Boktan bi şekilde girdiğimiz yeni bir yıldan daha, merhabalar. Tanıdığım kimse henüz bi patlamada/çatışmada ölmediği için, haberleri okudukça sinirlenip üzülsem de, benim için de hayat normal seyrinde devam ediyor.
Takip ettiğim -aktif olan- bloggerların çoğu yılbaşı ve yeni yıl kararları hakkında bi şeyler yazdı. Açıkçası çok hoşlanmıyorum bu muhabbetten, kendime verdiğim sözleri genelde tutmam çünkü. Saçma gelir bu çaba, gerçekten hedeflerine ulaşan var mıdır ki? diye dudak bükerek okurum hep. Yine de bilinçaltıma yerleşti bu karar alma gerekliliği. Sonra şu video denk geldi: Barış Özcan-Zinciri Kırma Hafiften gaza gelmeye başladım. Gerçekçi bi hedef koyarsam uygularım belki, diye. Taktik şu: Küçük düşün, hayatının kararını alma. "İşe gireceğim" gibi büyük hedefler koyma. Her gün ya da haftada bir yapabileceğin, günlük yaşama, düşünme, hissetme kaliteni arttıracak şeyler olsun. Kendini zorlama, yapabileceğin süreler koy. "Her gün 2 saat..." deme mesela, gerçekçi değil. Ha iki saat yaparsan ekstra olur, ne güzel.
Epey düşündüm. İlk aklıma gelenlerden biri her gün en az yarım saat Flemenkçe çalışmak. Duolingo gibi uygulamalar sayesinde tatilde filan da yapabilirim. Şimdiye kadar iyi gidiyor.
Diğeri film izlemek. Her hafta en az 1 film sinemada, en az 2 film evde. Evde izleyeceklerim sinema tarihinin ilk filmleriyle başlayıp günümüze doğru gelecek. Buna bu hafta A Trip to the Moon ile başladım. unutulmazfilmler.com güzel bi kaynak, yıllara göre sıralayınca işimi çok kolaylaştırdı.
Kitap okumakla ilgili kural koymuyorum çünkü o yönden pek sıkıntım yok. Zorunluluk olmayınca iyi okuyorum. Yumurta kapıya dayanınca eli ayağına dolaşanlardanım.
Sorun şu ki, hiçbi hedefim üretime dayalı değil. Okumak, çalışmak, izlemek... Hepsi güzel ama sonunda yazmak olmayınca sanki hafızamın köşelerine gizlenip, zamanla buhar olup gidiyorlar. Fakat yazmayı hedefleyince de yazamıyorum. Üniversitedeyken de böyleydim, çalışmam gerektiğini düşündükçe stresten çalışamazdım. Halbuki ne güzel olurdu, izlediğim filmlerle ilgili, birer paragraf da olsa, her hafta gelip burda bir şeyler yazsam... Yıllar sonra dönüp okuması çok güzel oluyor. Yoksa film eleştirisi yazacak birikimden yoksun oluşumun veya edebi dilimin süper olmadığının artık farkındayım. Eskiden çok güzel yazdığımı sanıp mutlu olurdum, hey gidi günler... Gittikçe daha güzel yazacağımı sanmanın verdiği umutla, hiç çekinmeden yazardım. Şimdi, sonucun hiç de hayal ettiğim gibi olmadığını gördükçe, yazdığım cümlelerden utanıyorum. Yazma isteğim kayboluyor. Halbuki bu son yazdığım paragraf bile 5 yıl sonra kendi yanağımdan makas almamı sağlayacak, biliyorum. Ne kadar kötü olursa olsun, dili samimiyse, insan kendi yazılarını seviyor. Sadece başkalarının sevmeyeceği gerçeğini kabullenmek gerekiyor. Sanırım başlıyorum kabullenmeye.
Kısacası eski ben olsam, "her hafta izlediğin filmler hakkında yazı yaz" diye hedef belirlerdim kendime. Şimdi götüm yemiyor. Kendime verdiğim sözü tutmamak yaşım ilerledikçe daha da zoruma gidiyor. O yüzden, şimdilik, sadece canım istedikçe yazacağıma söz veriyorum. Ve bi sonraki yazıda sinema tarihinin ilk filmlerini izlemenin coşkusunu yazıya aktarmaya çalışacağıma namusum ve şerefe!...
Si yu.