07 Ocak 2016

Film: Suffragate (Diren!)

Beyazperde'ye göre film Türkiye'de 15 Ocak 2016'da vizyona giriyor.
Dün, Suffragette'i izledikten sonra bir arkadaşımla konuşurken, laf arasında, "1900lerde İngiltere'de kadınların oy hakkının olmaması çok tuhaf değil mi?" dedi. Benim birkaç ay önceki fikrimdi bu. Okumalarım az çok işe yarıyor belli ki, dedim kendime. Okudukça medeniyetin eşitlikle, özgürlükle eş anlaşılmasının çok yakın geçmişe dayandığını öğrenmişim demek ki. Yahudilerin, siyahların, kadınların, göçmenlerin, sömürgelerin diğerleriyle eşit insan kabul edilmeyişinin üzerinden ne yazık ki tam 1 yüzyıl geçmedi henüz. Halbuki biz doğulu az okumuşlara göre, Batı medeniyeti bunları çoktaaaan aşmış olmalıydı. 1900lerde kadınlara oy hakkı nasıl verilmez? E ama sevgili az okumuş Türk, o yüzyılın ortasında Yahudi soykırımı vardı hatırlar mısın? Sadece psikopat Naziler değildi katliamın sorumlusu, destek veren devletler ve halklar vardı. Bütün kötülüklerin kaynağı Yahudilerdi onlara göre bir zamanlar. 1900lerde hala özgür olmayan sömürgeler vardı, bol bol savaştılar. Gandhi ne için direndi 1900lerde? Siyahların savaşı var bi de... İlk akla gelenler bunlar. Sanki bunlar başka bir yüzyılda geçmiş gibi, Batı tarihinden ayırıveriyoruz. Batının mükemmel olmadığını anlamam bu yaşımı buldu ya, utanıyorum.

Buradan sonrası SPOILER içerebilir ama zaten tarihle ilgili bir film, spoilerın çok önemi olduğunu sanmıyorum. Yine de pimpirikli olanlara okumamalarını tavsiye ederim. 

Filmin konusu: Küçüklüğünden beri çamaşırhanede çalışan başkarakterimiz Maud (Carrey Mulligan), Sonny (Ben Whishaw) ile evlidir. Sonny de aynı çamaşırhanede çalışmaktadır. Birbirlerini ve oğulları George'u sevdikleri gözlerinden okunur. Maud, küçüklüğünden beri patronunun tacizine uğramıştır fakat sesini çıkaramaz. Çıkarsa bile yapacağı bi şey yoktur, kimse O'nun gibi birini dinlemez. Ömrünün çoğunu çalışarak geçireceğini kabullenmiştir kendisi de, kocası da. Birgün işten dönerken Suffragetteların eylemine şahit olur, camı pencereyi indirip kadınlara oy hakkı diye bağırıyorlardır ve zamanla onlara katılır. Kocasıyla bozuşur, oğlu elinden alınır, hapse girer çıkar. O'nun hikayesi temel alınarak İngiltere'deki kadınların oy haklarını alma savaşının tarihi anlatılır. 

Altyazısından alıntılarla gideceğim.

"Bayan Garston, O'na reçelli ekmek yedirdi." 
George'un babası Sonny, annesi Maud'a söylüyor. Babanın çocuk bakımıyla ilgili hiçbir şey üstlenmemesi vakası. Karısı işten geç gelmek zorunda kalmış, bu durumda baba çocukla ne yapacağını bilemiyor, komşu kadınlardan biri gelip bi şeyler yediriyor. Sonrasında karısına yatağa gelmiyor musun, diyor. Hayır, kadının önce evi toparlaması gerek. Adamın saatlerdir evde ne halt ettiği meçhul. 


