03 Eylül 2017

Kitap: Demokrasi ve Totalitarizm (Raymond Aron)

Çeviren: Vahdi Hatay
Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri:3
Milli Eğitim Basımevi
Birinci Baskı, 1976


Sosyoloji okumayı özledim. Bourdieu'nun Dünyanın Sefaleti'nin dışında, sosyolojiyle alakalı bir şey okumuyorum son zamanlarda. Hep roman, günlük, yani edebiyat, arada bir de tarih... Dünyanın Sefaleti, sosyolojinin uygulama kısmına çok güzel bir örnek. Üstelik sosyolog olmayan insanlara da dert anlatmayı amaç edindiği için rahatça okunuyor, roman gibi akıp gidiyor. Fakat işin teorik kısmı, fikirlerin gelişimi, sosyolojinin dünyanın gidişatıyla etkileşimi, yani sosyolojinin tarihsel arkaplanı eksik kalıyor.

Bu açlıkla evdeki sosyoloji kitaplarıma gözatmaya cesaret edebildim. Ordan burdan toplamışım, günün birinde okumak için. Kimisini ders kitabı olarak mecburen almışım, kimisinin yazarını o mecburi kitaplarda duymuşum, uygun fiyata denk geldikçe kitaplarını almışım... Kimisini buraya geldikten sonra, Türkçe kitap bulamama korkusuyla fiyatına bakmadan atıvermişim sepete. Sonuç olarak kitaplığımın çoğu sosyoloji diye haykırır olmuş. Kitapların hepsi birbirinden ilgi çekici. Fakat başlayıp başlayıp yarım bıraktığım çok olduğu için, hep çekinmişim yeni birine başlamaya.

Baktım böyle giderse sonsuza kadar o raflarda durup duracaklar, dedim ki kendime, kütüphane oluşturmanın amacı ne? Bütün kitapları tek tek okuyup bitirip, rekor kırmak mı? Yoksa merak ettiğin konularda cevapları içerme ihtimali olan kitapları elinin altında bulundurmak mı? Evet, mantıken ikincisi. Bunu bilsem de, bu mantıkta okuma yapmayı bi türlü beceremilyordum. Sonunda, bu yazıya konu olan kitapla birlikte becerdim.

Aron'un Sosyolojik Düşüncenin Evreleri'ni Sosyoloji Tarihi dersinde okumuştuk. O yüzden, sahafta görünce alıvermişim Demokrasi ve Totalitarizm'i de. Neyseki üstüne not almışım aldığım kitapçıyı, GS Lisesi'nin yanındaki sokaktan Cezayir Sokağı'na inerken sağda bir sahaf-bar vardı. Eskiden sadece sahaftı. Yeni halini de çok sevmiştim. Memleket hasreti o sokakta, kitaplığın karşısındaki o masalarda, sokakta bağıra bağıra şiir okuyan delide, 50lik kelimesinde saklı benim için... Çok özledim be kedi...

Neyse, duygusallığı başka yazılara bırakalım...

Bu kitabın sadece girişini ve sonucunu okudum. Böyle yarım okuyunca unutma ihtimalim üç beş katına çıkıyor, zaten unutkan bir bünyem var. O yüzden alıntıları buraya kaydetmek şart. Arada bi dönüp okuyorum, işe yarıyor.

Şimdi, girişle sonuç arasındaki sayfalara daha sonra dönmek üzere bu kitabı kapatıp, merak ettiğim diğer sosyolojik kitaplara dalacağım.

Sevgilerle, lilililerle...



Giriş

VIII - Nasıl Hitler başbakanlığa başkan Hindenburg tarafından çağırıldı ise, Rene Coty tarafından aday gösterilen general de Gaulle de Fransız Milli Meclisi tarafından usulüne uygun olarak başkanlığa getirilmiştir.

VIII - Cezayir Fransızlarının ve ordunun baş kaldırmalarını arzu etmede veya tertiplemede, general de Gaulle yalnız değildi...

IX - ...Fransa bir kere daha, 19. derste yer alan deyimle "kanuna uygun hükümet darbeleri sanatında" uzman olduğunu ortaya koymuştur.

