14 Ağustos 2017

Kitap: Down and Out in Paris and London (George Orwell)



Amsterdam'da ikinciel dükkanlarından birinde, sırtında sadece kocaman puntolarla GEORGE ORWELL yazan 800 küsur sayfalık bir kitap buldum. Türkçe baskılarından tanıdığım Down and Out in Paris and London (Paris ve Londra'da Beş Parasız) ve Homage to Catalonia (Katalonya'ya Selam) ile birlikte ilk kez duyduğum The Road to Wigan Pier ve 1931-1949 arası gazete makalelerini de içeriyor. Ah be dedim, şunu okuyacak İngilizce olsaydı bende... Yine de alsam mı? İlerde okurum belki... Hem Zorba'yı okumuştum! Zorba'nın aslı İngilizce miydi akıllım, Virgina Woolf'u okuyabildin mi? Amaaan, hem kimbilir kaçadır, ilerde okurum diye o kadar para verilir mi kitaba, sen önce evdekileri oku... diye kendi kendime ktartışırken, bi taraftan da göz atmaya başladım. Göz attıkça anlayabildiğimi fark ettim, burun kıvıran kendime nanik yaptım. Sonra ön sayfasında 2euro yazdığını gördüm (Türkiye'deki sahaflar gibi, burda da bazılarında kitabın ön sayfasına fiyat yazıyorlar, tabii kurşun kalemle). Yok canım, dedim, yanlıştır, yıllar öncesinin fiyatıdır o. 

Sonuç olarak fiyatın doğru olduğunu öğrenir öğrenmez aldım ve tüm kitabı bir çırpıda bitirmek zorunda olmadığıma kendimi ikna edince, başladım okumaya.

İlkinden yani başlığa konu olan kitaptan başladım, zira uzun zamandır merak ediyordum. Roman olduğunu sanıyordum. Değilmiş, anı üslubuyla yazılmış. Kitap boyunca gerçekten anı mı, yoksa kurgu mu, emin olamadım. Gerçek olması ihtimaline inanamıyor insan. Çünkü Paris'te ve Londra'da günlerce aç kaldığından ve modern kölelik sayılacak işler yaptığından bahsediyor. Kurguysa da öyle bir anlatıyor ki, okurunu kandırmış olacağı için Orwell'e sinirleniyorum, O'na bunu yakıştıramıyorum. Gerçeği hala bilmiyorum. Araştırırken tatmin olup, yazma isteğimi kaybederim korkusuyla, önce içimi buraya döküyorum, sonunda araştıracağım, küçük bi ekleme yaparım belki. 

Kitap, Paris'te bir sokak tasviriyle başlıyor. En ucuz otellerle, işsizlerle, orda burda köpek gibi çalışıp kazandıkları parayı içkiye yatıranlarla dolu bir sokak. Orwell, hem onlardan biri, hem de onları izliyor. Sanki sırf deneyim olsun diye kendini oraya atmış, insanların arasına sızmış gibi. (Gönlübol'daki Filiz Akın gibi). İngilizce dersleri veriyor durumu iyi olan Fransızlara, çocuklarına, arada bir de gazeteler için yazdığı yazılardan para kazanıyor. Başka mahareti yok. Sonunda bu işlerden para kazanamaz oluyor ve günlerce aç kalıyor. Diğer parasızlarla takıldıkça onlarla birlikte iş buluyor. Bir otelde bulaşıkçı, her işe koşturan eleman oluyor. Parasızlık içinde kıvranmasına rağmen, ne kadar kederli bir hayatı olduğunu vurgulamıyor, sadece o durumu açıklamaya çalışıyor. Bütün derdi, okurlarına o ruh halini anlatabilmek. Çevresindeki kişilerin hayatlarından örnekler vererek yapıyor bunu. Sonra bir bölümde (kitapta toplam 38 bölüm var) olayların tamamen dışına çıkıp, sebebini, sonucunu irdeliyor. Otel bulaşıkçılığı nasıl bir meslektir? İnsan neden bu şartlarda çalışır? 

Paris'te daha iyi koşullarda yaşayamayacağını anlayınca Londra'ya gitmeye karar veriyor. İngiliz bir arkadaşından iş bulmasını rica ediyor, o da buluyor. Bu geçiş bölümünde, Orwell dayanamadığı için adeta seviniyorum. Çünkü belgesel çeker gibi başkalarının hayatlarını bize aktarıp duruyordu, işte, O da dayanamadı, O'nun da içine işledi çektiği filmdeki acılar. Gerçek mi, kurgu mu hala emin değilim ya, psikopatça seviniyorum. 

Londra'ya gittiğinde, işin 1 ay sonra başlayacağını öğreniyor. Kalacak yeri, parası yok. (Nasıl olmaz, İngiliz değil mi bu adam? Hiç mi tanıdığı yok? Kurgu olduğundan adeta emin oluyorum bu noktada.) Londra'da parasız yaşamanın nasıl mümkün olduğunu anlatıyor sonra, bir taraftan kendisi de öğreniyor. Fransa'yla farkından bahsediyor. En basitinden, Londra'da kaldırımda uyumak demek hapse girmekle eş anlamlıyken, Paris'te istediği yerde rahatça yatabiliyor evsizler. Londra kısmının sonundaki kıssadan hisse, sebep-sonuç irdelemesi yaptığı bölümlerde ise sokak serserisi deyip geçtiğimiz insanların nasıl ve neden o halde olduklarını, aslında nasıl bi yaşamları olduğunu, onların çalışan sınıftan ne farkı olduğunu filan anlatıyor olabilecek en net cümlelerle. 

