20 Ağustos 2017

Kitap: Üç Beş Kişi (Adalet Ağaoğlu)


İlk Baskı: 1984
Everest Yayınları
1. Basım: Ekim 2014



"Yeni bir şeye başlamak, yeni bir hayat mıdır?"

Her pazartesi diyete başlamak, yeni bi deftere başlamak, yeni bi bloğa başlamak, zumbaya başlamak, yeni bir dil öğrenmeye başlamak, yeni bir işe başlamak, yeni bir okula başlamak...

Ya da eskileri bırakmak?

Eski kıyafetlerden kurtulmak, eski yeme alışkanlıklarını bırakmak, pineklemeyi bırakmak, sigarayı bırakmak, şekeri bırakmak, eski arkadaşları bırakmak, eski hastalıklı ilişkiyi bırakmak, bi yazarı sevmeyi bırakmak...


----

Söğüt ağaçlarını niye sevdiğimi fark etmemi sağlayan kitap.


----


7 - "Her sabah erken kalkmalıyız. Yüzümüzü yıkar yıkamaz kültürfizik yapmalıyız. Uzun uzun koşmalıyız. Gülle atmalıyız, engeller aşmalıyız; derin derin soluk almalıyız... En önemlisi de, paçamıza mızmızca sarılıp duran şeylere sırt dönmeliyiz..."

9 - Sanki koşunun en hızlı anında önlerine bir atlıaraba hiç çıkmadı, sanki hiç aşık olmadılar, sanki çok saydıkları bir dayının ihanetine hiç uğramadılar, günün birinde almamış gibi yapamayacakları bir telgrafı hiç almadılar...

13 - Deniz, ortadan ayırıp ensesine sıkıca topuz yaptığı saçları, çok ustaca boyandığı için hiç makyajsızmış izlenimi veren yüzüyle çok hoştu. Yine de insanda çekinme duygusu yaratıyprdu. Kocası gibi o da "kendine güven" denen şeyin bir simgesi.

17 - Her şeyi yaşadığını sanıp da, özlemle ilk kez ve pek yaman biçimde tanıştığını ele veren bir yüz.

19 - İnsanın yaşamında, hoşnut edilmeye değer üç beş kişinin kalmış olması az şey midir?

Murat da onları sevindirebilirdi. Onlar ise, bir kez olsun kendisine güvenebilirler. İçlerinden "Ya Murat olmasaydı?" diye geçebilir. Böylece, Murat'ın da bu yeryüzündeki varlık nedeni anlaşılmış olur. Dünyaya salt hayal denizlerinde yüzmek, kimseleri sevindirememek, somut hiçbir şey yapmamak için gelmemiştir; otuzlarında, -biraz geç de olsa- olağanüstü bir buluşmayı gerçekleştirmek için gelmiştir.

20 - ...fakat Ufuk'un kimbilir anlatacak ne çok şeyi vardır. Bizi kendi gözümüzde küçültecek, minicik toz zerreleri haline getirecek kadar çok.

21 - Fakat, önünde sonunda işte herkesin bir evi, yuvası, çoluğu çocuğu oldu. -Felsefe okuyan toparlak delikanlı da... Doktora yapmış, Tarih asistanı hanım hanımcık bir kızla evlenmiş.Ören'de yazlık ev almışlar.- Herkesin bir işi, toplumda bir yeri var. Hepsi yirmi beşlerini de geçti artık. Otuzlarına merdiven dayadı. Ben de işte neredeyse otuzumdayım. Dün küçümseniyordum, bugün de küçümseniyorum. Hep o 'doğru yol'un dışında...

22 - Hiç harcamadı ki, hep biriktirdi.

32 - Kızılderililerden sağ kalanlar olabilirdi. Kendilerine geldiklerinde tüylerini arayabilirlerdi. Tüylerinin yitmesinden, Murat'ın şorlayan kanını sorumlu tutabilirlerdi. Gelgelelim Murat yine yanılmıştı. Kızılderili'nin biri, kendine gelince, tüylere saldıran Murat'ı görmüş, onu yengin zamanların bir fırsatçısı sanıp, okunu sırtına doğrultmuştu. Murat, elinde bir demet Kızılderili tüyüyle geri döndüğü zaman, okun ucu tam göğsüne nişanlanmış oldu.

47 - ...Kısmet bu kenti yaşamadı. Uzaktan baktı, şaştı, öfkelendi, kırıldı, en kötüsü bu kentten ürktü.