IX - "Yüzyıla tamamiyle uyması için" IV. Cumhuriyetin önünde aşacağı ancak iki engel kalıyordu: bunlardan biri, sonuçları Fransızların parlamento usullerine karşı duydukları ezeli nefretin belirttiği kadar olmasa da, bakanlıklarda ceryan eden ve "hukuk devleti"ni yabancıların gözünde gülünç hale sokan o oyunlara son vermek; öteki de, Cezayir çatışmasına bir çözüm yolu bulmak, zamanın zihniyetinin, iki Büyüğün sömürgeciliğe karşı oluşlarının ve Fransa'nın İkinci Dünya Savaşı sonundaki güçsüzlüğünün birlikte empoze ettikleri sömürge durumuna son vermeye razı olmak.

X - 1789'dan beri, Fransa'nın itiraza uğramamış bir rejimi, sayısı az ve teşkilatlanmış partileri, yazılı olmayan, ama uyulan parlamentarizm ahlakı, parlamenter bir rejimde dayanıklı hükümeti hiç olmamıştır. İki yüz yıldan beri, kendi kendini islah etmiş bir Fransız rejimine de raslanmamıştır.

X - Fransızlar "imparatorluğun batmasını" veya Büyük Devletlerin karşı konulmaz bir biçimde empoze ettikleri "sömürge durumuna son vermeyi" yanlış olarak rejimlerine bağlıyorlardı. Aslında, IV. Cumhuriyetin Cezayir'i muhafaza etmede değil, onu gözden çıkarmada aczi olduğunu söylemek daha doğru olurdu.

XI - De Gaulle'e körü körüne uyanların tersine, fikirlerine bağlılığı bir kişiye bağlılığın üstünde tutmuş olanlara sempati duymamak elimden gelmez.

XI - V. Cumhuriyetin rejimi politika bilimcilerinin klasik olarak ayırdıkları tiplerin hiçbirinden değildir, ne (en iyisi İngiltere'de uygulandığı kabul edilen) parlamenter hükümet, ne de (Amerika'daki uygulaması hep anılan) bir başkanla yönetilen hükümet cinsindendir. Bu rejim bir çeşit parlamenter imparatorluğa dönüştür...

XI - 1958'den beri işlediği şekliyle rejim, özden Gaulisttir, demek istiyorum ki ona gerçek anlamını veren, Anayasanın metninden çok Devlet başkanının şahsıdır.

XII - Artık ışıklar, bütün bir ulusun kaderini kendi kaderi içine alan, meşru krallardan hiçbirinin olmadığı kadar güçlü, ama meşruluğunu halktan alan, iradesini seçimlerden çok referandumlarda belirten bir tek adamın üzerine yöneltilmiş bulunuyor.

XV - (Sovyetler Birliği'nde) İçerde ise, artık, iktidarı ele geçirme hareketine, iç savaşa katılmamış, bir önceki rejime karşı ayaklanmanın değil, rejimin kendisinin yetiştirdiği üçüncü kuşağın adamları tarafından yöneltilmektedir. Bu adamlar, Stalinvari planlama metotlarının karmaşık bir ekonominin ihtiyaçlarına uymadığını artık bilmiyor olamazlar.

Sonuç:

Rejimlerin Kusuru Üzerine:

342 - En iyi organize edilmiş politika, oligoğolü duopole, yani iki partinin rekabetine çevirir. Rekabet ne kadar iyi organize edilirse, bir bakıma, o kadar az demokratik olur, sade yurttaşın tercih imkanı o kadar azalır.

344 - Tekelci parti rejimleri, özellikle komünist rejimler, sürekli ihtilal rejimleri olmak eğiliminde olurlar. Hedeflerine ulaşıncaya kadar, sürekli ihtilalde olmaktan şeref duyarlar.

344 - Büyük Amerikan şirketlerinin, tıpkı Sovyet kamu teşebbüsleri gibi, bürokrasileri vardır.

346 - Anayasaya bağlı - çoğulcu rejimler ya aşırı oligarşiyle, ya aşırı demagojiyle ve aşağı yukarı her zaman etkililik kısıtlamasıyla kusurludurlar. Aşırı oligarşiyle kusurlu oldukları hal, parti işlemesi gerisinde bir azınlığın mutlak gücünün gizlendiği zamandır; aşırı demagojiyle kusurlu oldukları hal, partizanca mücadelede, grupların kolektif gerekleri kamu yararının anlamını kaybettikleri zamandır. Etkililik kısıtlamasıyla da kusurlu olurlar, çünkü, bütün grupların kendi yararlarını koruma hakkına sahip bulundukları bir rejim, radikal tedbirleri nadiren alabilir.

