu oklarını 'ben varım'lara hedefleyip hedefleyip fırlatıyorsun.

217 - "Arkanızdan ağıt yakmak isteyenlerin kalemleri ellerinde kalmış, bekliyorlardır: Be birader, gideceksen git de, yazımızı yazalım." (Cevdet Kudret Bey)

220 - Sanat Dünyamız dergisi son sayısında "Roman Krizde Mi?" diye bir dosya açmış. Roman bu sıralarda Eco ve Orhan Pamuk'tan sorulduğuna göre dosyada adımın A'sının geçmemesi bir yana, Tempo da "Dinozor Edebiyatçılar" listesinin başköşesini bana ayırmış bulunmakta. Besbelli: Naftalinlenip sandığa kaldırılmak istenmiyorsa her yılbaşı bir roman armağan edilecek memlekete. Eco dillerden düşmezken Orhan yine iyi başardı ayakta kalmayı...

Bana ben: Dur bakalım, Tempo, adın soyadın A ile başladığı için, alfabetik sıraya göre koymuştur seni belki dinozor yazarlar listesinin en başına.

223 - Nedim Gürsel'e neredeyse 'şair' payesini verecekler. Varlık dergisinde 'Hakkı Yenenler' arasında gösterilmiş. Oysa Nedim Bey cırt dese, her yanda yankılanmakta. Hiç hakkı yenilmiş gibi bir durumu yok. Dünyaca tanınmışlığa aday tek yazarımız nerdeyse o. Kitabına soruşturma açılanlar arasındaysa eğer, bundan en iyi bal süzen, bunu kendi hayrına çevirme hüneri gösteren dehamız o değil mi sanki?

223 - O: "Canım ne olacak. Vakit kazanırız; siz seçiverin işte Adalet Hanım." Ben: "Neden ama?" O: "Dışarda tanınmanız için bir şans bu. Başka şansınız pek yok ki Adalet Hanım..." Ben: "Yoksa yok. Siz fazlasıyla varsınız ya, yeter!" O: "Yani istemiyor musunuz?" Ben: "İstemiyorum! Evet, istemiyorum! Pazara sizin elinizden sürülmek pek bana göre değil, efendim!...."

Hayatın Cilveleri

227 - "Askeri darbe anayasası yerini demokratik bir anayasaya bırakmış değil. Bu gerçekleşene kadar, bürokrasiye ilişkin her sorun ve soruya yanıtımız geçersiz, anlamsız olacak, MG en hafifinden 'yokmuşa' getirilecektir. Hala daha sıkıdüzen yasalarının altında, özgür düşünceye, yaratma hürriyetine kapalı böyle bir velayetin kültürü, eğitimi, talim ve terbiyesi bize kucak açsaydı bu, birbirimizi oyaladığımız, birbirimizden hoşnut kaldığımız anlamına gelmez mi? Darbe anayasası yürürlükteyken okul kitaplarına girmek, darbe talim terbiyesinin kullanımına sokulmak, itilip yasaklanmaktan daha çok düşündürmeli bizi..."

231 - Acaba başka dillerde rüya anlatımının fiil çekimi ne, üslupları nasıl?

21 Eylül-1 Ekim 1992
Londra

234 - ...Mısır'dan Naval El Saadavi'nin Müslüman kadın ezilmişliği üstüne konuşması var, fakat gitmeye niyetli değilim. Kitabını okudum. Batı'nın hevesle kucak açtığı 'İslam kültürünün gaddar yanı'...

235 - Okurlarından birnin Orhan'a: "Sizin romanlarınızda neden hiç 'kadın kahraman yok?' " demesi, benim yaratıcılık damarıma basmaya yetti.

"Ne kadar azsan
O kadar çoksun"
E.Fromm, Marx'ın İnsan Anlayışı

255 - Yaa, evlilik denen iki kişilik hayat budur işte: Canın istiyor diye kapuska bile yiyemezsin. Fakat ötekine haftanın üç günü kırmızı şarap ilavesiyle 'a la Adalet' sosu haiz spagetti yapabilirsin.


