27 Ekim 2017

Den Haag Tarih Müzesi, saray köleleri ve bir sürü ayrıntı

Den Haag Tarih Müzesi (Den Haag Historisch Museum), Binnenhof yakınlarında, tarihi Hofvijver gölü manzaralı, İnci Küpeli Kız'ın sergilendiği Mauritshuis'un yanındaki yolun sonunda, eskiden Kraliyet Kütüphanesi'nin yer aldığı, şimdi Escher Museum'un bulunduğu Lange Voorhout Parkı'nın karşısında. Karşı köşedeki İtalyan Restoranı'ndaki başgarson olduğunu tahmin ettiğim amca suratsız. Müze çıkışı, akşam 5te, sağanak bastırınca oraya sığınıp bi kahve içeyim dedim, "birazdan burası dolacak, bara ya da dışarı oturabilirsin" dedi, başından savmak istercesine. Zaten kapıdan girince "niye geldin?" gibi bi bakış fırlatmıştı. Dışarı oturdum şemsiyelerin altına. Kahvemi bitirip kalkana kadar neredeyse hiç müşteri gelmedi. Üzüldüm adama, stresli demek ki...

O civarda pek oturmalık yer görünmüyor. Mekan arıyorsanız, Lange Voorhout'u geçip Denneweg'e girin. Fast food türü ucuz şeyler olmasa da, butik kafelerle, restoranlarla dolu.Ucuz yollu gezmeye niyetliyseniz, bu turistik yerlerden uzaklaşmanız, haritada Albert Heijn (market) aramanız mantıklı. Ya AH'dan bi şeyler alırsınız ya da çevresinde illaki ucuzcu bi yerler vardır.

Neyse efenim, Müzekart geçerli. Neredeyse her şeyin İngilizce açıklaması da var. Epey büyük bi müze, her şeyini öğrenmeye meraklıysanız üç saat bile yetmeyebilir. Ben misal, çoğu zaman  "sonra okurum" deyip yazıların fotoğrafını çekip geçmeme rağmen, epey uzun sürdü. Çok fazla bilgi var, öğretici. O yüzden bu kadar zamanımı aldı toparlamak.

Müze fiyatı 10 euro. Fakat Hofvijver Pass diye bi şey var ki, o civardaki 4 müze için toplam 16 euro ödeniyormuş. Çok iyi. Şurdan bakınız.

 Müze girişindeki videoyla başlayalım. Harita üzerinde Den Haag tarihi anlatılıyordu:

1560 - Seksen Yıl Savaşları öncesinde, Den Haag savunmasız, çevresinde duvar yok. Nüfus: 7bin.

1620 - Seksen Yıl Savaşları süresince şehrin etrafına kanal kazılmış. Savunma amaçlı. Nüfus: 15bin.

1670 - Jan Van Goyen, Den Haag'ın güneydoğudan görünen panoramik resmini çizmiş. Resim yaklaşık 5 metre uzunluğunda. Belediye binasına asılmış o dönem, binaya girenlere şehrin ihtişamını göstermek için. Nüfus: 22bin.

Bu resim de şimdi videonun karşısında sergileniyor ve görünen binaların ne olduğu altında tek tek açıklanıyor. 

1750 - Prinsessegracht kuzeye doğru genişletilmiş, böylece aristokratlar için yeni bir yaşam alanı oluştu. Nüfus: 38bin.

1843 - Amsterdam-Den Haag arasında buharlı tren çalışmaya başlamış.

1847 - Tren hattı Roterdam'a kadar uzatılmış.

1850 - Kuzey Denizi kıyısına ikinci bir bağlantı yolu yapılmış: Badhuisweg. Ve kıyıdan Prinsessegracht'a gelen kanalla kum taşıması yapılmaya başlanmış. Nüfus: 72bin.

1870 - İkinci bir tren istasyonu açılmış: Staatspoor (şimdiki Den Haag Centraal). Gouda ve Utrecht arasında bağlantı noktası olmuş.

1874 - Kanalın dışına Willemspark inşa edilmiş. Nüfus: 90bin.