347 - Seçimler seçim olarak bir anlam taşımıyorsa, anayasaya bağlı şekillerin bir anlamı yoksa, Sovyet rejimi seçim veya bir meclis toplama denilen törenleri neden sürdürüyor? Seçimler bu usulün faziletine sunulan bir saygıdır. (...) Toplum henüz mütecanis değildir, toplumun mütecanis olacağı gün, başka biçimde davranılacaktır deniliyor.

349 - Tekelci bir parti rejimini kesin bir biçimde ve fikir olarak doğrulamak mümkün olabilir mi? Bu doğrulama Spengler'den alınabilir. Yırtıcı hayavan olarak insan, özünden zorludur ve bu zoru elemek isteyen rejimler, gerçekte, gerileyen rejimlerdir. (...) Anayasaya bağlı ve eşitçi olan rejimler, gerilemenin işaretidirler.

350 - Çağdaş toplumlar rasyonelleşmiş ve barış sever olmuştur. Spengler'in antropolojik inanışı, ortaklaşa iş görmeyle tanımlanan, kişiler için şans eşitliği veya hiç değilse herkes için asgari öğretim isteyen sınai toplumların tabiatına çok aykırı düşer.

352 - Politik her insan bilir ki hem bir parti adamı hem de bir ilim adamı olunamaz; bu da, parti adamı olunca, her zaman gerçeğin söylenemeyeceğinin bir çeşit itirafıdır.

352 - Yarışma kaçınılmazdır, çünkü artık Tanrı veya gelenek tarafından gösterilen yöneticiler yok. Doğuş itibariyle meşru görülen yöneticiler artık mevcut olmayınca, meşru yöneticiler bir yarışmadan olmazsa nereden çıkarlar?

352 - İkinci olarak bütün yurttaşların politik hayata bilkuvve katılmaları esastır. Şimdiki seçimler belki yurttaşların Devlete genel katılmalarının geri bir biçimidir, ama onun gerçekliğe dönüşebilecek bir sembolüdür.

353 - Paul Valery'nin nükteli itirazını bilmiyor değilim: Politika uzun süre insanların kendilerini ilgilendiren hususlara karışmalarını önleme sanatı olmuştur, şimdi ise bilmedikleri üzerinde onların düşünüşlerini sormaya dönüştü. Formül parlak, ama insanlara düşünceleri sorulmazsa, hep bilgisiz kalacaklardır. Bu tür bir rejim, onlara düşünceleri sorula sorula bir gün bilme şansı verileceği umudunu yaratıyor.

353 - Kolektif kaynakların dağılımı veya işin teşkilatlandırılması üzerindeki tartışma, yurttaşlar arasında makul ve açık bir biçimde yapılabilir. Dış politikanın güdümü üzerindeki tartışma, ne yazık ki güçtür.

354 - Hürriyet önce, Montesquieu'nün diliyle, yurttaşların, kanunlara saygılı oldukları zaman tedirgin edilmeyecekleri güveni, garantisi anlamına gelir. Hürriyet sonra, yurttaşlar için, Devletin nasıl düşünmeleri yolunda baskısı olmadan konuların hepsi veya çoğu üzerinde uygun gördükleri düşüncelere sahip olma hakları anlamına gelir. Jean - Jacques Rousseau'nun anlayışında, hürriyet kamu işlerine, yönetici seçimine katılma anlamına gelir, öyle ki Devlete baş eğen kişide kendine baş eğdiği duygusu olsun.

357 - Kısa bir dönem sonunda, komünist parti üyelerinin gelirlerini kısıtlamadan vaz geçilmiştir. Lenin önceleri rejimin aristokratı olan komünist parti üyesinin, bir işçiden daha yüksek bir ücret almayacağı kuralını empoze etmişti.

357 - Çünkü, sınai bir ekonominin işlemesi için, bu ücret eşitsizliğinin teknik bakımdan gerekli olduğuna karar verildi.

