Çelınca karşı çok ayıp etmişim gerçekten. Bu kadar gün geçtiğinin farkında değildim. Halbuki pazartesiden cumaya geldiğimin gayet de farkındaydım ama gün dediğimiz şeyin göreceli olduğuna inanıyormuşum demek ki. İşgünü olarak 3 gün geçmiş de, çelınc günü olarak o kadar da geçmemiştir diye düşünmüşüm. Yanlış olduğunu şimdi kavradım. Önemli olan eninde sonunda kavramış olabilmek. Bi aferini hak ettim bence.
Ya bu pazartesi çalışmadım ben, Paskalya ya, u. çalışmıyordu, dedim ben de tatil modunda olayım da bi şeye benzesin... Diğer günlerde de bi türlü yetiştiremedim günlük bitirmem gereken işi, gün sonunda hep bi sırt-boyun ağrısı çektim, bilgisayar başına oturacak halim kalmadı. Bugün gittim teslim ettim, rahatladım. Haftaya pazartesi kesinkes iş günü, lamı cimi yok, dengem bozuluyor yoksa.
Bu arada geçen yazıda bahsettiğim ikinci kez regl olma hali sebebiyle doktoru aradım, asistanıyla konuştum, uzun uzun bir sürü soru sordu tarihlerle ilgili, iyi ki her şeyi kaydetmişim. Bundan sonra karar verdim, Google Takvim hesabımda sağlık konulu bi etiket oluşturcam, her türlü notu buraya yazıcam. Bugün göz damlası kullanmaya başladım mesela, şişeyi açtıktan sonra en fazla 1 ay kullanmak gerekiyor, bunu oraya yazıcam. Buna karar verince içim rahatladı, kaosa son! He bu arada asistan durumu doktora sordu, doktor asistana cevap verdi, sonra söylenen saatte ben tekrar aradım, doktorun ne dediğini sordum. Şöyle demiş: Doğum kontrol haplarını kullanmaya devam etsin, önümüzdeki ay da aynı şey olursa tekrar arasın. Öyle yapıyorum ben de bakalım.
Kaç gecedir hapşurukla uyanıp duruyordum, biraz hapşurup, burnumu silip yatıp tekrar uyuyordum. Dün 3.30'da uyandım, yine aynı şeyi denedim, yok, durmadı şerefsiz. Gittim çeşmede burnumu sildim uzun uzun, yüzümü yıkadım falan, hala hapşuruk devam ediyor. Bi taraftan uyku haliyle "acaba hapşurukla burun silmem aynı ana denk gelir de ölür müyüm?" diye endişelendim. Hapşuruğunu tutmaya çalışırsan ölürsün, gibi iddialar hatırlıyorum küçüklüğümden ve tabi ki doğru olup olmadığını hep sorguladım ama hiç araştırmadım, e tabi bu bilgi bilinçaltıma girmiş, hapşuruğu durduramadığım, kafamın en işlevsiz olduğu saatte geldi beni buldu.
Bu arada yaklaşık bir aydır evde burun spreyi arayıp bulamıyordum. Aldım gibi hatırlıyordum ama almamışım demek ki diye bi sonuca varmıştım. Dün gece o kafayla bi daha aradım, dedim eskilerden, tarihi geçmiş falan ne varsa kullanırım, tuzlu su altı üstü... Derken açılmamış paketi buldum. Dalga geçer gibi karşıma çıkacağı tuttu. Daha önceki seferlerde neremle aradıysam artık... Tam da olması gerektiği yerde, ilaç kutusundaydı üstelik.
Neyse, onu sıktım, zamanla rahatladım, sabah çişine kadar gayet güzel uyudum. Bugün eczaneye gidip göz damlamı da aldım. Artık bu konuyla ilgili yazmam diye umut ediyorum, rahat bırakıciim sizi.
Eczanede veznelerin önüne plastik-cam gibi bi şey germişler, 1 adım ilerisine de kırmızı çizgi çekmişler, onun ötesinden konuşuluyor eczacıyla, öyle gidip cama yapışmak yok. Bekleme salonunda en fazla 4 kişi bekleyebiliyormuşuz, kalanlar dışarıda bekleyecekmiş. Bir de yazı asmışlar, maske, eldiven gibi şeyler satmıyoruz diye. Marketlerde filan zaten satılmıyor. Sokakta kimsenin maskesinin olmaması son derece normal yani. Birkaç gönüllü organizasyon var, sağlık çalışanlarına, huzurevi gibi yerlere maske dikip gönderen ama o maskelerin de koronadan korumadığı için gereksiz olduğunu ileri sürenler var. Maske karşıtlığı hala hakim bu ülkede kısacası. Ama gerçekten gereksiz olduğuna inanıldığı için mi, yoksa yetersiz olduğu için mi anlayamadım.
Bi de Glow izledim bu hafta. Netflix'te bi dizi, 80lerde geçiyor ama şimdilerde çekilmiş. Hollywood'un şimdiye kadarki erkek egemen sistemine isyan olsun diye yazılmış adeta senaryosu. Çok hoşuma gidiyor. Bir sürü kadın karakter var, dolayısıyla ideal kadın ya da olması gereken kadın gibi bi karakter göze sokulmuyor. Her birinin ayrı bi özelliği var ve hepsi kendince normal. Kim ne karışır? Normal ne? gibi soruları sorup duruyor adeta her sahnede. Senaryoda her cümlede geçmişe öyle bi isyan var ki, zevkten dört köşe oluyorum. Her bi sahneyi ayrı ayrı inceleyip bi şeyler yazmak isterdim hakkında.
