Dünden kalan enerjiyle, son zamanlarda izlediklerimi, düşündüklerimi toparlama yazısına girişiyorum. Çünkü Aylin Livaneli'nin Okulu Asardım'ı hala kulaklarımda çınlıyor.
Youtubist: Yeni çıkan Türkçe müzikleri takip etmek için kullanacağım bir Youtube kanalı. Top 20 leri falan yayınlıyor. Böylece 90ların müzikleri şimdikilere on basar diye bol keseden sallamak yerine kaynaklı sallamış oluciim.Yok ya, hakketen merak ediyorum.
Misal Ali Akcan'la tanıştım bu hesap sayesinde. Adalar Modalar şarkısı 90lar kafasına son derece yakın. Hadi yıl takıntımızı bi kenara bırakalım, güzel, neşeli, dile takılacak türden bi şarkı.
Bir de Mabel Matiz'in son klibi A Canım'ı izledim bu hesapta. Çok güzel mi desem, değişik mi, bilemedim. Ömrüm boyunca gıcık olduğum aile ritüellerini bi erkeğe, kendine yaşatmış adam. Bi yandan komik, bi yandan hala gıcığım bu ritüellere, ordaki o tontiş teyzeler hiç de öyle göründükleri gibi tatlış değiller. Büyük ihtimalle. Yine de bu adam çok enteresan. Anlayamadığım şarkılar yapıyor genelde, o yüzden çok bağ kuramıyorum, ilginç olduğu kesin. (Ben daha çok Grup Vitamin falan.)
Ve sırada Prenslerin Öcü var. Selva Erdener videosu izlerken, Youtube aşağıda bunu önerdi de, o sayede tanıştım kendisiyle (hiç alakaları yok halbusi). Anadolu Rock tarzında, deli gibi, manyak gibi bi şey. Başlangıç olarak İyi Edersin'i izleyebilirsiniz.
Bu arada dünden beri Bora Öztoprak'ın 90lardan sonra bir sürü albüm yaptığını, hatta çıkış şarkılarının çoğunu bildiğimi ama söyleyenin O olduğunu bilmediğimi fark ettim. Ama 90lardan uzaklaştıkça şarkılarının tabanını duptıslarla kaplamış, çağdaşı olan tüm şarkılarda olduğu gibi. Yani 90 sonrası pop müzikte vazgeçilemeyen bi duptıs var ki, bütün şarkıları aynılaştırıyor. Bence. Dj featlerinin bu kadar popüler olmasını da bi türlü anlayamıyorum bu yüzden. Toptan elektronik müzikten mi hoşlanmıyorum, tutucu muyum, derdim nedir, bilmiyorum. Ama 90lardan günümüze geçemememin sebebi bu, her şeyin aynı gelmesi. Acaba Bora Öztoprak gibiler, yani 90lardan beri müzik dünyasından kopmayanlar da bunu düşünüyor mu hiç, merak ediyorum.
Neyse, gelelim son zamanlarda izlediklerime...
De Dirigent: Hollanda filmi. Sinemada izledim. Alkışları alayım... Öte yandan, filmin çoğu Amerika'da geçtiği için, çoğu İngilizce'ydi, dolayısıyle, çok da hak etmiyorum alkışı. Öte öte yandan, böyle olduğunu bilmeden, çoğunun Hollandaca olduğunu sanarak gittiğim için bi cesaret alkışını hak ettim bence. Aferim bana. Film, Amerika'da büyümüş, özünde Hollandalı olan bir kadının orkestra şefi olmak istemesi, 1900lerin başında bu işin kadınlara göre olmadığı iddiasıyla sürekli önüne engeller çıkarılması ve bunlarla savaşması üzerine. Orkestra şefinin tam olarak ne iş yaptığını hala tam olarak anlamadım ama çok önemli bi şeymiş. Koskoca orkestranın bütün notaları ezbere biliyormuş, daha ne olsun. (Bunu filmi izlemeden de anlayabilirdim tabi...)
