11 Ekim 2017

14. Gün - Free Spirit

Şu güzeller güzeli şarkıyla başlayayım bugüne,


Ne dediğini hiç anlamıyorum ama Yunanistan'ı sevme nedenimi bu şarkı özetliyor. Nağmelerdeki ortaklık. 

Bugün evi benimseme çalışmalarıma devam ettim. Uzun zamandır almayı düşündüğüm şeyleri aldım önce. Misal kılıfsız kırlent. 1.80e buldum! Hollanda'ya bi şekilde yolunuz düşerse, Action mağazasını gördüğünüz yerde girin. Her şey var ve sanırım her yerden daha ucuz. Hediyelik falan alacaksanız bile girin, illa bi şeyler bulursunuz. Bi kez daha teşekkürler Action dedim bugün. 4 kırlent aldım, bi daha bulamam falan mazallah. Yeni gelmiş olsa gerek, daha önce bakmıştım çünkü, geçicidir belki. Yelek için düğme aldım, tekli satılmadığı için mecbur bi paket. Ömür boyu kullanırım artık. (Gelince hemen yıllardır hazırda bekleyen kılıfı geçirdim üstüne. Maksat eve kişilik kazandırmak ya, acele ediyorum. Sonra geçen gün bi youtube kanalında öğrendiğim "gizli dikişle" kapattım yastığı tıkıştırdığım deliği. Vay be dedim, vakit kaybı gibi gelen şey işe yaradı, hayret!)

Neyse, Action'dan sonra Zeeman'a girdim. İkinci ucuzcu mağaza. Diyelim iki günlüğüne geldiniz, hazırlıklı gelmemişsiniz, götünüz donuyor afedersiniz. Bu dükkandan ucuz ve kalın bi şeyler bulabilirsiniz. Çok kalite beklemeyin tabi. Burda yaşayanlar için de, çeşit çeşit ip satmaları cezbedici. Zeeman yüzünden örgüye başladım burda. Bugün yine "ben bi şey yaparım ki bunlarla" diyerek ip aldım. Koyu renkli olana Elif ismini vermişler nedense.



Daha bi sürü şey aldım da, tek tek anlatmayayım. Eve gelince hepsini yerleştirmek de ayrı bi iş oldu. Sonra diğer ayakkabılığı kapladım. Bi gaz geldi, duvardaki delikleri kapatmak için kartpostalları kurcaladım. Hepsinin arkasını oku, ben bunu ne ara almışım ya falan diye düşün derken epey bi zamanımı aldı. Şimdi daha iyi göründüğü kesin. Tavandaki delikleri kapatmaya üşendim, o da yarının işi olsun.

Öncesi

Sonrası

Bugünün benim için asıl olayı alışveriş sonrası karşılaştığım amcaydı. Ellerim dolu bi şekilde, bisikleti oralarda bırakıp otobüse binmeye karar vermişken, bi sokak kitaplığı gördüm. Bazı yerlerde oluyor burda, sokak duvarına ufak bi raf yapıyorlar, fazla kitapları oraya bırakıyor isteyen, gelen geçen ücretsiz alıyor. Yanaştım hemen tabi. Bi amca vardı, yanaşınca göz göze geldik, gözlerimiznen selamlaştık. Rafta İngilizce kitap ararken amca elindeki kitabı uzatıp bi şeyler dedi, bu da güzel, falan dedi heralde. Dedim ben var anlamıyor sizin dili. Tabi hemen aaa öyle mi deyip İngilizce'ye döndü. Nerelisin? Türkiye mi? Aa benim kızım orda yaşıyor. Ama senin İngilizcen nası bu kadar iyi, İngiltere'de miydin? (Gördüğü Türklerle kıyaslıyo tabi, Hollandalılarla değil) Peki niye Hollandaca bilmiyosun, genelde senin yaşındaki Türk kızları bilir? Heee yeni mi geldin tamam. Amca tatlı bi tip. Dedeme benzettiğimden midir nedir, severim 70 yaş üstü erkekleri, hafif sakallıysa, zayıfsa, gözlüklüyse, kır saçlıysa, şapkalıysa, üstelik bi de kitap kurcalıyosa... Bi an önce uzaklaşasım gelmedi yanından. Kendinden bahsetti. Denizciymiş, epey bi ülke gezmiş, bikaç dil biliyormuş bu yüzden. Resim çizermiş, heykel yaparmış, Türkiye'de pencerelerdeki süslü demirleri yapmasını öğretmiş bazı Türklere. Sık sık gider gelirmiş oraya. Anladığım kadarıyla benden sık gidiyor. Kuran'ı okurmuş, Müslüman mı, yoksa İslam'a sempati mi duyuyor tam anlamadım. Sürekli camiye gidiyor değilim ama seviyorum, benim işim ruhla, gibi bi şeyler söyledi.