1993-1996

Sahnede Olmak/Veeee/Perdeee!

262 - Son zamanlarda 'yaşam'ı bütünüyle terk etmiş, 'hayat'ı baş tacı etmiş bulunuyorsun. Neden? Şundan: Eskiden yaşamı çok, hayatı az tanıyordum.

263 - Burada, bu zamanda Türkiye denen bu tımarhanede, işte şu şantiyeden tımarhanedeki meslektaşlarım arasında ben, onların beni neden sevdiklerini, neden nefret ettiklerini bilemeksizin söz-kelime manyağı olarak yaşamayı hala sürdürebilmekteyim. Ayıp olmasın diye yaşayamayıp ayıp olmasın diye ölemeyen garibanlardan biri.

265 - (Oyunu yukardan kaçak seyrettim ve seyircinin, olabilecek en doğal biçimde, bu sahnenin usulca gözaltlarını silmeleriyle verdiklerini gördüm. Duygu sömürüsü mü? Asla! Çünkü hayatın katı kaba gerçeği de şööyle çat diye düşmekte ortalığa... Kara kedeerle ak sevinç birbirinin içinde tam olması gerektiği gibi erimekte.)

267 - 'Ana fikir değiştirilemez' şartının yerine getirilip getirilmediğine kim karar vermiş? Vizyona çıkmadan önce yazara neden gösterilmemiş? Karar verme makamı neresiymiş, neymiş, nasılmış? Film görücülere sunulduktan sonra sinemacılarımızın dehşet bir narsistlikle 'film başka-roman başka' fetvalarına ne demeli? Sanki yazar bunu bilmiyor. Biliyor ve hepsinin yakasına yapışıyor: Anlaşma maddelerine uyulmaması, yazarın fikirleriyle oynanması da mı 'sinema sanatı'nızın keyfine kalmış?.. (Sarı Mersedes'ten bahsediyor.) 

270 - Emil'i gömdük. Teşvikiye Camisi'nde onu alkışlarla gönderen bizlere homurdanan dincileri de gördük.

271 - "Fikrimin İnce Gülü" filminin Sarı Mersedes, Arabam vb. adlarıyla dolaşmaya başlaması üstüne üstlük. Avukatım Sayın Haluk İnanıcı film şirketine (Cengiz Tuncer???) karşı dava açmıştı. Tedbir kararı için 4 Mart'ta Sultanahmet Adliyesi'ne beraber gittiydik. Tedbir kararı reddedilmiş! Fikir-Sanat Eserleri yasası, yargı organlarının bu konudaki tutumları, eserlerin kullanımlarından doğacak haklar üstündeki vurdumduymazlıkları, hatta yasaların dile getirilişindeki 'cehalet' kimin umurunda? "Sinema dili başka, roman dili başka," ya!

ROMAN-Tik'ten Madrid'e
Madrid. 7-13 Mayıs 1993

284 - Kah kah kah, kih kih kih! (Müfettişim: Bak gördün mü, Sivas'ı, otel katliamını unuttun gitti..)

285 - Örgütlü olmak iyi de, yazar ancak 'örgüt' ve 'parti' bayrağı altında yazardan sayılıyor ki; kötü. Kötü bilgi. "Fikrimin İnce Gülü" mahkemeye verilip de toplatıldığı zaman Güner'ciğimin bana: "Hadi sen de yazardan sayılırsın artık!" demesi geliyor aklıma.