1895 - Kıyıya biraz daha yaklaşılarak, kumluk alana Duinoord bölgesi inşa edilmiş. İki tramvay hattından biri buradan geçerek, Scheveningen'e, kıyıya doğru gidiyormuş. Ayrıca şehrin kirli suyunu temizlemek için Kuzey Denizi'ne bağlanan yeni bir kanalizasyon kanalı inşa edilmiş. Nüfus: 180bin.

1909 - 1900 yılı civarında şehir merkezindeki kanalların neredeyse tümü doldurulmuş. Bataklıklar ıslah edilerek Schilderswijk adlı bölge oluşturulmuş. Nüfus: 270bin.

1933 - 20. yüzyılda şehrin gelişmesi yerel yönetimin sorumluluğu haline gelmiş. Herhangi bir genişleme kararı belediye meclisine aitmiş artık. Loosduinseweg ve Meedervoort gibi yeni ana yollar inşa edilmiş. Nüfus: 470bin.

1945 - İkinci Dünya Savaşı boyunca Almanlar şehrin içine anti-tank hendeği kazarak, 8bin evi yok etmiş. Nüfus: 450bin.

3 Mart 1945 - Bezuidenhout, İngiltere ordusu tarafından yanlışlıkla bombalanmış.

1957 - Savaş sonrasında Nazilerden kalan anti-tank hendeği doldurularak, "Segbroeklaan" adında modern bir bulvar haline getirilmiş. Batıdan başlayarak, Moerwijk ve Morgenstond gibi yeni yerleşim yerleri inşa edilmiş. Nüfus: 600bin.

1966 - 1960larda Mariahoeve gibi bölgelere binlerce ev inşa edilmiş. Nüfus: 580bin.

2015 - Nüfus: 514bin. (Bunu Googledan buldum.)


Den Haag'ın Hollanda için önemi:

- Den Haag dört yüz yıldır Hollanda monarşisinin evi olmuş. Önce valinin, sonra kraliyet ailesinin evi hep buradaymış. Zamanla monarşiye karşı fikirler ortaya çıktığı da olmuş:

Örneğin Johan de Witt (1625-1672), kraliyet ailesini valilik gibi önemli işlevsel görevlerden uzaklaştırmaya çalışan, gerçek özgürlüğün, valinin olmadığı bir cumhuriyetle yaşanabileceğini düşünen bir devlet adamıymış. Validen kasıt bugün anladığımız manadaki vali değil sanırım. "Stadtholder" İngilizcesi.

18. yüzyılın sonlarında, Fransız Aydınlanmasının da etkisiyle, Vatanseverler ve Orangistler adlı iki grup ortaya çıkmış. İkincisi, Oranje ailesini, yani monarşiyi destekleyenler, birincisi ise monarşinin gücünün azalması gerektiğini düşünenler. Sokak kavgaları, broşürler filan, her türlü propaganda, tartışma almış yürümüş.

1918'de ise sosyalist politikacı Troelstra Kraliçe'yi tahttan indirip sosyalist bir devlet kurmak için çalışmalar yapmış. Çok destek görmemiş, başarısız olmuş. Monarşi, Hollanda'da günümüzde hala tartışma konusuymuş. Pek çok siyasi parti sadece törensel bi öğe olarak kalması taraftarıymış fakat halkın büyük sempatisi varmış hala kraliyet ailesine. Kral'ın doğumgünü resmi tatil tabi, üstelik bütün ülke bit pazarı festivaline dönüşüyor, ben de seviyorum kendisini, iyi ki doğmuş.

- Valinin sarayının ve daha sonra kraliyet sarayının bulunması sebebiyle Den Haag sanatçıların da buluşma noktası haline gelmiş. 19. yüzyılın ikinci yarısı, Haagse School'un çağı olmuş. Var olan resim tekniklerine karşı olan bir grup ressam burada takılmış. Köylülerin günlük hayatlarını ve Den Haag manzaralarını resmetmişler.

Bir Başlık Altında Toplanamayan Ayrıntılar...

- De Grote Kerk: Büyük Kilise veya Aziz James Kilisesi, Den Haag'ın en eski binalarından. 13. yüzyılda ahşapmış. Şimdiki taş haline 14. yüzyılda getirilmiş. 16. yüzyılın ikinci yarısında, reform hareketleriyle birlikte, katolik figürler çıkarılmış kiliseden. Günümüze kalan figürler müzede sergileniyormuş. Fotoğraflarını çekmemişim...