Özgür ruhlu olduğundan bahsetti sonra, insanlarla konuşup, mümkünse yardımcı olmayı severmiş. Çok kişiye iş bulmuş, kalacak yeri olmayanları evine almış. Türk çocuklarla halter kaldırıyomuş, İngilizce öğretiyormuş, öğretmen gibi değil de, öylesine konuşarak. Tek başına sivil toplum kurumu adeta. Sanatçılık da var ya, belli bi çılgınlık olduğu. Ama öyle yolda görsen mahallenin delisi demezsin, gayet sıradan biri. Neticede bana dedi ki, madem Hollandaca öğreniyorsun, sana nasıl yardımcı olabilirim? İlkinde laf değişti, sevindim, ne güzel dinliyodum amca niye beni işin içine dahil ettin ki şimdi? Sonra tekrar sordu...

Ben de bu sıralar bi Taalcoach ayarlamayı düşünüyordum. Haftada bir buluşup bir saat filan konuşuyorsun gönüllünün biriyle. Maksat konuşma yeteneğini geliştirmek. Dedim öyle bi şey yapabiliriz. Bi taraftan da çok tuhaf geliyor her şey. Sonra dedi "kocan kızmasın?" Yok dedim, kızmaz. Şaşırdım. Bizden daha Müslüman bi Hollandalı'yla mı karşı karşıyaydım aceba? Düşündü, düşündü. Bu arada telefonu yokmuş amcanın. Sonunda anladım neyi düşünüp durduğunu. Kızı daha sıradan bi insan olarak, böyle durup dururken tanıştığı insanlarla takılmasını hoş karşılamıyormuş. Sonuç olarak, numaramı verdim, kızı ilişkimizi (!) onaylarsa beni arayacak. Sanırım eşitlik olsun diye, ya da o an boşluğuna geldiği için kızının numarasını da bana verdi. Ben aramayacağım halbuki, ilk onların araması gerekiyor anlaşmamıza göre. 

Sevmiştim amcayı. Bilgelik vardı üstünde. Bi taraftan içimdeki kontrolcü boşver diyor, deli midir manyak mıdır sapık mıdır... Onu boşveriyorum, bu sefer de ruhanilikten uzak kalmayı seven tarafım  tedirgin oluyor. Çok fazla free spirit ve Kuran sözcüklerini kullandı amca. Hele ki kocan kızmasın sorusunu neden sorduğunu çok merak ediyorum. Genellikle karşılaştığı Türklerde öyle olduğu için mi? Yoksa kendi yaşam biçimi de mi hoş karşılamıyor yabancı bi bağyanla görüşmeyi. Beni cemaatine dahil etmeye çalışmasın? Beni yola getirmeye çalışmasın? Hayır demeyi beceremeyen ben de onu dinleyip kafa sallamak zorunda kalmayayım? Lütfen çok dindar olmasın lütfen, şansıma söveceğim yoksa elin Hollandalısının da mı dindarı bana denk geliyor? Niye çekiyorum ben bunları, diyerekten. Neyse, bi taraftan da merak ediyorum. Ararlarsa, illaki bi kez de olsa görüşmek isterim sanırım.

Bugünün en tuhaf haberi buydu. Yeter bence. Hayat dediğin daha fazla tuhaflığa gelmez.

O zaman kapanışı da Fuat Saka'yla yapalım:




Tabi ki bu güzelliğin de Yunancası var. Hangisi orjinali bilmem, umrumda değil: 



Muhabbetiniz bol olsun, 
Kanatlı Kedi