"Maud--Maşımızın artması gerektiğini düşünüyor.
  Sonny--Yine tepeden bakıyor yani."
İş çıkışında milletvekillerinden birinin karısı Alice Houghton'la karşılaşıyorlar. Kadın çamaşırhane çalışanlarını haklarını aramak için bilinçlenmeye çağırıyor. Bir temsilci seçip, sıkıntılarını Maliye Bakanlığı'nın dert dinleme gününde iletmelerini istiyor. Yukarıdaki konuşma akşam, Maud'un evinde gerçekleşiyor. Sonny, yani koca, Maud'un söylediğini hemen duymazdan geliyor, kadının haklı olma ihtimalini düşünmek bile istemiyor. Hatta bunu isteyip istemediğini bile düşünmüyor. Halbuki kendi maaşı da muhtemelen oldukça düşük, onun da artması gerektiğini düşünmüyor. İtiraz edecek karakteri, gücü yok. Şükrederek, hayatını düzeltme ihtimaline hiç inanmadan, sınıfını kabullenerek yaşamını sürdürüyor. Bunu, daha sonra, karısının "Bir kızımız olsaydı, nasıl bir yaşamı olurdu?" sorusuna verdiği yanıtta da görüyoruz: "Seninki gibi" ve onun kızı da öyle olacak, onunki de... Bu devran hep böyle sürecek. Bizim yerimiz belli, daha iyisinin hayalini bile kurmayalım, diyor yani. Kapitalizmle neyin birleşimi bu? Monarşi mi? Terimler konusunda pek iyi değilim fakat sadece kapitalizm etkisi değil bu kadar halinden memnun kılan insanları. Din mi? Belki de kapitalizmin ilk versiyonu diyebiliriz buna. Şimdiki versiyonu daha iyi hayatların hayalini kurmamıza izin veriyor çünkü, hatta bu hayalden besleniyor.


"Bilinçli, eğitimli biri. Bu da O'nu özellikle tehikeli yapıyor."
Kadın hareketini bastırmakla görevli dedektiflere hareketin elebaşları tanıtılırken kurulan cümle. Bu durum aklıma şu soruyu getiriyor: Eğitimli insanların isyanlarda, grevlerde, herhangi bir örgütlenmede önder olması kaçınılmaz değil midir? Örneğin işçi sınıfının kurtuluşunun tamamen işçi sınıfından doğması mümkün mü? İşçilerin asla bilinçli olarak yetişemeyeceğini, buna izin verilmeyeceğini, örneğin asla tarafsız bir tarih kitabı okumayacaklarını düşünürsek... Eskiden aşırı çalıştırıldıkları için hiçbir şeye fırsatları yoktu. Ölmeden çalışmak tek kazanımdı. Şimdi ise vakitleri var fakat hepimiz gibi direnecek özgüvenleri yok. Kredi kartları var. Bir hareketin içine girmeden daha fazla uzaktan sallamak istemiyorum bu konuda.


"O aşağılık kadın hakları savunucularından biri mi oldun şimdi?" 
Sonny, karısına söylüyor bunu. Ve, hayır, diyor kadın, çünkü olaylar hızlı gelişmiş, biraz meyilli olsa da, tam olarak kendi kararını veremeden örgüte dahil olmak zorunda kalmış. Sonra yumuşuyor adam, "Sadece seni kolluyorum, her zaman yaptığım gibi" diyor.Yani tek derdim senin iyiliğin, insanların gözünde aşağılık bi cadı olmanı istemiyorum, diyor. Fakat olaylar geliştikçe daha iyi görüyoruz ki, adamın derdi aslında karısınınki değil, kendi onuru. O'na hakim olamadığını görmek adamı tepetaklak ediyor, toplumdaki itibarını, hayatta sahip olduğu tek iktidarı, evdeki iktidarını yok ediyor. 

Halbuki karısını gerçek anlamda dinleseydi, fikir alışverişinde bulunsalardı, diğer insanları daha az ciddiye alırdı, karısının girmek üzere olduğu mücadeleye gönül rahatlığıyla destek verirdi. İktidarını kaybetmekten bu kadar korkmasaydı...


"Maud--Bize şans dile.
Sonny--Bu işleri bırakıp çalışmaya dönsen daha şanslı oluruz."
Maud, arkadaşıyla birlikte, yasa değişikliği hakkında Kral'ın verdiği kararı dinlemeye giderken geçiyor bu konuşma.


