07 Temmuz 2019

Kitap: Günaha Son Çağrı (Nikos Kazantzakis)




Geri dönüşüm aylardır taslaklarda bekleyen bir kitapla olsun dedim. Kazancakis'in okuduğum ikinci kitabı, Günaha Son Çağrı. Zorba'yı izlediğimden beri bu yazara ilgim var. Önce Zorba'nın İngilizcesini okudum, illaki kaçırdığım noktalar vardır ama çok sevdim. Filmi de sevmiştim zaten, her cümlede Anthony Quinn canlandı gözümde. Yazarın her dediğine katıldığımdan değil, ama Yunanistan'ı, insanlarını, Avrupa'dan farkını, entellektüel insanın halkla kaynaşamayışını anlatışına bayıldım. Bir sürü soru işareti doğurdu kafamda. Yazarla anlaşamadığımız kısımlar da oldu, özellikle cinsiyet konusunda. Ama kesin yargılara varmama izin vermiyordu kitap, varmadım ben de. Ama öyle çok çalıştırdı ki zihnimi, diper kitaplarını da okumak istedim.

Günaha Son Çağrı'ya başlarken Hıristiyanlık eleştirisi, hatta ateist bakış açısı bekliyordum. Neden? Bilmiyorum, net bi delilim de yoktu elimde ama bunu yakıştırmıştım yazara. Başlayınca hayal kırıklığına uğradım hemen tabi. İsa'nın hayatını anlatıyor gibiydi. Mucizeler, havariler filan... Peh dedim, dini propaganda... Hem yazara saygımdan, hem de dilinin bolca soru işaretini kafama boca etmesinden dolayı okumaya devam ettim. Götümle değil de gözümle okudukça anladım ki yazarın derdi propaganda değil, İsa'yı insan olarak anlamak, peygamber-kusursuz olarak değil de, endişeleriyle, korkularıyla görmek, göstermek... Ayrıca yazar, hakim Tanrı algısının çelişkilerini de kurcalamış. 

Kısacası kafasına göre bir hayat yazmış İsa'ya. Annesiyle ilişkisinden tutun da, toplumdaki yerine, sevilmeyişine, kadınlarla ilişkisine, Tanrı'dan kaçmasına, havarileriyle tanışmasına, onlarla tartışmalarına, havarilerin kendi aralarındaki koltuk kavgalarına kadar her şeyi kurgulamış. Belki Hıristiyan kaynaklarda vardır bu diyalogların benzerleri ama önemli olan yazarın bunları yorumlamış olması. Ki, yazar bunu çok yapıyor, şu sıralar okuduğum El Greco'ya Mektuplar kitabında da Buda ile takipçileri arasında geçen bir diyalog yazmış misal. Ya da çocukluğunda komşu kızıyla oynadığı oyunları Günaha Son Çağrı'da İsa'ya oynatmış mesela. Yani karakterleri kafasında konuşturup bize aktarıyor. Benim gibi saf saf inanıp, bu konuşmaların gerçekten yaşandığını düşünmeye gerek yok. 

Neyse. Kısacası kitap güzel. Yine şaşırttı ve sorudan soruya zıplattı beni Kazancakis. Arkaplanın Yunanistan olmaması biraz üzdü tabi, çünkü o topraklarla ilgili bir şeyler okumaktan ekstra zevk alıyorum, ama İsa'dan bahsediyoruz, tabi ki oralarda olmayacak. 

Tek bir nokta var ki, sinirden aynı cümleyi tekrar tekrar okumama, sonra kitabı kapatıp sakinleşince devam etmek istememe, yanlış mı anlıyorum diye U.a okuyup ona uzun uzun konuşmama sebep oldu: Kadınlar. Kitapta kadınların yeri ikide bir gözüme battı. bu yazarın kadınlarla bi derdi var ama ne, henüz anlayamadım. Erkeklere saygısından, evine, erkeğine bağlı olmaktan, çocuk doğurmaktan başka derdi yok kadın karakterlerin. Ve arada da büyük büyük cümleler geçiyor, kadınlar şunu ister, bunu ister, gibi... Neden? Ne kadarı yazarın gerçek fikri, ne kadarı karakterlerinin fikri? Ayırt edemedim. Kitap 1955'te yayınlanmış ama anlattığı tarih Milat. Dolayısıyla içeriğin eski fikirli olması normal, diyebiliriz belki. Fakat şu sıralar okuduğum El Greco'ya Mektuplar'da kendi hayatını anlatıyor ve bu sefer kendi ağzından konuşuyor. Sanki kadınlara verilen yer İsa'dakinden çok farklı değil gibi geliyor hala. 

