Nisan'ın yedisi, çelıncın ondördü. Zamanın bu kadar hızlı geçmesine isyanım var yine. Arada bir geliyor. İçimde büyüyemeyen bi ergen var zaten, bi bahane olsa da isyan etsek diye pusuya yatmış bekliyor. Büyü de gel çocuk, büyü de gel, diyorum kendime. Çünkü o tam bir ergen, içimdeki çocuk falan diye işi romantikleştirmeye kalkmanın manası yok:)
Miyazaki'nin hayatının on senesini anlatan belgeseli izledim. Daha önce paylaşmıştım linkini sanırım. Ama üşenmedim bi daha buldum bak burda. Huysuz, yaşlı, yaratıcı bir amcaymış. İzlediğim filmlerin arkaplanında neler döndüğünü görmek çok ilginçti. Yine bir şeyler üretmek için odaklanabilen, kendine bi rutin oluşturmuş, bi amaç edinmiş, hayatını anlamlı kılmış insanlara özendim. Oğluna olan acımasızlığına hem üzüldüm, hem de iyi dedim, hayatta "yapamıyorsan bu işi bırak" diyen birilerinin olması da güzel, birilerinin de bunu demesi gerekiyor. "İstersek her şeyi yapabiliriz" naifliği mi desem, şımarıklığı mı... Bazen ben de uyuyorum bu akıma ve her seferinde göt olup kalıyorum. Bazılarımız da bazı şeyleri yapmasın. Bazılarımız da büyük büyük şeyler başarmayıversin, büyük büyük hedefleri olmasın... Bu büyüklük arayışında eriyip gidiyor bazen günlerimiz.
Sofi'nin Dünyası'nı bitirdim sonunda. Keşke benzeri bi kitabım olsaydı da hemencik başlasaydım. Yok sanırım, yine Sibel K. Türker'in bir kitabına, Hayatı Sevme Hastalığı'na başlayacağım sanırım. Sesli kitap olarak da Suç ve Ceza'ya başladım Youtube'da. Nebi Kaya isimli bir hesapta okuyorlar. Çok güzel bir ses. Kitap da Dostoyevski'nin neden Dostoyevski olduğunu hatırlattı.
Yine, Dostoyevskili, Miyazakili, bu insanlarla benim aynı oksijeni soluyor olmamız mümkün mü, adil mi, diye düşündüğüm bir günden, hepinize selam ederim,
Kanatlı Kedi
Miyazaki'nin hayatının on senesini anlatan belgeseli izledim. Daha önce paylaşmıştım linkini sanırım. Ama üşenmedim bi daha buldum bak burda. Huysuz, yaşlı, yaratıcı bir amcaymış. İzlediğim filmlerin arkaplanında neler döndüğünü görmek çok ilginçti. Yine bir şeyler üretmek için odaklanabilen, kendine bi rutin oluşturmuş, bi amaç edinmiş, hayatını anlamlı kılmış insanlara özendim. Oğluna olan acımasızlığına hem üzüldüm, hem de iyi dedim, hayatta "yapamıyorsan bu işi bırak" diyen birilerinin olması da güzel, birilerinin de bunu demesi gerekiyor. "İstersek her şeyi yapabiliriz" naifliği mi desem, şımarıklığı mı... Bazen ben de uyuyorum bu akıma ve her seferinde göt olup kalıyorum. Bazılarımız da bazı şeyleri yapmasın. Bazılarımız da büyük büyük şeyler başarmayıversin, büyük büyük hedefleri olmasın... Bu büyüklük arayışında eriyip gidiyor bazen günlerimiz.
Sofi'nin Dünyası'nı bitirdim sonunda. Keşke benzeri bi kitabım olsaydı da hemencik başlasaydım. Yok sanırım, yine Sibel K. Türker'in bir kitabına, Hayatı Sevme Hastalığı'na başlayacağım sanırım. Sesli kitap olarak da Suç ve Ceza'ya başladım Youtube'da. Nebi Kaya isimli bir hesapta okuyorlar. Çok güzel bir ses. Kitap da Dostoyevski'nin neden Dostoyevski olduğunu hatırlattı.
Yine, Dostoyevskili, Miyazakili, bu insanlarla benim aynı oksijeni soluyor olmamız mümkün mü, adil mi, diye düşündüğüm bir günden, hepinize selam ederim,
Kanatlı Kedi