Sosyologla edebiyatçı arası bu adamı neden sevdiğimi bu kitapla hatırlamış oluyorum ben de. Şimdi alıntı zamanı: 

21 - You discover, for instance, the secrecy attaching to poverty. At a sudden stroke you have been reduced to an income of six francs a day. But of course you dare not admit it - you have got to pretend that you are living quite as usual. From the start it tangles you in a net of lies, and even with the lies you can hardly manage it. 

52 - The moral is, never be sorry for a waiter. Sometimes when you sit in a restaurant, still stuffing yourself half an hour after closing time, you feel that the tired waiter at your side must surely be despising you. But he is not. He is not thinking as he looks at you, 'What an overfed lout'; he is thinking, 'One day, when I have saved enough money, I shall be able to imitate that man.' He is ministering to a kind of pleasure he thoroughly understands and admires. And that is why waiters are seldom Socialists, have no effective trade union, and will work twelve hours a day - they work fifteen hours seven days a week, in many cafes. They are snobs, and they find the servile nature of their work rather congenial. 

60 - The queer thing about Furex was that, though he was a Communist when sober, he turned violently patriotic when drunk. He started the evening with good Communist principles, but after four or five litres he was a rampent Chauvinist, denouncing spies, challenging all foreigners to fight, and, if he was not prevented, throwing bottles.

71 - The question I am raising is why this life goes on - what purpose it serves, and who wants it to continue, and why. I am not taking the merely rebellious, faineant attitude. I am trying to consider the social significance of a plongeur's life.

71 - If plongeurs thought at all, they would long ago have formed a union and gone on strike for better treatment. But they do not think, because they have no leisure for it; their life has made slaves of them. 

The question is, why does this slavery continue? People have a way of taking it for granted that all work is done for a sound purpose. They see somebody else doing a disagreeable job, and think that they have solved things by saying that the job is necessary. Coal-mining, for example, is hard work, but it is necessary - we must have coal. Working in the sewers is unpleasant, but somebody must work in the sewers. And similarly with a plongeur's work. Some people must feed in restaurants, and so other people must swab dishes for eighty hours a week. It is the work of civilization, therefore unquestionable. 

72 - These are instances of unnecessary work, for there is no real need for gharries and rickshaws; they only exist because Orientals consider it vulgar to walk. They are luxuries, and, as anyone who has ridden in them knows, very poor luxuries. They afford a small amount of convenience, which cannot possibly balance the suffering of the men and animals. 

73 - A rich man who happens to be intellectually honest, if he is questioned about the improvement of working conditions, usually says something like this: 'We know that poverty is unpleasant; in fact, since it is so remote, we rather enjoy harrowing ourselves with the thought of its unpleasantness. But don't expect us to do anything about it. We are sorry for you lower classes, just as we are sorry for a cat with the mange, but we will fight like devils against any improvement of your condition. We feel that you are much safer as you are. The present state of affairs suits us, and we are not going to take the risk of setting you free, even by an extra hour a day. So, dear brothers, since evidently you must sweat to pay for our trips to Italy, sweat and be damned to you.'

This is particularly the attitude of intelligent, cultivated people; one can read the substance of it in a hundred essays. Very few cultivated people have less than (say) four hundred pounds a year, and naturally they side with the rich, because they imagine that any liberty conceded to the poor is a threat to their own liberty. Foreseeing some dismal Marxian Utopia as the alternative, the educated man prefers to keep things as they are. Possibly he does not like his fellow-rich very much, but he supposes that even the vulgarest of them are less inimical to his pleasures, more his kind of people, than the poor, and that he had better stand by them. It is this fear of a supposedly dangerous mob that makes nearly all intelligent people conservative in their opinions. 

100 - Then the question arises, Why are beggars despised? - for they are despised, universally. I believe it is for the simple reason that they fail to earn a decent living. In practice nobody cares whether work is useful or useless, productive or parasitic; the sole thing demanded is that it shall be profitable. 

104 - It is curious how people take it for granted that they have a right to preach at you and pray over you as soon as your income falls below a certain level.

113 - I imagine there are quite a lot of tramps who thank God they are not tramps. 

114 - A tramp tramps, not because he likes it, but for the same reason as a car keeps to the left; because there happens to be a law compelling him to do so. 

115 - The reasons are not worth discussing, but there is no doubt that women never, or hardly ever, condescend to men who are much poorer than themselves. A tramp, therefore, is a celibate from the moment when he takes to the road.


Ek: Wikipedia'dan öğrendiğime göre kitap yazmak için bu parasız hayata girişmiş yazar. Gerçekten tüm parasını çaldırdığı olmuş ama birilerinden borç isteyebilirmiş, hatta istemiş de ama biz bunları bilmiyoruz tabi okurken. Bu deneysel yazma girişimlerine kılım. Röntgenci gibi insanların hayatına sızıp, rol yapıp kandırmak, üstelik onların parasızlığını anlatarak para kazanmak, nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan alçakça... O yazmasaydı biz de bu kadar net bilgiler edinemezdik deyip boğazımızda düğümle diğer kitaplarına geçelim bari.