- Kum ve bataklık: Zenginler kanalizasyonu iyi çalışan kumlu topraklı bölgeye yerleşmiş, Hofvijver civarına. Fakirler, işçiler ise bataklıklı bölgeye. Arada epey mesafe varmış ve "kum ve bataklık" o zamanlar bölgelerden bahsedilirken kullanılan yerel bi ifadeymiş.


Naziler

- 10 Mayıs 1940'ta işgal etmişler Hollanda'yı. Kraliçe ve ailesi İngiltere'ye ve Kanada'ya sürgün edilmiş. En yüksek rütbeli Nazi görevlisi  Dr Arthur Seyys-Inquart Den Haag'da Wassennaar bölgesine yerleşmiş ve buradan yönetmiş ülkeyi. Naziler, Kuzey Denizi'nden gelecek saldırıları önlemek için, Norveç'ten İspanya'ya deniz kıyısı boyunca duvar inşa etmişler: Atlantik Duvarı. Psikopatlığa bak! Hollanda'da Den Haag'dan da geçmiş duvar, Bunun için Scheveningen bölgesindeki binaların çoğunu boşaltmışlar, yıkmışlar. 140bin kişi bölgeden çıkarılmış, o zamanki Den Haag nüfusunun çeyreği. Anti-tank hattı için de bir hendek kazılmış. Bunu yukarıda söylemiştik.

(Wikipedia'dan)

- Eylül 1944'te Naziler yeni bi silah kullanmaya başlamış: V-2s (Vergeltungswaffe 2). Uzaktan yönetilen roketlermiş. Mart 1945'e kadar bunların uzaktan merkezi Den Haag'daymış. Müttefikler bu merkezleri vurmaya çalışırken yanlışlıkla Bezuidenhout bölgesini vurmuşlar. 520den fazla sivil ölmüş bu sebeple.

- 1940 sonbaharından Şubat 1943'e kadar, Den Haag'daki Yahudi topluluğu kayıt altına alınmış, çocuklar ayrı okula gönderilmiş ve sonuçta 11bin Yahudi toplama kamplarına gönderilmiş. 500'ü hayatta kalmış.

- 1945'in başlarında gıda yetersizliği dayanılmaz seviyeye ulaşmış. Naziler, Müttefik güçlerin uçaklardan gıda yardımı yapmasını kabul etmiş. Duindigt gibi geniş arazilere teneke kutularda yiyecek atılmış uçaklardan. (Yiyecek kaplarından örnekler sergileniyor Müze'de). 5 Mayıs 1945'te de Hollanda işgali sona ermiş.


Den Haag'ın Afrikalı Köleleri

Bu kısım, Müze'nin geçici sergi bölümünü oluşturuyor. Esther Schreuder'in "Cupido en Sideron: Twee Moren aan het Hof van Oranje" kitabının sergileştirilmiş haliymiş. Özellikle Saray'da çalıştırılan, artık köle olmayan hizmetçilerin, ne kadar özgür olduğu sorusunu soruyor yazar. 

18. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Hollanda, sırf Yeni Dünya'ya 170bin köle taşımış. 16. yüzyılın sonundan 19. yüzyılın başına kadar, Hollanda bayrağı altında toplam 600bin köle taşınmış. Köleler, Brezilya, Surinam ve Hollanda Antilleri'nde şeker, kahve ve pamuk tarlalarında çalıştırılmış. Kimisi de diğer ülkelere satılmış.

Avrupa sarayları, 14. ve 19. yüzyıllar arasında, pek çok Afrikalı çalıştırmış. Çoğu zaman iktidar sahibine hediye edilmişler ve eğitilerek pek çok işte çalıştırılmışlar. Müzisyen, sancak taşıyıcı, temsilci, asker ve çoğunlukla da hizmetçi olarak görev yapmışlar. Bu Afrikalı hizmetçi sahibi olma geleneği önce Güney Avrupa'da başlamış, hızlıca yayılmış. Koyu tenli hizmetçi, egzotik statünün, Avrupalılığın gücünün sembolü kabul ediliyormuş. Bu yüzden soylular arkalarında Afrikalı bir hizmetçiyle birlikte resmedilmek isterlermiş. Hatta bu resimlerin, sanatsal sebepleri de varmış. Samuel van Hoogstraten gibi bazı ressamlar, koyu renkli hizmetçi teninin yanında, efendisinin açık renk teninin daha güzel göründüğünü söylermiş.