49 - Neden sonra karısını uyandıracak, emekli öğretmen sesiyle, "Çocukçağız tehlikede miydi acaba? Darda mı kaldı? Alsa mıydım içeri?" diyecektir. Alsa bir türlü, almasa bir türlü. Zaten, alsa / almasa, olsa / olmasa arasında iş işten geçti.

57 - İlkyaz. Porsuk'a değen, o kirli suyu bile usul okşamalarıyla güzelleştiren söğütlerin ince, gümüşssü yaprakları.

61 - Hala öğrenci Murat... Bir fakülteden cayıp ötekine giderek: Artık hangisine puan tutturursa. Zaten ne fark eder? Hangisinde doğru dürüst ders yapılıyor ki?

61 - Demek, halk uyanmış, kadınlar da özgürlüklerine kavuşmuşlardı?

80 - Fazla yumuşaksın. Gözgöze geldiğin hiçbir canlıyı yok sayamazsın.

85 - Ne tuhaf, karçiçeklerinden onca duyarlı bir sesle sözaçan adamın tetiğe dokunan parmağı hiç titrememişti.

94 - Kardelen, Tahir'le Ufuk arasında bir karşılaştırmayı neden yaptığına şaşıyor. Ufuk'u çok özlediğini anlıyor, bundan ötürü Tahir'e karşı bir suç işleyip işlemediğini düşünüyor, ama hayır; Murat'ı yüreğinde bir dinginlikle anımsarken de, Ufuk'a derin bir özlem duyarken de, Tahir'e sevgisinde hiçbir eksilme olmadığını biraz şaşırarak anlıyor. Babası, Özgür ve ötekiler, hepsi şimdi burada olsalar; kim arkadaş, kim kardeş,  kim sevgili, kim anı; aynı yürekte hepsine bol bol yer var... En gençleri Özgür. Onunla biraz uğraşmak gerekiyor. Sevildiğine inanması...

97 - Yanlış bir şey yapmaktansa, hiçbir şey yapmaz... Nasılsa şarkılar besteler... Onlar da ürkek... Bunca bir burnu büyüklük.

99 - ...babam bile kırk yıllık dostuyla, onun sokaktaki adamla olduğu kadar yakın değildi.

107 - Kısmet, acımayla sevmeyi birbirine karıştırır durur.

111 - Kocasının altı çizilmiş satırlardan nem kapıp, abuk sabuk laflar ederek sinirlerini yerinden oynatmasını istemiyormuş.

149 - Deniz güzel konuşur. Ama hep heyecanlıdır. Bütün çizgiler, renkler 'harika'dır onun için. Her şey 'harika'! Büyükbaba nasıl? Ama ne yapılabilir ki? Çok yaşlı. Yaşamsa sürüyor. Ateşi nasıl? Demek normal. Harika. Akşamüstü döndüm, istediğim renkleri tutturabildiler. Desenler bir harika!.. O mavileri, yeşilleri bir görsen Kısmet! Sana da bir örneğini getirdim. Bayılacaksın. Banyolar, hatta mutfaklar için bile nefis!.. Ferit'le konuştum. Zeynep'i yatırdım. Kendim de bir duş aldım. Biraz uzandım. Yorgunluktan bitmişim. Yolda, günbatımı bir harikaydı!.. Sahi, saat kaç kuzum?

158 - Kimse okuduğunu işe yaratamaz, bu yaratıyor maşallah...

161 - "Siz köylüyü yerinde tutmak istersiniz, şehirde de kendiniz oturursunuz. Ben, köylüyü şehirli edeceğim"...

167 - ...Hacı Süleyman Çakır Caddesi...

183 - Noo, no efendim, bunlar sohbet için içmioorlar, içmek için sohbet eder görünüoorlar!..

188 - Batılılaşmayacak mıydı? İşte, yeni Türkiye Cumhuriyeti için, hazırına, sözde Batılılaşmış saray çevresi artıkları... Yabancı devlet adamlarının ziyaretlerinde, onlar onuruna verilen şölenlerde, balolarda bu topluluk gerekliydi. Uygarlık yarışının yüzakı topluluğu.