"Bayan Houghton--Benim param zaten.
Bay Houghton--Ama sen benim karımsın. Buna uygun davranacaksın."
Milletvekilinin karısının nezarethaneden çıkarken diğer direnişçi kadınların da kefaletini ödemek istemesi ve kocasının ödememesi vakası. (Bayan Houghtan Dirty Dancing Havanna Nights'tan tanıdığımız Romola Garai.)


"Dedektif Arthur Steed--Neden yaptığını sordum. Hayatına anlam kazandırdığını söyledi. Alt tarafı bir ırgattı." 
Sınıf farkının normalliğine inanan bir erkek daha. Maud'u sorguya çekerken, daha önce gelen bir direnişçi kadından bu şekilde bahsediyor. 


"Siyasi mahkumlarız, kendi kıyafetlerimizi giymeye hakkımız var!" 
Maud ilk kez hapse düştüğünde, arkadaşlarıyla aynı odada kıyafetlerini çıkartmaya ve mahkum elbisesi giymeye zorlandığı zaman, bilinçli ve tehlikeli olan Edith Ellyn'in (Helena Bonham Carter) haykırdığı cümle. Tabi ki bu talepleri de kabul edilmiyor. Buna karşılık, hapiste oldukları süre boyunca açlık grevi yapıyorlar.


"Maud--Bize ne yaptılar bilmiyorsun.
Sonny--'Biz' mi? Ya bana ve George'a ne yaptılar?...Sokaklar dedikodu kaynıyor."
İktidarı kaybetme korkusu Sonny'de artık iyice belirgin. Mücadelenin haklı olup olmaması hiç önemli değil, başkalarının dediklerinin verdiği utanç çok daha önemli. "Neredeyse gün doğana dek seni bekledim durdum. Eve dön diye dua ettim. Bir daha beni böyle utandırma." Adamın içinde sevgi var. Ama gurur ve utanç sevginin üstünü örtüyor. Saygıya dayanmayan bir sevgi.  Masum, saf bir tazeye duyulan, acıma, kol kanat germe ile ayakta duran bir sevgi. Taze, senin gerdiğin kanatlardan uzağa, tehlikeye gitmek isterse, ne yaparsın gururlu adam? Panik! Sevmenin başka yollarının da olduğunu öğrenmeliydin şimdiye kadar. Öğretmemişler. Öğrenmeye de hiç meraklı olmamışsın. Kadının davasını kendi davan olarak görmediğin sürece sevginin ne anlamı var? İnsan kölesini de sevebilir.

Filmde saygıya dayalı sevgi örneği de var: Edith Ellyn ve eşi Hugh Ellyn. İkisi de okumuş. Adam, kadın hareketinin erkek destekçilerinden. Dedikoduları umursamıyor. 


"Sonny--Seninle uğraştım Maud. Doğru yola getiririm sandım.
Maud--Ya buna gerek yoksa?
Sonny--Sen bir annesin Maud. Eşimsin. Benim karımsın. Öyle olman gerekir.
Maud--Artık yalnızca karın değilim."
Tabi sonra adam kadını kapı önüne koyar. Komşular kapılardan camlardan tüm kavgayı izler ve kimse kadına evini açmaz. Belki kadınların birkaç tanesi içten içe takdir eder kadını, üzülür ama eve misafir almak konusunda söz hakkı yoktur. Diğerleri zaten direnen kadınların ahlaksız olduğunu düşünür. Çünkü iyi bir Hıristiyan olmak bunu gerektirir falan..