Bu dönemde, "Moor", veya "negro" gibi kelimeler resmi dökümanlarda neredeyse hiç yer almıyormuş.  Fakat batılı olmadıklarını göstermek için hala derilerinin rengine göre giyinmek, Osmanlı usulü türban veya "Moorish" şapkaları takmak zorundalarmış. Ayrıca pek çok resimde inci küpeli olarak resmedilmişler. Bu modanın nasıl doğduğu tam bilinmiyormuş fakat sahibinin zenginliğini göstermek amacıyla ve siyah tenle beyaz incinin güzel bir kontrast olduğu düşünülerek yapıldığı tahmin ediliyormuş. Bir de köle yakalığı denen, demir veya gümüş yakalıklar varmış ki, kişinin şu an özgür olsa bile bir zamanlar köle olduğunu gösterirmiş ve üstünde sahibinin ismi yazılı olurmuş. Kişi artık resmi olarak köle değilse bile, bu yakalığı takmak zorunda olduğu olurmuş.

Çoğu resimde arka planda yer alan bu Afrikalıların hayatları hakkında ne yazık ki çok fazla bilgimizin olmadığını söylemişler notlarda. Bu yüzden, kayıtlarda yer alan bazı köleler hakkında, ellerindeki bilgileri sergilemişler:

Afrikalı Adam Büstü, 1700, John Host
Yukarıdaki Afrikalı Adam Büstü, o zamanlar çok karşılaşılan bir eser türü değilmiş, genellikle efendilerinin gölgesinde resmedilirlermiş. III. William'a hizmet ettiği tahmin edilen bu kölenin ismi bilinmiyormuş. "Boynundaki köle yakalığı, şatafatlı giysisiyle tam bir contrast oluşturuyor" demişler yanındaki notta. Yüz ifadesi ne kadar anlamlı... Bunu yapan sanatçı, John Host, ne düşündü acaba? Poz verirken, öncesinde, sonrasında, ne konuştular?

Jean Rabo (1714-1769) da, 1711-1751 yılları arasında IV. William'a hizmet etmiş, nerede doğduğu ya da Kraliyet hizmetine nasıl geldiği bilinmeyen bir köleymiş. Hakkında bilinen en eski kayıt, 1729'a dayanıyormuş. O tarihte, Binnenhof'ta, Fransız Protestanların kilisesinde ibadet ettiği biliniyormuş. Kraliyet Arşivleri'ne göre, belirli bir maaşı varmış ki bu da artık köle olmadığının göstergesiymiş. Yaklaşık 34 yaşında, IV. William ve ailesinin oda görevliliğine atanmış. İkisi de öldüğünde, 1759'da, 45 yaşındayken, emekliliği verilmiş. William'ın pek çok portresinde O da resmedilmiş. 

Ve müzede en çok yer bulan köleler: William Frederick Cupido (1758-1806) ve Guan Anthony Sideron (1756-1803),  kraliyet ailesine 40 sene hizmet vermiş. Sideron, Curaçao'dan, Cupido ise Gine kıyılarından köle olarak getirilmiş. 1766'da, o zamanlar köle ticaretinden sorumlu olan West Indian Company aracılığıyla, babasının yerine geçen Kral V. William'a hediye edildikleri tahmin ediliyormuş. 

Çocuk köleler, sarayda okuma-yazma, matematik ve Fransızca öğrenmiş ve dans dersleri almış. Dans dersleri, kibarca yürüme, elini kolunu kullanma gibi yetenekleri geliştirdiği için saray mensupları için olmazsa olmaz görülürmüş. Dolayısıyla sadece üst sınıflara ve hizmetçilerine özel bir eğitimmiş.

