31 Ocak 2017

Felemenkçeyle Barışmam Şerefine

Dil öğrenmeye çalışmak, basit geometri soruları çözmek gibi veya puzzle yapmak gibi bi şey. Bi noktaya kadar insan içine girmeye cesaret edemese de, bir yerden sonra zevk alıyor. Bu aralar benim için öyle en azından.

Buraya ilk geldiğimde ücretsiz bir dil kursuna yazıldım. Haftada 1 gün, iki saat. Kendi kendime hiç çalışmadan başladım, yani ilk Felemenkçe kelimelerimi orada öğrendim. Çok sıkıldım, bikaç ders içinde nefret ettim dilden. Felemenkçe öğrenmenin gereksizliğine inandırdım kendimi. Bi sürü de bahanem vardı. Zaten sokakta herkes İngilizce konuşuyordu, ihtiyacım yoktu. Kulağa çok kötü geliyordu, Yunanca gibi, İtalyanca gibi beni kendine çekemiyordu, çirkin bi dildi vs... Saçmalık...Dil ırkçılığı işte. 

Halbuki sıkılmamın sebebi çok başkaydı. Yeni bir dil nasıl öğrenilir, unutmuştum. En son ilkokulda yeni bir dil öğrenmiştim, İngilizce. Sonra lisede haftada 1 saat Fransızca, 1 saat Almanca dersimiz vardı. İkisini de sevememiştim hatta o zaman da yine nefret etmiştim. Yine bahanem boldu, hocalarımız çok kötüydü, mıy mıy konuşuyorlardı. Üniversitede ücretsiz kurslara yazıldım, ilk dersten sonrasına gitmedim. Neden? Dersler yoğundu, kurs bizim kampüste değildi, kalkıp gitmesi zordu vs...

Bahane çoktu ama asıl sebep yeni bir dil öğrenmenin imkansız görünmesiydi. Kitaba kitap ya da book değil de başka bir şey diyebileceğimi düşünemiyordum, kabullenemiyordum. Diğer diller altyazıları varken kulağıma müzik gibi gelirdi ama altyazısızken kaf dağının ardındalardı benim için. Uzaylıydım onlara karşı ve asla öğrenemezdim, imkansızdı. 

Böyle hissettiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. O zamanlar dil öğrenmekten bu kadar korktuğumu söylemeye gururum el vermiyordu.

Şimdi neden puzzle yapmak kadar eğlenceli geliyor peki? Bu noktaya varmam için birkaç aşamadan geçmem gerekti. 

Öncelikle, "nasıl olsa herkes İngilizce konuşuyor" lafının yalan olduğunu fark ettim. Her Hollandalı için geçerli değildi bu. Büyük market çalışanları çat pat da olsa konuşuyordu, tamam. Ama küçük bi fırına veya pazara gidince, ürünün üstünde yazanın dışında bilgi edinmek isteyince, anladım ki bazı insanlar İngilizce anlamıyor, konuşamıyordu. Yani Felemenkçe bilmeyince yaşadığım yerin çoğuyla iletişim kuramıyordum. Saçmaydı, çok saçma. Eleştirdiğim içe kapanık Türk göçmenlerden ne farkım kalıyordu o zaman? 

Hadi günlük hayatta pazardan alışveriş yapmayıverirdim, zaten marketler daha ucuzdu. Fakat katılabileceğim bi sürü ücretsiz konferans, söyleşi, izleyebileceğim sinema, tiyatro gibi sanatsal aktiviteler de sınırlanıyordu. Tiyatroyu deli gibi özlüyordum. 

Hadi diyelim filmi internetten izlerim, etkinliklerin de İngilizce olanlarını takip ederim (ki sayıları az değil), dedim. Fakat bu sefer de yaşadığım yerin popüler kültürünü, çoğunluğun ne düşündüğünü, muhaliflerinin neye muhalif olduğunu, gazetelerin hangilerinin hangi görüşleri savunduğunu bilmemek rahatsız etmeye başladı beni. Sömürgecilik, Suriye, Türkiye hakkında ne düşünüyorlardı? Eğitim sistemleri nasıl işliyordu? Expatlar hakkında ne düşünüyorlardı? Sağlık sistemlerinden şikayetleri var mıydı? Günlük hayatları nasıl geçiyordu? Sadece İngilizce haber sitelerine mahkumdum. Halbuki bi ülkeyi iyice anlamak için yabancılara duyurma amacıyla yazılanlara değil, kendi içindeki yazışmalara kulak kabartmak gerekliydi. 