Fakat bu adama bu sığ bakış açısını yakıştıramadığım için şüphelenmekten vazgeçemiyorum. Bu Mektuplar da bitsin, alıntılara göz atayım, sonra daha kesin bi sonuca ulaşırım, gibi. Bir de makale araştıracağım, başkaları ne düşünmüş bu konuda bakalım.

Şimdilik burada bitireyim, 
Kanatlı Kedi


Not: Kadınlarla ilgili dikkatimi çeken kısımları aşağıda italik olarak not ettim.

Not 2: Günaha Son Çağrı'nın filmi de çekilmiş 1988'de, Scorsese tarafından, henüz izlemedim.


Alıntılar


94 - Omzundaki çarmıh değildi herhalde, diye düşündü, bir çift kanattı mutlaka!

104 - İhtiyar haham biliyordu onu, İsrail'in şu tek Tanrısını. Merhametli değildi, kendine göre yasaları vardı, on emri, kendisine göreydi. Verdiği sözü tutuyordu tutmasına, ama acelesi yoktu. Zamanı kendi ölçüsüyle ölçüyordu. Kuşaklar boyunca, kelam havada askıda kalacak, yeryüzüne inmeyecekti. Sonunda geldiğinde de, o kelamın emanet edileceği kimsenin vay haline. Kutsal Kitap'ın bir ucundan öteki ucna, nice Tanrı elçisi öldürülmemiş miydi, Tanrı'nın onları kurtarmak için parmağını oynatmış olduğu vaki miydi? Niçin böyleydi, niçin? İradesine uymuyorlar mıydı? Yoksa bütün elçilerin öldürülmesi onun iradesi miydi? Haham kendi kendine bu soruları sorup duruyor, ama düşüncelerini daha ileri götürmeyi göze alamıyordu. Tanrı bir uçurum, diye düşünüyordu, uçurum. Yaklaşmasam daha iyi ederim!

209 - Hani, hani o İnsan'ın Oğlu? Onu bize vaat ettiğine göre, senin değildir artık, bizimdir o! Hani, hani nerde? Senin ulusunun, İsrail ulusunun, bütün evreni yönetebilmesi için, hakimiyeti, ululuğu ve melekleri neden vermiyorsun? Boyunlarımız göğü gözlemekten, açılmasını beklemekten kaskatı kesildi. Ne zaman? Ne zaman gelecek? Evet, niye durmadan aynı şeyi söyleyip duruyorsun, biliyoruz, pekala, senin bir saniyen biz insanlara göre bin yıl. Eğer adilsen kendi ölçünle değil, bizimkiyle ölçersin, budur Adalet!

212 - Biliyorum dinlemediğini ya da dinlememezlikten geldiğini, ama sen açıncaya kadar vuracağım kapına, açmazsan (burada kimse yok, rahat konuşabilirim) kapını kıracağım!

216 - ...bu özgürlük meleği neden yapılmıştır dersiniz? Tanrı'nın tenezzülünden ve acımasından mı? Sevgisinden mi? Adaletinden mi? Hayır, melek, insanlığın sabır, sebat ve mücadelesinden yapılmıştır!

229 - Elbette güvenirsin, Zebedi, Tanrı karnını tok, sırtını pek yapmış, işlerini de tıkırında yürütüyor; elli balıkçı kölen var, işleri için yeterince kuvvet sağlayacak, açlıktan ölmelerini engelleyecek kadar besliyor onları, bu arada zatıaliniz sandığınızı, kilerinizi ve karnınızı tıkabasa dolduruyorsunuz. Böyleyken, elini göğe kaldırıp, "Tanrı adildir, O'na güveniyorum," diyorsun! Dünya güzel, dilerim hiç değişmesin!..Geçen gün çarmıha gerilen Partizan'ın, bizi özgürlüğe kavuşturmak için niye mücadele ettiğini neden sormuyorsun; bir yıllık buğday ikmalini Tanrı'nın bir gecede ellerinden aldığı köylülere niçin sormuyorsun, sorsana onlara. Şimdi çamur içinde debelenerek bir yandan tohumları tek tek topluyor, bir yandan da ağlıyorlar. Ya da gel bana sor: Köy köy dolaşıyorum ve İsrail'in çektiklerini görüyor ve duyuyorum. Daha ne kadar sürecek bu? Ne kadar? Bunu hiç sordun mu kendine Zebedi?