202 - ...büyük kentlerde bu türden kadınlarla 'aşk hayatı yaşamak', geçmişte gizlilikle yürütülen bu türden ilişkileri bu kentte, özellikle açık biçimde yaşayabilmek, en büyük özlemleriydi. Sanki bu, politik güçlerinin olduğu kadar, işadamlıklarının da zorunlu kıldığı bir şeydi, yeni konumlarının gereğiydi. Anneler, karıları, bıraktıkları yerde, başlarında kar gibi tülbentleri, sabah akşam, ölenler ve günahlar için dua etmeli, erkeklerinin yeni gömleklerini kolalamalıydılar.

214 - İşte Azra, özgürlüğünü kanıtlamak için, kocasını buzluktan buz çıkarmaya koşturuyor.

220 - "Bir mektuptan medet umup alanlarda ölmeyi göze alma romantizmi ne işe yarayabilirdi ki? Hiç... hiç... hepsi hiç!..."

221 - ...arabanın radyosunda bir kez daha devletin ürkek, kararsız, ancak 'huzur' diye inleyebilen cılız sesi işitiliyordu. De Gaulle, Amerika'ya, NATO'ya ve Avrupa Birliği'ne karşı tavır almıştı. Yılların katı ve tutucu askeri, Komünist Çin'i tek başına tanımaya kalkmıştı. Nükleer denemeleri durdurma anlaşmasına katılmayı reddederek vatandaşlarının bile kendisini anlamasını güçleştirmişti. (...) devlet radyosu, hala, Başkan Kennedy'nin kurban gittiği suikastı, hiç yorumsuz, bir polis olayı gibi veriyor; Kruşçev'in birdenbire düşürülüp tarihin karanlık sayfalarına sımsıkı kilitlenişi ardından, yedi sekiz yüz milyonluk Komünist Çin'in ilk atom bombasını patlatmasını, Kayseri Cezaevi'ndekilerindekilerin bir gecede boşaltılmasını ne kadar önemsiyorsa, o kadar önemsiyordu. NATO'ya, CENTO'ya nasıl olsa sımsıkı bağlıydık ve nasıl olsa ABD dış politikada izleyeceğimiz yolu bize gösterirdi. (...) Yeni anayasanın getirdiği bir takım yeni özgürlükler, ilkağızda, Kayseri Cezaevi'ne kapatılanların salıverilmeleriyle sonuçlanmıştı. Arabanın radyosunda spikerin nekadar şaşkın bir sesi vardı!

225 - Zengin bir adamın karısı olmaktan gelen özgürlük lüksü.

234 - İşte şimdi Kısmetçikten ne ayrımı kaldı Sedat'ın? Çok yetişmiş, çok ayrı yerlerde iki kişi, nasıl oluyor da aynı noktada buluşuyorlar!..

236 - -Hem Murat beni istemez ki. Onun...- Bir defasında gözleri dolmuş, "Murat'a ayak bağı olurum dayı" demişti inlercesine.

241 - Onun, kendini çeviren sınırları bir türlü aşıp dışına çıkmayacak ezik, küskün dünyası...

242 - Ferit, onun bu evecen açıklamalarda bulunurken şişen boyun damarlarına bakıyor: Bazı kadınlar güzel bir çilekli turta yapabilmiş de olmaktan acaba neden hep böyle korkarlar?

243 - İlk defa bu türden şakalaşmalarda bir tatsızlık, anlamsızlık; dayanılması güç bir yüzeysellik buluyor.

244 - Cinsel özgürlüğüne sahip çıktığını kanıtlamak adına, içine düştüğü çocuk beceriksizliği. Kafasındakiyle gövdesi, geçmişle şimdi arasında bir uyum sağlayabilmek için verdiği savaş.

244 - O ise fazla istekli, ha desen boşalacak da, benim gelmemi beklediği için boşalamıyormuş, boşalınca da bir daha duramayacakmış, hiç doyamayacakmış gibi; sözümona böyle azgın kadın rolüyle hep sahnededir.

245 - ...ne eksik, ne fazla; yeterince etli bir kadın gövdesi.

250 - Dostlarını olduğu gibi kabul edebilen, benim kendisine yapışıp durmama da hep saygı göstermiş olan Ferit, bakarsın bununla yetinmez, "Hepinizin canı cehenneme!" diye haykırabilir. Kapıyı vurup çıkabilir. Böylece o hoşgörülü, ozan yapılı Ferit efsanesi de sona erer. Denesem mi? Biraz daha dürtsem mi?