Film bana şunu düşündürdü (aslında bu tip filmler hep bu tip düşüncelerle dolduruyor kafamı): 1900lerin başında dünya böyle bi yermiş. Çok değil, 100 sene önce. Şimdi sanki çok ilerlemişiz gibi geliyor ama öyle değil. Kendi hayatıma bakıyorum, hala o Hollandalı orkestra şefinin kafasındaki özgürlüğe ulaşamadım. Kendi kafamın içinde ulaşamadım, dışardan görünen hayatımı boşver. Nasıl olacak bu iş? İlla O'nun gibi büyük bi yetenek mi olmak gerekiyor? Kendimi geçtim, dünyaya bakıyorum... Hala o kadının savaştığı şeylerin kölesiyiz. Topuklu ayakkabılar, şık fakat rahatsız elbiseler, sıradan giyinince toplum içinde dikkate alınmama hali, kadın dediğin çalışsın tamam ama illaki evlensin, çocuk yapsın vs... Hala kadınlar kocaların kariyerlerine göre ayarlıyor kendi hayatlarını, kariyerlerini... Artık çoğu zaman kocaların da suçu değil bu, "çalışmayacaksın" demiyor çoğu koca, biz sıçıyoruz. Misal ben, Türkiye'de ne yapacağımı bilmediğim için, geleceğimle ilgili hiçbi planım olmadığı için, hatta depresif düşüncelerle savaştığım için, u. burda bi iş bulunca, hadi dedim, ne zaman evleniyoz? Çünkü tebdil-i mekanda ferahlık vardır ve evlenmeden gitmek imkansız gibi bi şey, ailemle, toplumla savaşacak gücüm yok. İdi. Yani erkek arkadaşım beni sürüklemedi. O'nun benden farkı, yurtdışında yaşama hayalinin olması ve bu uğurda çaba sarf edip işlere başvurmasıydı. Ben deseydim ki, ben kesinlikle yurtdışına gitmem, başka bi çözüm düşünürdük, belki ayrılırdık, belli ki çok farklı insanlarız, derdik, daha iyi olurdu. Ama benim tercih belirtecek bi isteğim, hayalim yoktu. Halbuki ne kadar önemli. Bunun kadınlıkla ne kadar alakası var bilmiyorum. Ama bu işte bi terslik olduğu kesin.
Yine bir filmi kendi fikirlerime alet ettim. Çok uzattım. Bitireyim madem, kalanlara sonra devam ederim. Belki bu Okulu Asardım gazı yarın da devam eder...
Sevgilerlen,
Kanatlınız, Kediniz
Ps: Bu yazıya iki video daha eklemiştim ama kafasına göre silinmiş. Neyi yanlış yapıyom da siliniyo bunlar, bilen varsa beri gelsin lütfen, reca ediyorum.
Youtubist: Yeni çıkan Türkçe müzikleri takip etmek için kullanacağım bir Youtube kanalı. Top 20 leri falan yayınlıyor. Böylece 90ların müzikleri şimdikilere on basar diye bol keseden sallamak yerine kaynaklı sallamış oluciim.Yok ya, hakketen merak ediyorum.
Misal Ali Akcan'la tanıştım bu hesap sayesinde. Adalar Modalar şarkısı 90lar kafasına son derece yakın. Hadi yıl takıntımızı bi kenara bırakalım, güzel, neşeli, dile takılacak türden bi şarkı.
Bir de Mabel Matiz'in son klibi A Canım'ı izledim bu hesapta. Çok güzel mi desem, değişik mi, bilemedim. Ömrüm boyunca gıcık olduğum aile ritüellerini bi erkeğe, kendine yaşatmış adam. Bi yandan komik, bi yandan hala gıcığım bu ritüellere, ordaki o tontiş teyzeler hiç de öyle göründükleri gibi tatlış değiller. Büyük ihtimalle. Yine de bu adam çok enteresan. Anlayamadığım şarkılar yapıyor genelde, o yüzden çok bağ kuramıyorum, ilginç olduğu kesin. (Ben daha çok Grup Vitamin falan.)
Ve sırada Prenslerin Öcü var. Selva Erdener videosu izlerken, Youtube aşağıda bunu önerdi de, o sayede tanıştım kendisiyle (hiç alakaları yok halbusi). Anadolu Rock tarzında, deli gibi, manyak gibi bi şey. Başlangıç olarak İyi Edersin'i izleyebilirsiniz.