286 - "...Aziz Bey'in üstüne 'suç' gibi yanlış cetveller çıkarılarak devletsiz bir düzende ve sahte, ikiyüzlü bir laiklik altında yaşadığımız gerçeğinin üstü örtülemez..." Sivas olayları hakkındaki bu demecim üstüne az önce telefonda kendilerinin 'İslamcı Gençlik' takımından olduğunu söyleyen birinin tehdidiyle karşılaştım. Adını sordum, mırın kırın bir şey söyledikten sonra, "Adımı boşverin, evinize grup halinde geleceğiz zaten, gün verin hele," Güler misin, ağlar mısın? "Beni basmanız için bir de randevu mu vereceğim?" İster verseymişim, ister vermeseymişim, "Biz sizi buluruz nasıl olsa"ymış.

291 - "...If you are not pleased with your lover, you can always get rid of his bed, but what can you do if your own country fucks you over and over?"

293 - ...Pınar Kür (beni hep görmezden gelir)...

299 - Sürekli yağmur yağıyor. Sis de yoğun. Hoşuma gidiyor. Çoluk çocuk sokağa fırlayamıyor.

304 - İşin acı yanı, son yirmi yıldır adım adım bir zamanlar saygıyla anılan 'aydın'ların artık 'entel/dantel' diye alaya alınması.


1994

Sisifos Söylemi

306 - Az önce bunu yazı makinesine takılı kağıttan okumuş olan Asistan Üner kendini pencereden aşağı attı ya? Yok canım! Bu mesele aslında romanın başka bir kahramanı olan Yaşlı Yazar'ın hayali... Kendine kıyamıyordur, 'öteki'si, kendinden bir başkası yapsın bari: Kaçamak. Fare deliği, fare deliği... Kendinden kaçan böyle bir kaçamak deliği bulur.

314 - İstanbul şehri hayatımız RP'nin 'adil düzen'ine tevdi edilmiş bulunuyor.

315 - Seçimlere hile karıştı, deniyor. Millet elleri, parmakları vıcık vıcık çöpler arasında 'atık oy'ları aramakta...

320 - Akşamüstü Bülbül mahallesinin kıytırık 'asi gençliği', özentilerin özentisi mahlukatın pencerelerimizin altına toplanıp dırıltılarına, bağırıp çağrışmalarına karşı itirazıma yanıtları: "Sana ne ulan?" "Biz yaparız, sana ne?"

324 - Okur-yazar sınıfımızda daha değişik bir gürlük var: Hemen her gün ortaya birkaç tane yeni yazar çıkmakta. Birinci hamur kağıtlara basılıyorlar; tanıtımları da, "kör gözün parmağına" şöyle ışıl ışıl... Bu yeniler biz eskilere dudak büküyor; yetmedi 'dinozor sınıfından bunlar' yaftası yapıştırıyorlar. Kendilerinden memnunların 'fetret' dönemindeyiz. Cezaevlerinde işkence görenler, çocuklarının ölü mü, diri mi olduğunu hala bilemeyen ana babalar umurlarında değil. Artık bu devir, tez elden köşeyi dönme devri! Kapitalizmin ana şartı tüketim ekonomisi de böyle böyle becerilecek demek ki... Al/Sat. Kullan/at, kullan/köşeyi acilen dönemeyenler sınıfı aşağılık sınıftır. Hiç'tirler. Silinmelidirler. 'Bari kalabalık etmesinler'. Bunları besleyip duracağımıza asılmalıdırlar!.. 12 Eylül'den bu yana 'meçhul katiller' memleketi...

5 Ağustos-4 Eylül
Reims Günleri

337 - Çünkü anlamıştım; buralarda 'yazarım'dediniz mi, çok, çok kıymetlisiniz. Avrupa'ya çıkışlarımda bu bana hep kendisiyle övünmek gibi gelmiş, Paris'ten verilmiş Societe Des Auteurs'e üyelik kartımı bile yanıma almamışımdır, ama artık öğrendim. İyi bilgi: Efendim ben yazar şu, Türkiye'den geliyorum deyiveriyorum. Hele şu son niteleme yok mu, karşınızdaki bir 'mucize' görüyormuş gibi oluyor. Tabii 'kadın' cinsindenseniz. Hem Müslüman, hem kadın, hem başı açık, hem yazar! 'Mucizeler' önünde eğilinir ya, genellikle öyle yapılmakta. Üstelik burası gibi 'kutsal bir din yeri'ndeyseniz; Jeanne d'Arc'la kardeşsiniz.