İşte böyle, sevgilerle der, giderim,
Kanatlı Kedi
Ya bu pazartesi çalışmadım ben, Paskalya ya, u. çalışmıyordu, dedim ben de tatil modunda olayım da bi şeye benzesin... Diğer günlerde de bi türlü yetiştiremedim günlük bitirmem gereken işi, gün sonunda hep bi sırt-boyun ağrısı çektim, bilgisayar başına oturacak halim kalmadı. Bugün gittim teslim ettim, rahatladım. Haftaya pazartesi kesinkes iş günü, lamı cimi yok, dengem bozuluyor yoksa.
Bu arada geçen yazıda bahsettiğim ikinci kez regl olma hali sebebiyle doktoru aradım, asistanıyla konuştum, uzun uzun bir sürü soru sordu tarihlerle ilgili, iyi ki her şeyi kaydetmişim. Bundan sonra karar verdim, Google Takvim hesabımda sağlık konulu bi etiket oluşturcam, her türlü notu buraya yazıcam. Bugün göz damlası kullanmaya başladım mesela, şişeyi açtıktan sonra en fazla 1 ay kullanmak gerekiyor, bunu oraya yazıcam. Buna karar verince içim rahatladı, kaosa son! He bu arada asistan durumu doktora sordu, doktor asistana cevap verdi, sonra söylenen saatte ben tekrar aradım, doktorun ne dediğini sordum. Şöyle demiş: Doğum kontrol haplarını kullanmaya devam etsin, önümüzdeki ay da aynı şey olursa tekrar arasın. Öyle yapıyorum ben de bakalım.
Kaç gecedir hapşurukla uyanıp duruyordum, biraz hapşurup, burnumu silip yatıp tekrar uyuyordum. Dün 3.30'da uyandım, yine aynı şeyi denedim, yok, durmadı şerefsiz. Gittim çeşmede burnumu sildim uzun uzun, yüzümü yıkadım falan, hala hapşuruk devam ediyor. Bi taraftan uyku haliyle "acaba hapşurukla burun silmem aynı ana denk gelir de ölür müyüm?" diye endişelendim. Hapşuruğunu tutmaya çalışırsan ölürsün, gibi iddialar hatırlıyorum küçüklüğümden ve tabi ki doğru olup olmadığını hep sorguladım ama hiç araştırmadım, e tabi bu bilgi bilinçaltıma girmiş, hapşuruğu durduramadığım, kafamın en işlevsiz olduğu saatte geldi beni buldu.
Bu arada yaklaşık bir aydır evde burun spreyi arayıp bulamıyordum. Aldım gibi hatırlıyordum ama almamışım demek ki diye bi sonuca varmıştım. Dün gece o kafayla bi daha aradım, dedim eskilerden, tarihi geçmiş falan ne varsa kullanırım, tuzlu su altı üstü... Derken açılmamış paketi buldum. Dalga geçer gibi karşıma çıkacağı tuttu. Daha önceki seferlerde neremle aradıysam artık... Tam da olması gerektiği yerde, ilaç kutusundaydı üstelik.
Neyse, onu sıktım, zamanla rahatladım, sabah çişine kadar gayet güzel uyudum. Bugün eczaneye gidip göz damlamı da aldım. Artık bu konuyla ilgili yazmam diye umut ediyorum, rahat bırakıciim sizi.
Eczanede veznelerin önüne plastik-cam gibi bi şey germişler, 1 adım ilerisine de kırmızı çizgi çekmişler, onun ötesinden konuşuluyor eczacıyla, öyle gidip cama yapışmak yok. Bekleme salonunda en fazla 4 kişi bekleyebiliyormuşuz, kalanlar dışarıda bekleyecekmiş. Bir de yazı asmışlar, maske, eldiven gibi şeyler satmıyoruz diye. Marketlerde filan zaten satılmıyor. Sokakta kimsenin maskesinin olmaması son derece normal yani. Birkaç gönüllü organizasyon var, sağlık çalışanlarına, huzurevi gibi yerlere maske dikip gönderen ama o maskelerin de koronadan korumadığı için gereksiz olduğunu ileri sürenler var. Maske karşıtlığı hala hakim bu ülkede kısacası. Ama gerçekten gereksiz olduğuna inanıldığı için mi, yoksa yetersiz olduğu için mi anlayamadım.
Bi de Glow izledim bu hafta. Netflix'te bi dizi, 80lerde geçiyor ama şimdilerde çekilmiş. Hollywood'un şimdiye kadarki erkek egemen sistemine isyan olsun diye yazılmış adeta senaryosu. Çok hoşuma gidiyor. Bir sürü kadın karakter var, dolayısıyla ideal kadın ya da olması gereken kadın gibi bi karakter göze sokulmuyor. Her birinin ayrı bi özelliği var ve hepsi kendince normal. Kim ne karışır? Normal ne? gibi soruları sorup duruyor adeta her sahnede. Senaryoda her cümlede geçmişe öyle bi isyan var ki, zevkten dört köşe oluyorum. Her bi sahneyi ayrı ayrı inceleyip bi şeyler yazmak isterdim hakkında.
İşte böyle, sevgilerle der, giderim,
Kanatlı Kedi