358 - Bana iki tür rejim arasındaki ayrılığın kökten farklı iki fikir ayrılığı olmadığını düşündüren nedenler, işte bunlardır. Çağdaş dünyanın, amansız bir mücadeleye mahkum ideolojileri arasında acı çektiğini kabul etmek zorunda değiliz. Anayasaya bağlı - çoğulcu rejimlerin besbelli kusurları ile tekelci partilerin özde olan kusurları arasında bir ayrım gözetilebilir. Ama, bu şartlarda, özünden kusurlu bu rejimin fiili olarak kusurlu rejime yeğ tutulması mümkündür. Başka bir deyişle, bütün rejimleri değerleri noktasından ayrı plana koymamak mümkündür; yalnız, bu ayrımın, bilim ve felsefe adına belirli bir zamanda yapılması gereken şeyin yapılmasını önlemek şartıyla. Politika adamlarının hareket gerçekliği yoktur demekte hakları vardır, bu, filozofların barış rejiminin, rejim olarak, şiddet rejimine tercih edilebilir olduğunu ileri sürmekte haksız oldukları anlamına gelmez.

Tarihi Şemalar: 

360 - ...tarihte sınıfsız toplumu proletarya, yalnız proletarya yaratabilir. Böyle bir iddia şu tek nedenden bana değersiz gibi görünüyor: Sovyet biçimi toplumlarda bu rolü proletarya değil, proletaryanın tercümanı olan parti yerine getiriyor.

361 - Mütecanis bir  toplumda ve bolluk ekonomisinde, politika hala bir anlam taşır mı?

362 - Ona (Aristoteles'e) göre, eski zorbalık, genellikle, patriyarkal toplumun ticari bir topluma dönüştüğü sırada meydana çıkan bir rejimdir.

363 - Bugüne kadari sınai olarak gelişmiş hiçbir ülke, komünist tipte bir rejimi kendisi için seve seve kabul etmemiştir.

363 - Bir anayasaya göre yönetilen fakat bir tek politik partisi bulunan Tunus'u düşünüyorum. Tek parti olmasının nedeni, bu partinin kurtuluştan önce milli idarenin temsilcisi, onun yaratıcısı olmasıdır. (...) kurtuluş savaşından hemen sonra gelen safhada fiili açıdan tek parti, aşağı yukarı olağandır. Atatürk'ün devriminden sonra, bu tür bir rejim Türkiye'de de görüldü.

364 - ... bunlar ne anayasaya dayalı çok partililiği, ne de ideolojik tekelciliği tesis etmişlerdir. İspanya ile Portekiz'i düşünüyorum...(...) Portekiz, muhalefetin aday göstermesini kabul eder, ne var ki bu adayın seçilme şansı hiç yoktur. Yarışmanın açık olduğu bir rejim değildir; ancak, herkesin inanmadığı şeye inanma yemini etmeye mecbur bulunduğu tekelci bir parti rejimi de değildir.

364 - ...ideolojik olmayan ihtilalci hareketler, rejimler, ya da milli ideolojili hareketlerdir. Yakın-doğu ülkelerini, özellikle tekelci parti rejimleri sınıfına girmeyen Mısır'ı düşünüyorum. Bu ülkelerde anayasaya bağlı çoğulcu rejimler görülmez. Devlet teşkilatlanmış bir muhalefete göz yummaz. (...) Ancak, iktidarı ellerinde tutanların ileri sürdükleri inanışlarda, herkese empoze edilen sistemli bir ideoloji karakteri yoktur.(...) Bir çeşit çift devrimin içinden geçerler: Sanayileşme, ama aynı zamanda bir millet oluşması.

365 - Anayasaya bağlı parti çokluğundan hareket edelim. Bu şemaya  (çember şemasına) göre, bu rejim anarşi şeklinde bozulacak, ondan, ihtilalci süreçle dogmatik bir ideolojisi olan tek parti doğacak. Bu parti bir kere iktidara geldi mi, yıpranma yavaş yavaş ideolojik imanın ateşini yok edecek, rejim de, tek parti rejimi kalmakla birlikte, bürokratik bir diktaya, gittikçe daha az dogmatik kesilen bir diktaya yakınlaşacak. Rasyonelleşen bu bürokrasi, bu tek parti, bir gün toplumun temellerinin oldukça sağlamlaştığına inanacak ve partiler arasında kurallara bağlı bir rekabetin gelişmesine izin verecek ve böylece çember tamamlanacak, az çok başlangıç noktasına dönülecektir.