339 - Tarihçilerin geçmiş zamanı eşeleyip bulması, bulduğu 'tabletleri' okuması iyidir, güzeldir de aslolan 'şimdi'nin ruhunu okuyabilmek. Geçmişe hayat içre şimdi'siz yaklaşmak fenersiz dolaşmaya benzer.

344 - Birbirimizi severiz. Fakat 12 Eylül sonrası yazarlığıma çamur atılması, hem de bunun toptan üyesi bulunduğumuz TYS yayını maşasıyla olması, kitabımın toplanması sırasında sevgili Yaşar'ımızın sessiz kalmasından çocuksu bir kırgınlık duymadım değil.

345 - Romanlarımız 'tanıtım' namı altında sadece 'alatılıyor'. Oysa 'anlaşılması'na çalışılmalı. Konuları değil, kurgunun bütün kanalları tartışmaya açılmalı.


1995

Damlıyor Güneş
Bilinmez Yerlere

352 - Yazdıkalrım da kendim gibi, yersiz. Yayınevlerinin değerli ilgilerine karşın bu duygum çok güçlü.

357 - Türkiye Cumhuriyet'i DEvleti, hadi toptan Batı diyelim, Batı'ya çok hizmet etti. Onun açık pazarı, şusu busu da oldu. Bu hakkın kabulü gecikmiş bir kabuldür. Bari biz kendi kendimizi onarsak da, AB'ye böylece 'kabul edilsek'; hiç değilse bir oy hakkımız olur; kalenin dışını da içi gibi yakından görürüz; şu olsun, bu da böyle olmasın, deme hakkımız doğar. Tek yanlı 'küçümsenme' yerine, karşılıklı hesaplaşma hakkımız doğar. Brüksel'de olup biten, şimdilik şatonun kapısı önünde durmamızın kabulüdür. Bakalım sofraya kabulümüz ne zaman mümkün olacak. Elimizi yüzümüzü temizlemeyi; 'onlar için' olamktan önce 'kendimiz için'...

358 - (Eski kuşak-yeni kuşak edebiyatçı arasındaki farkları anlatıyor.) Genç edebiyat yazarı kendisinden öncekinin önünde artık öyle yaprak gibi titremiyor. Kendine güveniyor. İç dünyalardan çok dış görünüme, 'görünmeye' çok daha istekli. Genel olarak 'çok satma'nın 'çok iyi yazar' demeye geldiğine inanıyor olmalı ki, bu yolda rahatlıkla zaman harcayabiliyor. Bu da yayınevlerinin hoşuna gidiyor. Mal'a yapay değer biçmek için birbirlerini tamamlıyor gibiler. Aslında eski kuşakla yeniler arasındaki hiyerarşinin silinmesi, ilişkilerin demokratikleşmesi iyi bir şey. Ama eşitlikle terbiyesizlik, kendine güvenle topluma ve gelecek zamanlara karşı sorumluluk arasındaki çizgi çok ince. Yeni kuşağın, ne olacaksa çarçabuk olsun isteğinden doğma gözü kara bir yarış, bence hayli tehlikeli. Bireyciliğin, ben ben'ciliğin hakimiyeti demeye geleceği için. Yeni kuşak, kendinden öncekileri bilmemekten, eskilerin duyduğu eksiklik kadar bir eksiklik duymuyor gibi... Kendisini 'bu ve böyle yapan' koşullarla bir sorunu yok sanki.

362 - Aferin Can Dündar! Milliyet'e 'Romantik devrimci' diye ışıldak reklamlarla o getirilmişti; şimdilik yalnızca Ahmet'in çıkarılışını protesto ederek gazeteden istifa etti. Tevekkeli hep gözüm tutmuş, pek sevip durmuşumdur bu çocuğu! Solcuysan çalışacak, üreteceksin vee üretimin dört başı mamur olacak. Öperim seni Can Dündar.