252 - Hiçbir şey yapmadığı halde, pek çok şeyi kötü yapan yalnız kendisiymiş, bundan ötürü de, bütün o kötü şeylerin hesabı kendisinden sorulacakmış gibi bir ürküntü, çekiniklik içinde yaşamıştır. Kendi bunalımını başkasının bunalımı gibi sunmamıştır.

261 - Ona, yeni anayasamızın bireye verdiği özgürlük benzeri özgürlükler öneriyorum. Gücünü kandan almayan... Kısmet'e tek başına kişi özgürlüğü uzatıyorum. Onu kullandığı zaman çekeceklerini de ben ödemeyeceğim üstelik.

262 - siz öyle dediniz, diye değil... Ben bazan böyle ağlarım... Neden, bilmiyorum...

264 - ...burada o kadar çok ayna var ki, gövdemi bir türlü bulamıyorum anne!..

268 - "Niçin sanayileşmek istedik? Ferit bu kadar yıl neden bunları anlatmaya çalıştı? Devlet eliyle kalkınmanın daha kötü bir yol olduğuna inandığı için mi, yoksa gerçekçi olduğu, sermaye işbirliğindeki devlet ayıbını örtmek için mi?"

269 - Başkentte, şimdi burada, toplumdaki konumları başkalarını aydınlatmak olan bütün bu eski okul arkadaşları, asıl onlar, sanki yabancı bir ülkede, bilmedikleri bir evde, pek çok ayna arasında gövdelerini yitirmiş de bulamıyor gibiler.

269 - Soluk renkler böyledir. Kendilerini gözümüze gözümüze sokmazlar. Arıçiçeklerini biz seçemeyiz, karçiçeklerini de. Azralar... Onlar ararsa, hemen koşarız. Pastelleri seçmekten nekadar uzağız.

271 - "Solcular vatan evlatlarımızı, adamlarımızı, işçilerimizi vuruyor" diye orada burada yaygarayı bastı şekerci de.

271 - Güç olan, bu zifir karanlıkta, elyordamıyla katilin tam kendisini bulmak.

276 - Gecenin sonuna doğru, oracıkta Selmin'i elinden tutup kaldırışım... Murat'ın şaşkın, yıkkın bakışları önünde, "Sonra görüşürüz" diye çekip gidişim. Selmin, sürükleniyordu. En küçük bir direnme göstermeksizin. Sonra Murat'ı alkol komasından hastaneye kaldırmışlar.

276 - Ben sadece insanım, diyor, gerçekçi bir insan!

306 - Bana gülmesini de göze almıştım. Yakın görünüşü altındaki uzaklığını...

306 - Beni aramadı. Benim de onları aramam gerekmiyor işte. Merak ederler, diye üzülmem, geri dönmem gerekmiyor. Dayım merak bile etmedi, beni aramadı. Hem sürekli unutlmak, hem sürekli göz önünde tutulmak. En kötüsü bu. Evet efendim, hiçbiri yoklar! Murat yok, dayım yok, eşim yok, annem de yok, halam, eniştem de yoklar... Evim yok, namusum...

310 - Beklemek. Eskişehir'de beklemek. Hep, yeni bir şey oldu, olacak umuduyla otuzuna gelmek ve geçmek.

319 - Ferit Dayı'mla ne hoş itişip kakışır. Her konuda ona laf yetiştirir. Düşüncelerini birbirlerine anlatabilmek için gerekirse horoz gibi dövüşürler. Onlara imrenirim. Ben hiçbir düşüncemi dışa vuramam, vursam da kimse dinlemez. O zaman böyle, hep içimden konuşa konuşa...

322 - Murat konuk mu? Yabancı mı? Gözümün bebeği. Asıl konuk, Orhan...

323 - ...sarışın teni renksiz, kupkuru, tozlu bir bozkır.

323 - Neden en sevinilecek anlarımızda bile sevinemedik?

325 - Kendisini çocukken sevdiğim, uğrunda ölebilecek kadar sevdiğim gibi sevmemem gerektiğini bilemezdi.

329 - Kendilerine gösterdikleri özen, orada ya fazla, ya eksikti sanki. Olmayan, tutmayan bir şey vardı.

331 - Oysa sabah olup ortalık aydınlanınca, günlük yaşam patlayınca, insan cayıyor, erteliyor. Yeniden 'yarın sabah' diyor; sabahla yüzyüze gelinince de geceleyin alınan kararlar uygulanamıyor.