366 - ...Weimar cumhuriyetinde anarşi şeklinde bir bozulma oldu, ama o da Weimar cumhuriyetinin son yıllarına anarşi demek kabul edilirse... Ardından, iktidarın ideolojik bir parti tarafından ele geçirildiği ve doktrini bulunan tekelci tek parti rejiminin kurulduğu görüldü, fakat onu izleyen safha, yani tek parti rejiminin bürokratikleşmesi ve rasyonelleşmesi sonuna varmadı.

367 - Milli kademeye henüz erişmiş ülkeler, yaşlı ülkelere şimdiden ağır gelen partiler rekabeti lüksünü belki yüklenmezler. Sanayileşmenin ilk safhalarını geçiyor olan ülkeler de belki anayasaya bağlı - çoğulcu rejimler lüksünü, yani rakip partiler arasındaki yarışma lüksünü kendilerine çok görebilirler. Tasavvur edilebilecek hiçbir çember bize ne düzenli, ne de kaçınılmaz görünüyor.

368 - (Marx) Hicivci biçiminde hareket etti; çağdaş toplumun can sıkıcı bulduğu bütün yönlerini sevmediği kapitalizmin sırtına yükledi. Çağdaş sanayie, yoksulluğa, sanayileşmenin ilk zamanlarına yüklenebilecek şeylerden kapitalizmi sorumlu tuttu ve mucizevi bir şekilde, kafasında, zamanının toplumlarında kendisine iğrenç görünen ne varsa hepsini ortadan silebilecek bir rejim yarattı. Sınai toplumun nahoş veya korkunç yönlerinin ortadan kalkması için, aşırı, bir basitleştirmeyle, üretim vasıtalarının millileştirilmesi ve planlanması yolunun yeteceğini telkin etti.

369 - ...sınıf mücadelesinin etkililiğine gereğinden fazla değer verdi.

372 - Şu son yıllarda, Anayasa, Paris hükümetlerinin Cezayir'deki Fransız azınlığının isteğine boyun eğmeleri sayesinde, korunabildi.

373 - Bir yıldan beri, parlamenter çoğunluk içinde bir azınlık, çoğunluğun öteki üyelerine karşı iki tehdit savuruyordu. Bunlardan biri, çoğunluğun onlarsız iktidarda kalamayacakları merkezindeydi, zira onların 50 veya 60 oyu olmadığı takdirde, çoğunluğa komünistlerin girmesi zaruri olacaktı. İkincisi, Cezayir'de her türlü politik değişikliğin oradaki Fransızların ayaklanmasına yol açacağını ve bu ayaklanmaya ordunun da katılacağını haber veriyorlardı.

374 - Roma diktatörlüğü zorbalığın tersiydi. Gerçi bir adama mutlak iktidar verilirdi, ama kanununa uygun olarak ve belli bir süre için.

375 - Fransa'da sınai medeniyet için uygun tek rejim olan anayasaya bağlı-çoğulcu rejim, henüz kökleşmemiştir...

Bilinmesi Gereken Terim ve Adlar: 

377 - Kapitalizm: Herkesin kendi mülkiyetine sahip olmak, kazanç sağlamak ve öz işini yürütmek hakkına sahip bulunduğu ekonomik sistem.

377 - Komünizm: Bütün işleri hükümetin sahip bulunup işlettiği bir sosyal ve ekonomik sistem. Bunda, özel mülkiyet ve kazanç ortadan kaldırılmıştır. Herkes devlet için çalışır. Komünistler, sistemlerini iktidara getirmek ve iktidarda tutmak için, sık sık şiddet kullanırlar.

378 - Marshall Planı: Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı George Marshall tarafından, msli ve teknik yardım ile Avrupa'nın ekonomik hayatını onarmak üzere oluşturulmuş program.

378 - NATO: Kuzey Atlantik Andlaşması Örgütü. Komünizme karşı olan milletlerin savunma andlaşması.

379 - Uydu: Daha güçlü bir devlete sıkı bağlarla bağlı veya onun tarafından sömürülen devlet. Doğu Avrupa'nın, politik, ekonomik ve kültürel yönden Sovyetler Birliğini örnek alan komünist devletlerini anlatır.