369 - Ben bu romanımda Hayır... 'başkaldırısının' yanına özellikle ad olarak üç nokta yan yana koydum; sloganvari bir ünlem sanılmasın diye... Çünkü bu roman kahramanları yoluyla kişinin kendine başkaldırmasının, kendisiyle barış sağlama çabasının romanı. Elbette 'o kişi'leri 'bu kişi' yapan dışarısıyla keçiler gibi alın alına toslaşarak...

372 - (Aziz Nesin'den bahsediyor.) Bari istediği dilediği biçimde gömülmesine yol versinler de, vicdanlarının karasından birazcık kurtulsunlar. (Bir bilgi: Aziz Nesin'in isteği yakınlarınca -el altından- yerine getirilecektir. Kimse duymasın.)

375 - (Pavese'nin Yaşama Uğraşı'ndan alıntı yapıyor.) Ben en az sekiz yıl daha gerideyim çağdaşlarımdan. Onların yirmi iki yaşındayken emin oldukları konularda, ben otuzumda hala kararsızım...

377 - Sen böyle yazarken bir şeyler anlatabilirsin de, konuşurken sıfırsın. Bu sefer ne yapacaksın bakalım.

22-29 Ağustos:
Londra'ya Gidiş-Dönüş

384 - Alev Alatlı adındaki zihni keşküllü 'roman yazarı' bir 'eser'inde okuruna Adalet Ağaoğlu'nu adıyla sanıyla Devlet Tiyatrosu kapısındaki mafya çetelerinin bir üyesi olaraktan burada durmadan, hiç durmadan oyunlarını oynatıp duran biri diye sunmuş bulunsa bile... (Düşünce özgürlüğü böyle 'aydın'lara bol gelmekte...)

386 - Ne diyeceğimi bilemedim. Resmi ideoloji ile benim kadar çok hesaplaşmış edebiyat yazarı az. Ölmeye Yatmak'la böyle bir hesaplaşmayı ilk başlatanlardan biriyim, diyebiliyorum. Muhalifim. Yazar olarak beni ben yapan, devlet biçiminin cumhuriyet olması, ama asla ve kat'a demokrat olamaması görüşümdür. Atatürk başkanlığı çok kısa sürdü, onun Cumhuriyet ideolojisi altı ok toplumsal değişimlere dar gelmekte. İdeolojinin karar verme makamı TBMM'nin elinden alınıp gizli bir güç gibi  TSK'ya devrolmuş bulunmakta... Haksızlıklar işlendi. İşleniyor. Ben Cumhuriyet'İn uslu çocuğu olamadım; 12 Eylül Anayasası'nda da açıkça "Hayır" dedim. Genelgeçerle uyumlu değilim. Çevremle dahi uyumlu olamamaktayım. Şimdi Cumhurbaşkanlığı Kültür Ödülleri seçici kurulu böylece bu yaramazlıkları ve eleştirel uyumsuzlukları sevdiğini mi göstermek istemekte acaba? Devletin sanki bir çeşit 'özür dileme' gibi giriştiği bu işi reddetmek de anlamsız. Hükümet değil, partiler değil bu girişimi yapan Cumhurbaşkanlığı. Bunu reddedeceksem nüfus kağıdımı, T.C. vatandaşlığını da reddetmeliyim. Tam bu noktada boynum kıldan ince. Çünkü benim dilim olan memleketimden başka dışarda sırtımı dayayacağım bir yerim yok. Örgütüm, etik kulübüm, alışveriş mağazalarım falan yok. 1953'lerin bütün Paris'i yayan yaşamış Adalet'i gibi fiziksel güce de sahip değilsin be Fatma İnayet! Söylesene, başka ne düşünmeliyim? Tıssss.