"Tacizci patron--Baksana Maud, kendini gördün mü? Reziller. Bayan Pankhurst'un sakıncalıları.
Maud--Fena fotoğraf değil aslında. Belki kesip duvarıma asarım." 
Ve kadın işten kovulur. Yıllarca taciz edilmenin acısını, kovulmanın da rahatlığıyla, adamın elinin üstüne ütü basarak çıkartır. Gelen dedektif Maud'a yine nutuk çeker: "Senin gibilerini dinlerler mi sanıyorsun? Umurlarında mı sandın? Önemsemiyorlar. Dünyada bir hiçsin. Senin gibi kızlarla büyüdüm. İntikam ve amaçları uğruna hayatlarını feda edenlerle. Sizleri iyi tanırım. Keza onlar da. Senin gibilerden yararlanmayı bilirler. Parasız, umutsuz, düzelmeyi bekleyenlerden. Süslenip püslenir, övünür, sizi pohpohlar ve size 'amacımızın piyadeleri' derler. Fakat yalnızca yemsinizdir. Hiçbirinizin kazanamayacağı savaşın yemleri." İsyanın önderlerinin gerçek isyankarları piyon olarak kullandığı savını biz de çok yakından tanıyoruz. Hiç olmazsa ana-babamızdan. (Bkz: Herkes kendini kurtarır, olan sana olur.) (Bkz: Olaylara karışma) Hele ki liderler filmdeki gibi milletvekili karısı gibi okumuş, üst sınıflardan birileri olursa, bu argüman daha bir gerçekçi duruyor.  İllaki kafası karışıyor insanın ve bir karar vermesi gerekiyor. Ne mutlu, bu kararı verirken yargılamayan, destek olan ebeveynlere sahip olanlara.


"Edith Ellyn--Unutmayın, eylemlerimiz sırasında kimsenin zarar görmemesi çok mühim."
Süfrajetlerin şiddete dayalı eylemler yaptığına, cinayetler işlediklerine dair bir şeyler okumuştum son birkaç günde, Sherlock'un son bölümünü izldiğimden beri. Araya Sherlock'la ilgili spoilerlar serpiştirmek istemiyorum ama süfrajetler ve şiddet bağlantısını tam olarak çözmem gerek kafamda.


"Sonny--O'nunlayken(George) sana güvenemiyorum. Taylor'a (tacizci patron) yaptıklarından sonra.
Maud--Peki Taylor bana ne yaptı Sonny? Senelerce..." 
Ve adam eve girer, kapıyı kapatır. Patronunun karısını taciz edişini görmezden gelerek yaşamışlardır yıllarca.Kadının hala sessiz kalmasını beklemektedir.



Bu filmde, harekete tedirgince katılan Maud ve kocasının O'na karşı tavrıydı benim en çok dikkatimi çeken. Erkeği anlamaya çalıştım. Neyi neden yaptığını. Çevremizde onlardan ne kadar çok olduğunu fark ettim. Sene olmuş 2016 ve hala çok fazla Sonny var etrafımızda. "Kadın hakları falan tamam da yani onlar da çok ciyaklıyorlar" diyen-demeyen okumuş erkekler... Sivil toplum örgütlerinin üyelerinden olup, kadın üyelerle "sen feminist misin?" diye dalga geçen okumuş erkekler... Ve sülalemde kadına yakışan hareketleri durmadan vurgulayan kadınlar, erkekler... İsyan eden kadın profilinden nefret eden beyaz yakalı okumuş kadınlar.. Edeplice tepki göstermek gerektiğinden bahsedenler... Okumuş insanlar arasında bile "Tecavüz değildir o, kendi kuyruk sallamıştır" demeye olan yatkınlık... Ve kendi küçücük, örgütlenmemiş halimle, sülalemdekilere laf yetiştirmeye kalktığımda, köyün delisi olarak görülüşüm, saygıyla karışık umursanmadığımı hissedişim... Kimbilir aktivist olup hapse girip çıksam ne çok kişi azalacak etrafımda -ki bu iyi bi şey aslında. Çok şey var, zihin özgürlüğümüzün önünde engel bunlar.

Medeniyet dediğin hazır lokma değil, savaşmayınca olmuyor. Kadınlara oy hakkı verdi diye Mustafa Kemal'e teşekkür edip duruyoruz ya her sene, belki de iyi bir şey değildi bu, kendimiz almalıydık. Bilinçsizdik, savaş vermedik yeterince. Kıymetini bilemiyoruz. Daha fazla klişeye girmeden çıkayım buradan.



 Not: Şu linkteki görsellere bi bakınız lütfen. Eski fotoğraflar var.

Not2: Atatürk öncesi bu topraklarda kadın haklarıyla ilgili hiç savaş verilmedi,haketmeden aldık diye bol bol zirvalamisim ya yukarıda, ekşi sözlükte pollyjean çok güzel vermiş ağzımın payını. Türkiye kadın hareketinin tarihini okumak gerek. Entry için https://eksisozluk.com/entry/57897337