Kısacası, burada bi hayat kurmaya çalışıyor, olabildiğince uzun süre burada kalmayı hayal ediyoruz, neden? diye sordum kendime. Yaşadığım yerde sürekli uzaylı olacaksam ne anlamı var?

Bir de tabi zorunlu sebepler vardı. İş bulmak istiyorsam ve yazılımcı değilsem bu dili öğrenmek zorundaydım. Veya evin dışında bir hayatım olacaksa - ki en asosyal insanın bile ev dışında bir hayatı olmak zorundaydı - bu dili öğrenmek zorundaydım. 

Bunu kabullendim. Fakat hemen bir kursa yazılmaya cesaret edemedim. Yine sıkılıp yarıda bırakmaktan korktum. Ayrıca, kurslarda kullanılan dil öğretme yönteminden çekiniyordum. Harflerin nasıl okuduğunu bile bilmeden merhaba, nasılsın, kaç yaşındasın gibi kalıplar öğretiliyordu. Derslerde İngilizce konuşmak yasaktı. Listening alıştırmalarından hiçbir şey anlamıyordum. Hoca ve sınıf benden ilerde gidiyordu hep. Zevk almak için birkaç kelime de olsa anlayabilmeliydim o alıştırmalardan. Bu kadar zorlama bana uymuyordu. Belki dil öğrenmek için en doğru yöntem kurallardan önce dile cumburlop dalmaktır fakat ben önce temel kuralları öğrenip, sonra konuşmaya ve dinlemeye kendimi zorlamaya daha meyilliydim. 

Kendi kendime çalışmaya karar verdim. 

Telefondaki Duolingo uygulamasını daha çok ciddiye aldım. Sonra sahaftan eski bir Felemenkçe gramer kitabı aldım. İki sene önce gittiğim kurstan ve Duolingo'dan öğrendiklerimi bu kitapla pekiştirdim. Her gün düzenli olarak çalışmaya başladım. Ve zamanla bulmaca çözmeye döndü olay, yeni öğrendiğim kelimeler arasında bağlantı kurmak, kendimi ifade etmenin farklı yollarını öğrenmek zevk verir oldu. Hatta gramer kitabımdan uzak kalınca onu özler oldum. 

Kısacası kendi yöntemime göre çalışmaya başlayınca Felemenkçeyle barıştım. Artık kurstaki hocanın önerdiği sitedeki videoları izleyip bir şeyler anlayabiliyorum. Anladıkça mutlu oluyorum. Sinemada aşırı aksanlı İngilizce filmi anlamayıp Felemenkçe altyazısından bi şeyler çıkarınca göklere uçuyorum. Ayrıca öyle kulağa çirkin geliyor gibi laflar da saçma geliyor artık. Pop şarkılarını dinliyorum. Dilin ritmine uyum sağlamaya başladığımı hissediyorum. Okumayı, yazmayı yeniden öğrenir gibiyim. "A" harfini ilk defa düzgün yazmayı beceren ilkokul çocuğunun yüzündeki sevinç bana çok tanıdık geliyor. 

Kişisel hikayemden sonra birkaç da faydalı bilgi vereyim: 

Şu sitede "http://www.netinnederland.nl/" hem resmi kurumlar hakkında faydalı bilgiler, hem de Hollanda'da neyin neden yapıldığı, yerlilerin göçmenler hakkında düşünceleri gibi ilginç bilgiler var. Bazı televizyon programlarının İngilizce altyazılı versiyonları da yüklenmiş. Örneğin bburaya gelince tanıdığım çocuk kitabı karakterleri Jip ve Janneke'nin nasıl  doğduğunu, neden çok sevildiğini, Hollanda kültüründeki yerini bu siteden öğrendim. Ya da Surinamlıların Hollanda'da neden bu kadar çok olduğunu. Ya da Kraliçe'nin kocasına neden Kral denemeyeceğini... Hollanda'nın TV kültürünü takip etmeye yardımcı oluyor kısacası site. Elbette tarafsız değil fakat fikir veriyor. Felemenkçe videoları Felemenkçe altyazıyla izleme imkanı sunuyor üstelik. 

Sonra Youtube'a "Dutch songs with lyrics" yazıp izliyorum bazen. Şarkılara alışınca yok dil çirkinmiş, kabaymış, bu laflar saçma geliyor hep. Misal, şu şarkı sevilmez mi?





Neyse efem, şimdilik bu kadar olsun.

İşbu yazı Felemenkçeyle barışmam şerefine yazılmıştır. Yeni sevişme yolları bulundukça yazının sonuna iliştirilecektir.