Sürekli Kral'ın etrafında görev almışlar. 17 yaşlarından itibaren iyi maaş almalarına ve gayet iyi koşullarda yaşamalarına ve kaynaklarda kendilerinden köle olarak bahsedilmemesine rağmen, tam olarak özgür de değillermiş. Çocuk yaşta ailelerinden koparılmışlar ve saraydan ayrılma gibi bir hakları yokmuş. Müzenin yorumu bu. Getirildikleri dönemde, Hollanda'ya getirilen köleler, bir sene içinde geri gönderilmezlerse, özgürlüğüne kavuşurmuş. Köle isyanlarını önlemek için çıkarılmış bu yasa. Fakat çoğu köle bu hakka sahip olduğunu bilmediği için alınıp satılmaya devam etmiş. Cupido ile Sideron da sarayı terk etmeye hiç niyetlenmemiş, zaten 17 yaşlarından itibaren de maaşlı çalışmaya başlamışlar.

1780lerde Vatanseverler grubunun kraliyet ailesine karşı ayaklanmasıyla artan gerilim sonucu, 1785'te Kral V. Willem ailesiyle birlikte Den Haag'ı terk etmek zorunda kalmış. Ancak Willem'in kayınbiraderi olan Prusya Kralı'nın askeri müdahalesiyle tekrar kontrolü sağlayabilmiş. Fakat 1795'te Fransa Hollanda'yı işgal edince, ailesiyle ve saray görevlilerinin beşte biriyle birlikte İngiltere'ye göç etmek zorunda kalmış. Oradan da Almanya'ya geçmişler. Bu yolculuklarda hizmetçileri Cupido ve Sideron da hep yanlarındaymış.

1782'de Kral V. William'ın ve karısı Wilhelmina'nın oda görevlisi konumuna terfi ettirilmişler. Çok daha fazla para kazanmaya ve daha iyi koşullarda barınmaya başlamışlar. Sıradan bir köleden çok farklıymış yani yaşamları. Oda görevlisi olarak, Kral'ın ve ailesinin uyanmasından uyumasına kadar, giyinmelerine yardım etmek (o kubarık kubarık etekleri giymek için tabi yardım gerekir, her gün gelinlik giyer gibi...asalet zor zanaat netekim), özel odalarda mumları yakmak, diğer hizmetçileri yönetmek ve harcamaları kontrol etmek de dahil olmak üzere, çok büyük sorumlulukları varmış. 

Sideron, 1790ların başında, 35 yaşındayken Wilhelmina'nın birinci oda görevlisi olmuş. Bu terfiyle birlikte Wilhelmina'nın dairelerindeki kıyafetleri dahil olmak üzere tüm eşyalarından ve parti, tören gibi organizasyonlarından sorumlu hale gelmiş.  

1802'de Cupido Alman bir kadınla (Catharina Löwe) evlenmiş. 1806'da, ilk çocuğunun (Wilhelmina) doğumundan dört sene sonra, Kraliyet ailesine hizmet ederken, 49 yaşında ölmüş. Sideron da üç sene sonra, 47 yaşında vefat etmiş. Velhasılı, ikisi de tam 40 sene boyunca kraliyete hizmet etmiş. Kral sadık hizmetçilerinin ailelerini yanından ayırmamaya devam etmiş.

Buradaki Cupido veya Sideron mu, yoksa herhangi bir hizmetçi çocuk mu, bilmiyorum, not almamışım. Sadece olağanüstü samimi bir poz verildiğinden bahsedildiğini hatırlıyorum. Hizmetçi arkaplanda değil, hatta, hanımefendi, hizmetçinin omzuna elini atmış, kendi oğluymuşçasına. 