331 - Gerçekte benim de bir süre yalnız kalmam gerekirdi. Kendi başıma bakalım, ne yapıyorum, ne yapamıyorum; elimden ne geliyor, ne gelmiyor; görmeli, öğrenmeliydim. Ben neyim? Gücüm ne? Bunu öğrenemedikten sonra, ha binmişim bu trene, ha binmemişim.

331 - Benim kendi gücüm ne? Bunu hiçbir zaman tam bilemeyeceğim demek?

332 - Ufuk, nekadar ayıplamıştı beni, "Kardeşin bile çok daha anlamlı bir şey yapıyor; sevdiği kadının peşinden gidiyor. Sen böyle bir şeyi de beceremeyeceksin Kısmet. Hep işin kolayına kaçacaksın. Yaşamak yürekliliğini gösteremeyeceksin. Evet, çünkü yaşamak zor zanaat. Bunu sonuna dek göze alamıyorsun. Zaten sevdiğinle de sonuna dek gidemiyorsun" demişti.

333 - Zaten benim bir işe girmem, gerçekten muhtaç birinin işsiz kalması demek değil midir? Ama herkes pasta yapamaz, ilik açamaz. Ben de onların işini yapamam... Fakat benim ardımda geçindirilecek kimsem yok, kimse bana muhtaç değil!..

334 - Kaç muhtaç insan varken iş aramaya, iş istemeye utanmıyor musunuz? Evlilik takılarınızı da çantanıza atıp nereye kaçıyorsunuz bakalım? O kadar aç, işsiz insan varken, sizin derdinizle uğraşacak değiliz. Dön geri!.. Duydunuz mu memur bey, kendini tanımak istiyormuş, anlamlı bir hayat istiyormuş; bu nerede bulunur, yenilir mi, içilir mi? Hah hah hah!..

334 - Okumalıymışım, ama okuduklarımı unutup gitmeliymişim! Üstümde hiç izi kalmamalıymış. O zamanlar da haykırmak isterdim: Dolmayı doldur, tatlıyı yap, salatayı hazırla, fakat yenmesin, öyle mi? Yemesene!..

339 - Çocuklar, Çıplak Kral'a ve terzisine çok güldükleri halde sevinçleri nekadar çabuk tükeniyor! -az sonra yine birbirleriyle itişip kakışmaya başlamışlardı...

346 - Kocaman bir akkuş olsa, kanatlarına binip gitsem! Ya Ufuk birlikte olduğumuzu, ona kendimi öptürdüğümü herkese söylerse?

349 - "Benimle gelsene. Yaşamın çok daha anlamlı olur."

349 - Şimdi otuz üçümdeyim ve iki yanımda hiç açılmamış kanatlarım.

350 - Beni hoş, temiz, fazla titiz ve uysal buluyorlar. Sonra çarçabuk unutuyorlar. Benim şarkım yok. Karçiçeklerim de yok.

351 - Kısmet o gün, kendisinin de bir işe yaradığını, hayatın bir anlamı olduğunu düşünmüştü. Mutluluğa benzer bir şey duymuştu yine. Bu duyguyu, yakaladığı her anda hemen yitiriyordu. Güven sürmüyordu. Ne kendisine, ne başkalarına.

351 - Azra Hanım, omlet sarmalı pilavın nasıl yapıldığını sormuştu Kısmet'e. Tarifini bir köşeye yazmıştı. Yazdığı kağıdı masada unutup gitmişti sonra.

352 - Ferit Dayısının biraraya getirdiği bütün bu insanlar da birbirlerine güvenmiyorlardı. (...) Ortak noktada birleşen iki kişi bile yoktu sanki.

355 - Kimini de yazarı elinden tutup çıkarırdı kuyusundan. Galiba tek başına kurtulanlar da hep yazarı tarafından kurtarılanlardı. Onlara fazla inanmadım. Ben en çok yeni hayatına ölümle başlayan roman kahramanlarını sevdim. İnsanın kendi kendine yeni bir hayatın içine doğru yürümesini, ölüme yürümekle eşdeğer, onun kadar gözüpeklik isteyen bir iş olarak gördüm. En fazla da bunları inandırıcı buldum.

356 - Yeni bir şeye başlamak yeni bir hayat mıdır?

356 - Trene, üç beş saatlik bir yolculuğa, geçmişteki üç beş kişiye belbağlayarak mı yeni bir hayatım olacak?