389 - Halim İTÜ'den sınıf arkadaşı Süleyman Bey'le buluştu. Evliliğini Ankara'da yakından bilip tanıdığımız Nazmiye Hanım da her zamanki sessizliği, içine kapalı ama insani yakınlığı ile resmi görevinin başındaydı.

393 - (Hiçbir şey bilmesen, derinlerde olup bitenleri sezerken sezmemişe getirsen de, okurunun yazarı olduğunu pek güzel biliyorsun. 'Halka göre' bir edebiyat yapmadığın, onun keyfi için seviye düşürmeye yanaşmadığın halde...)

394 - Cumhurbaşkanlığı Kültür Ödülü'nünbana verilmesi üzerine PEN Yönetim Kurulu'nda gazetelere bunun PEN'le hiçbir ilgisi yoktur, ilanları verilmesi görüşülmüş. Sonradan vazgeçilmiş. Neden acaba? PEN'in üyesi bile değilken, onlarla ne ilgisi olabilirmiş ki?

Bence gazete ilanı çok az. Beni Petitbüro'ya da gammazlamalılar ve Olcas Süleymanof'lar gibi edebiyat dünyasından sürdürmeliler mesela. İyi olur. Böylece bu kadar mankafa bir 'aydın' ortamındaki iç sürgünlüğü maddeten de tamamlanmış olur. Zarf kapanır. Kırmızı mumla yapıştırılıp mühürlenir. 'Görülmüştür' dahi yasaktır.

396 - Leyla Erbil (Yazar): "Ağaoğlu'nun Çankaya'da T.C. yazarlığının simgesi olarak bütün yazarlar adına yaptığı ve gerçeklerden bütünüyle kaydırılmış konuşmasının tek bir satırına bile katılmıyorum... Böyle bir yazarla PEN gibi bir derneğin çatısı altında bulunmak ilk kez rahatsızlık veriyor bana.

Beni PEN'den 'elbirliği ile' kovdurmaya kalkışılmışsa da, çok yazık. Adalet Ağaoğlu PEN, Onur Kurulu üyelik şartlarından biri olan 'ahlaken yazar kalitesi'ne sahip bulunulmasını sağlayamadığı için istifa etmiş bulunmaktaydı. Onlar ise hem 'müfteri' hem bir meslektaşına, kadınlığından ötürü, "Ya nerelerini okşadınız hanım?" diye alenen yazıp yayımlatan biriyle aynı çatı altında bulunmaktalar.

398 - Ölmeye Yatmak'ın Salim Efendi'sinin daralmalarına şöyle bir değinip geçmek yetmezdi. 'Aydın romanı' denilen o romandaki yazarlık tutumumun, 1968'lerde bile hala daha laiklik koltuğuna yangelip yatmaktan, Batılılık demenin toptan bu demekten ibaret kaldığını, 'özgürlük' kavramını didiklemekten öteye geçemediğimi düşünüyorum. Bu bile ilaç gibi ne kadar iyi gelmişti okur-yazar takımımıza...

398 - Ben, Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin kurucu üyelerinden biri olarak da AB'ye girmemizden yanayım. 80 yıllık laik Batılılaşma hareketini artık geri çeviremeyiz, ABD gibi emperyalist ve silah taciri, dolayısıyla savaş yanlısı bir ekonomiye git gide köle olmuş bulunmaktayız. AB'ye üyeliğimiz bize Avrupa'da bir oy sahibi olmamızı sağlayacak: Orayı eleştirimizi de yüz yüze dile getirebileceğiz. Dışarda, kapı önlerinde sızıldanıp durmak yerine insan ve toplum haklarını oylarımızla arayacağız.