Kaynaklara göre, sırf ten renklerinden dolayı Avrupalı meslektaşlarından daha aşağı bir yaşam biçimine sahip değillermiş. Aynı maaşı alıyorlarmış ve diğerleriyle aynı noktaya yükselme hakları varmış ki yükselmişler de. Sadece "Moorish" denilen farklı bir şapka takmaları gerekiyormuş. "Kaynaklarda belirtilmeyen, özel hayatlarında ne gibi zorluklarla karşılaştıklarını ise ne yazık ki bilmiyoruz", diyor müze. Ayrıca, Kral, yazışmalarında ten renklerinden bahsedermiş, Wilhelmina ise hiç bahsetmezmiş. Kral'ın özellikle bahsetmesinin altında, sık görüştüğü destekçisi Doktor Petrus Camper'in olabileceğini belirtiyor müze. Camper, Afrika insanının fiziksel özelliklerinden çok etkilenmiş. Onların, görünüş olarak Avrupalılardan çok hayvanlara benzediğini, fakat bilişsel olarak Avrupalılarla aynı olduğunu,  Adem'le Havva'nın siyah mı beyaz mı olduğunun bilinemeyeceğini düşünüyormuş. Müze de bu görüşlerini Kral ve Wilhelmina'yla paylaşma ihtimali olduğundan bahsediyor. 

18. yüzyılda, sadece Doktor Camper değil, pek çok bilim adamı, Afrikalıların görünümünden etkilenip bir sonuca varmaya çalışmış. Genellikle siyah adam, aşağı, gelişmemiş bir tür olarak sınıflandırılmış ve hep olumsuz özelliklerle tanımlanmış. Ancak 20. yüzyıldan itibaren tüm insanların aynı türe ait olduğu sonucuna ulaşılabilmiş. Samuel von Sommering ise, Afrikalıların fiziksel olarak Avrupalılardan daha gelişmiş olduğunu fakat entelektüel ve kültürel yönlerden gelişmediklerini iddia etmiş.

Kimisi de ten rengiyle güneş, beslenme ve iklim arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmış. Leiden'li bir anatomi profesörü Bernhard Siegfried, Afrikalıların deri rengiyle ilgili bir tez yayımlamış. Afrikalı kadının memesini incelediği çalışmada, memedeki derinin üç tabakadan oluştuğunu, yalnızca ortadaki tabakada deri renginin belirlendiğini, alt ve üst tabakanın Avrupalılarınkiyle aynı olduğunu iddia etmiş. 

Bu dönemde, "Moor", veya "negro" gibi kelimeler resmi dökümanlarda neredeyse hiç yer almıyormuş.  Fakat batılı olmadıklarını göstermek için hala derilerinin rengine göre giyinmek, Osmanlı usulü türban veya "Moorish" şapkaları takmak zorundalarmış. Ayrıca pek çok resimde inci küpeli olarak resmedilmişler. Bu modanın nasıl doğduğu tam bilinmiyormuş fakat sahibinin zenginliğini göstermek amacıyla ve siyah tenle beyaz incinin güzel bir kontrast olduğu düşünülerek yapıldığı tahmin ediliyormuş. Bir de köle yakalığı denen, demir veya gümüş yakalıklar varmış ki, kişinin şu an özgür olsa bile bir zamanlar köle olduğunu gösterirmiş ve üstünde sahibinin ismi yazılı olurmuş. Kişi artık resmi olarak köle değilse bile, bu yakalığı takmak zorunda olduğu olurmuş.

Ayrıca, köleliğin nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışan Avrupalılar da çıkmış. Örneğin Kaptan John Gabriel Stedman (1744-1797). Köle ayaklanmasını bastırması için Hollanda'dan Surinam'a gönderilen Albay Fourgeoud'un alayındanmış. Boni liderliğinde kölelikten kaçan Maroonlara karşı savaşmakmış amaçları. Stedman kölelere karşı gösterilen acımasız tavrı görünce şok olmuş. Bunun hakkında bir kitap yazmış: Narrative of a Five Years Expedition. Kitabı basıldıktan sonra büyük ilgi görmüş. Köleliğin gerçek yüzü hakkında konuşulması çok alışıldık bir şey değilmiş.

Stedman with a Maroon he had killed, 1796 

-----

İşte böyle. Müze'nin en çok ilgimi çeken kısımlarını yazdım. Den Haag'ın İkinci Dünya Savaşı sonrası işçi göçü alması ve Den Haag'ın bugünü, çokkültürlülüğü üzerine bir sergi vardı, güzeldi ama hiç not almamışım, fotoğraf çekmemişim. Bir de oyuncak bebek evleri, minyatür evler sergisi vardı ki bence psikopatlık ama ince iş, saygı duydum mecbur.

Şimdilik bu kadar olsun,
Kanatlı Kedi