17 Temmuz 2018

Susunuz

Günün birinde bi tatil yerinde gaza geldim, çoğu kişinin ilk gençliğinde yaptırdığı bi şeye 30uma yaklaşırken giriştim, geçici dövmeye niyetlendim. Dövmeci çılgın görünümlü bi tipti. Herkesle tanışıyor gibi bi hali vardı. Arnavuttu, Türk olduğumuzu öğrenince bize kardeş muamelesi yaptı. Herkese dinletmek istercesine yüksek sesle durmadan konuşurken, derin muhabbetlere de girdi. Bizden çok tepki alamasa da bu işe hiç bozulmadı, hayat hikayesinden kesitler anlattı, sevmediği insan tiplerini sıraladı. Muhabbetiyle öyle bi sardı ki dört yanımızı, "vazgeçtik" deyip uzaklaşmayı beceremedik bi türlü. Ufak bi sol anahtarı deseni istedim. "Gerçekten böyle sıradan bi şey mi istiyosun?" dedi, müziğe ilgim olup olmadığını sordu, "sadece dinleyiciyim" deyince "hiç olmazsa bana bırak, daha özgün bi şey çizeyim," dedi. Tamam dedim.

Sonuçta benim bi sol anahtarının yanına bikaç nota ekledi. Düşündüğüm sade figür yerine bi sürü siyah çizgi kaldı ayak bileğimde. Üstelik hala müzikle dinleyici olmak dışında özel bi bağım yoktu.

Gördüğünüz üzre, tek bir insanın bana patronluk taslamasına izin verişimi anlatıyor bu hikaye.

O mecburen dinlediğimiz muhabbetinin bi yerinde "Ben kitap okumam, haberleri okurum, belgesel izlerim" dedi. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki, dünyanın en mantıklı, gerekli, olması gereken hareketi buydu sanki, bunun dışında herhangi bi şey yapan herkes yanlış yapıyordu. Biliyorum ki gözlerinde bu ifadeyle yaşayan tek insan bu değil. Çok şükür epey bi rastladım bu türe. Hep biraz çılgınlar, hep çok konuşuyorlar çünkü özgüvenleri havalarda uçuyor, bilgeliklerini yaymadan rahat edemiyorlar.

Fakat banane onlardan, mesele onlar değil. Mesele benim. Ben neden sessiz kaldım bu cümle karşısında? O'na katılmadığım halde neden sessizce durup zamanın geçmesini bekledim?

Bu soruya birinci cevap, konuşma Türkçe olmayınca doğru tepkileri verememekten korkuyor oluşum. Hele ki öyle ayarlı konuşmayı önemsemeyen biri için, yanlış kullanılacak bir kelime, yol ortasında bağıra çağıra tartışmak demek olacaktı ki, bundan korktum, yanlış anlaşılmaktan.

İkincisi, altı üstü iki gün sonra unutacağım bi şey yapmaya gelmişim, 2 dakika içinde olup biteceğini düşünmüşüm, kafam rahat, aptalca vakit harcamayı kendime yasaklamadığım tatil modundayım... Kimseyle tartışmak istemiyorum. Hele ki böyle bir konuda. Ne derse desin, ne düşünürse düşünsün, banane?

Fakat işte öyle olmadı, içimden sinirlendim adama. Unutulmaz bi anıya dönüştürdüm. Adamın biri bi gün bana böyle böyle demişti diye durup dururken aklıma geldi bugün. Sonra kızdım kendime, niye susturmadım o adamı o gün orada, niye düşüncelerini, yaşam biçimini üstüme kusmasına izin verdim? Niye başkalarının bana çöp kutusu muamelesi yapmasına müsaade ediyorum?

Bilmiyorum lakin eğri oturalım büğrü konuşalım: Aksinin nasıl yapılacağını hiç öğrenmedim ki! Hep aman saygılı ol, aman kimseye bulaşma, aman delidir ne yapsa yeridir, boşver, aman tatsızlık çıkmasın, aman surat asma, aman gülümse... Halbuki başkalarına değil de, asıl kendi başınayken gülümsemeli insan, kendi modunu yüksek tutmalı falan... Bense hep tam tersi, her yere gereksiz gülücükler dağıttım, kendime hep asık suratlı tarafımı gösterdim. Niye? Çünkü kendime karşı dürüst olmayı seçtim... Bak sen şu işe, aferin, alkış... Lan! Yazık değil mi bu çocuğa (yani kendime), her dakka benim kahrımı çekiyor!

Neyse, demem o ki, hayatta öğrenecek çok şey var. (Ne zaman bitecek bu 101 konuları? Ne zaman geçeceğim kuantum fiziğine falan?)

Susturmayı bilmek lazım.