399 - Christoph diyor ki: "Demokrasi deniyorsa, RP'nin seçimleri kazanması halinde bunu hazmetmek zorundasınız." Hüsam da: "Canım gürültü patırtı istemem ben de, ama gitmezler sonra," diyor. Christoph tarih bilincimiz ise bizim demokrasi noksanlığımıza uzun be uzun değinerek kendisine baştan taraftar ettiyse de, Hüsam'ın 'hazmetmek gerekir, bunu biliyorum ama, bir geldiler mi, bir daha gitmezler' sancısı havaya hakim olmaya başlayınca Christoph kestirip attı: "O da sizlerin bileceği bir şey!.." Besbelli, o zaman da gitmelerini sağlarsınız, demeye getiriyor. Kim, nasıl sağlayacakmış bunu?


1996

Eksik Günler
Yaban ve Yalan Zamanlar

406 - Halim evde. Bir aralık bana: "Git gide tatsızlaşıyorsun," dedi. "Kan şekerimi ölçtürdüm, sınırda çıktı," dedim ben de ona. Tatlılık matlılık bir yana da şu 'git gide' meselesi bütün gün yordu bitirdi beni.

408 - (Enis Batur'dan alıntı) "...Adalet Ağaoğlu ile konuşuyorduk geçenlerde. Son zamanlarda hiçbir yazarımızda rastlamaz olduğumuz bir özeleştirel yaklaşımla, kendisini de suçlayarak, artık kimsenin ötekinin haklı davasına arka çıkmadığını söylerken hüzün içindeydi. Gerçekten de simgesel çıkışlar bir yana, kimse haklı davasında başkasına sahici bir destek vermez oldu bu ülkede. Yorulduk, kanıksadık, çaresizlik kuyusuna mı düştük, yoksa adamsendecilik mi iliklerimize işledi, kestiremiyoruz..."

İktisatçılar Haftası

414 - Güneydoğu'da işsizliğin, yoksulluğun önlenmesinde silaha sarılmak yerine hükümetin yapacağı çok şey varsa da, söyler misiniz bana, bundan önceleri bölgede on köyün sahibi ağalar vardı ve onlar hakkında çok konuşuldu, yazıldı, çizildi ya, onlar şimdi nerdeler? Irgatlarından derledikleri servetleriyle aynı bölgeye yatırım yapmadan nereye, neden çekip gittiler acaba? Neredeler? Şehirlerdeler ve özellikle Marmara çevrelerinde; sözümona fabrikacılık, aslen de yap-satçılık etmedeler...

420 - Şimdilerde toplumuna, insana sorumluluk duygusu yüksek olanlara, hafiften şöyle bir burun kıvırarak 'idealist' diyorlar.

Toplum ve Siyasa: Islıkla Kumar

422 - Halkından kopuksun, halkından kopuk! Bunların hiçbirini yapamıyorsun... Fildişi kuleleriniz yıkılmıştır. Ya Refah'lılara katılacak, ya mahallenin Ülkü Ocak'lı oğlanlarını seveceksin.

423 - Biz okur-yazar takımı böyleyizdir: Yaşar Kemal'in İnce Memed'i, hem de haklı haklı, dağ taş öç almaya çıktı da, Yaşar'ın ta kendisini birine yumruk atarken gören oldu mu? İyi yazar dediğin, kendi yapamadıklarını yazandır. (Hadi işte o günkü fasıldan çıkma aforizman da bu olsun bari de, teselli bul.)

426 - Sinekli Bakkal romanının Rabia'sını Doğu-Batı terazisinde tartmakla kalmayıp iki kültür arasında sıkışmış insanların dramını sanki bütün sahiciliği ile anlamlandırabilmem de babamı 'nihayet' anlayabilmeme bağlı... (...) Bu kuşağın orasına burasına dokunup geçmek yetmez. Kültürel değişime zorlukla morlukla ayak uyduranların 'yokmuşa' getirilişleri üstüne kitaplar yazılmalı. İTÜ'den çıkma "Bu Erbakan da nerden çıktı?" diye şaşıp düşmek de yetmiyor. Taşın bağrından sadece filizler fışkırmıyor, altından solucanlar, kurtlar murtlar da çıkıyor şöyle bir kaldırınca...