Bu arada dünden beri Bora Öztoprak'ın 90lardan sonra bir sürü albüm yaptığını, hatta çıkış şarkılarının çoğunu bildiğimi ama söyleyenin O olduğunu bilmediğimi fark ettim. Ama 90lardan uzaklaştıkça şarkılarının tabanını duptıslarla kaplamış, çağdaşı olan tüm şarkılarda olduğu gibi. Yani 90 sonrası pop müzikte vazgeçilemeyen bi duptıs var ki, bütün şarkıları aynılaştırıyor. Bence. Dj featlerinin bu kadar popüler olmasını da bi türlü anlayamıyorum bu yüzden. Toptan elektronik müzikten mi hoşlanmıyorum, tutucu muyum, derdim nedir, bilmiyorum. Ama 90lardan günümüze geçemememin sebebi bu, her şeyin aynı gelmesi. Acaba Bora Öztoprak gibiler, yani 90lardan beri müzik dünyasından kopmayanlar da bunu düşünüyor mu hiç, merak ediyorum.
Neyse, gelelim son zamanlarda izlediklerime...
De Dirigent: Hollanda filmi. Sinemada izledim. Alkışları alayım... Öte yandan, filmin çoğu Amerika'da geçtiği için, çoğu İngilizce'ydi, dolayısıyle, çok da hak etmiyorum alkışı. Öte öte yandan, böyle olduğunu bilmeden, çoğunun Hollandaca olduğunu sanarak gittiğim için bi cesaret alkışını hak ettim bence. Aferim bana. Film, Amerika'da büyümüş, özünde Hollandalı olan bir kadının orkestra şefi olmak istemesi, 1900lerin başında bu işin kadınlara göre olmadığı iddiasıyla sürekli önüne engeller çıkarılması ve bunlarla savaşması üzerine. Orkestra şefinin tam olarak ne iş yaptığını hala tam olarak anlamadım ama çok önemli bi şeymiş. Koskoca orkestranın bütün notaları ezbere biliyormuş, daha ne olsun. (Bunu filmi izlemeden de anlayabilirdim tabi...)
Film bana şunu düşündürdü (aslında bu tip filmler hep bu tip düşüncelerle dolduruyor kafamı): 1900lerin başında dünya böyle bi yermiş. Çok değil, 100 sene önce. Şimdi sanki çok ilerlemişiz gibi geliyor ama öyle değil. Kendi hayatıma bakıyorum, hala o Hollandalı orkestra şefinin kafasındaki özgürlüğe ulaşamadım. Kendi kafamın içinde ulaşamadım, dışardan görünen hayatımı boşver. Nasıl olacak bu iş? İlla O'nun gibi büyük bi yetenek mi olmak gerekiyor? Kendimi geçtim, dünyaya bakıyorum... Hala o kadının savaştığı şeylerin kölesiyiz. Topuklu ayakkabılar, şık fakat rahatsız elbiseler, sıradan giyinince toplum içinde dikkate alınmama hali, kadın dediğin çalışsın tamam ama illaki evlensin, çocuk yapsın vs... Hala kadınlar kocaların kariyerlerine göre ayarlıyor kendi hayatlarını, kariyerlerini... Artık çoğu zaman kocaların da suçu değil bu, "çalışmayacaksın" demiyor çoğu koca, biz sıçıyoruz. Misal ben, Türkiye'de ne yapacağımı bilmediğim için, geleceğimle ilgili hiçbi planım olmadığı için, hatta depresif düşüncelerle savaştığım için, u. burda bi iş bulunca, hadi dedim, ne zaman evleniyoz? Çünkü tebdil-i mekanda ferahlık vardır ve evlenmeden gitmek imkansız gibi bi şey, ailemle, toplumla savaşacak gücüm yok. İdi. Yani erkek arkadaşım beni sürüklemedi. O'nun benden farkı, yurtdışında yaşama hayalinin olması ve bu uğurda çaba sarf edip işlere başvurmasıydı. Ben deseydim ki, ben kesinlikle yurtdışına gitmem, başka bi çözüm düşünürdük, belki ayrılırdık, belli ki çok farklı insanlarız, derdik, daha iyi olurdu. Ama benim tercih belirtecek bi isteğim, hayalim yoktu. Halbuki ne kadar önemli. Bunun kadınlıkla ne kadar alakası var bilmiyorum. Ama bu işte bi terslik olduğu kesin.
Yine bir filmi kendi fikirlerime alet ettim. Çok uzattım. Bitireyim madem, kalanlara sonra devam ederim. Belki bu Okulu Asardım gazı yarın da devam eder...
Sevgilerlen,
Kanatlınız, Kediniz
Ps: Bu yazıya iki video daha eklemiştim ama kafasına göre silinmiş. Neyi yanlış yapıyom da siliniyo bunlar, bilen varsa beri gelsin lütfen, reca ediyorum.