239 - "Sabredin. Gün gelecek yoksul yükselecek, zengin batacak. Budur adalet dediğin!"
"Olur mu dersin, o gün gelir mi?"
"Tanrı var ya, yok mu yani? Üstelik adil değil mi? Tanrı'ysa adil olması gerekmez mi?"

242 - Yakup'un haşin bir huyu vardı, yardım etmekten hoşlanmazdı. Ağzı kalabalıktı, tutkuluydu, acıma nedir bilmezdi, babasının bütün niteliklerini almıştı, ne melek annesi Salome'ye, ne de tatlı, sevimli kardeşi Yahya'ya benzerdi...

244 - Seli gönderen Tanrı. Benim suçum ne?

245 - "İlk yaratıkları baştan çıkartan ve Tanrı'nın bizi Cennet'ten kovmasına sebep olan bu yılan bu işte."
"Bu derken ne demek istedin?"
"Soru sormak."

253 - Peygamberlerin, güvenilmemesi gereken kaprisli insanlar olduğunu biliyordu. Havada, denizde ya da ateşte kayboluverirler, derken hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkıverirlerdi!

288 - Topraksın, toprağa döneceksin, içindeki ruh uçup gitti, sana ihtiyacı yok artık, senin işin bitti. Beden, görevini tamamladın sen! Yeryüzüne sürgüne gönderilmiş ruhun inişine, birkaç güneş ve ay süresince kum ve taşlar üstünde yürüyüşüne, günah işlemene, acı duymana, vatanı olan cenneti ve babası Tanrı'yı özlemene yardım etti. Beden, başrahibin sana ihtiyacı yok artık, yok ol!

318 - Kahrolasıca! Sağ yanağına vurdular mı, solunu çeviriyorsun.

329 - Bir pire sıçradı diye herkesi yeryüzünden silmiş olan Tanrı bile, bu domuzu, bu asalağı, bu para düşkününü pohpohluyor, üstüne titriyor, burnunun bile kanamasını istemiyor, kışın yünden, yazın ketenden bir örtü gibi üstünü kaplıyordu. (...) Herif, servetini korudukları için Romalı canileri seviyordu. Tanrı korusun onları, diyordu, düzeni sağlayan onlar. (...) Tanrı'nın unutup yarı bıraktığını, partizanlar -Tanrı onlardan razı olsun- hatırlayacak ve tamamlayacaktır...

340 - Erkekler duymasın, araya girip de acının kadınlara verdiği derin kadınsı zevki bozmasın diye fısıltıyla konuşuyorlardı.

354 - Her yıl, hasat vakti, bağbozumunda, zeytin toplamada bu sürüler, Celile'nin dört bir yanından fışkırır, İsrail yasasının buyurduğuna göre, mal sahiplerinin yoksullar için bıraktığı mısır, üzüm ve zeytini toplarlardı.

355 - Bunların hepsi kardeş, her biri, ama bilmiyorlar, çektikleri acılar bundan... Bilselerdi, ne büyük kutlamalar, sarılıp öpüşmeler olurdu, ne büyük mutluluk!

360 - Hayır, kardeş değiliz hepimiz. İsrailliler ile Romalılar kardeş olmadıkları gibi, İsrailliler de kendi aralarında kardeş değiller. Roma'da kendilerini satan Sadukiler, köy ağaları, zorbaya kulluk edenler, kardeşlerimiz değil bizim... Hayır işe yanlış başladın Meryem'in oğlu. Dikkatli ol!

364 - Özgürlük ve açlığın sesini işitmiş, kıvanç duymuştu.

366 - ..."Ben senin annenim," dediği zaman, elini kaldırıp onu itmişti.

367 - Yorgun argın, alı al moru mor iki esmer amazon, her birinin başında içi üzüm dolu bir sepet, bağlardan dönüyorlardı.

398 - Yemek yemek, gülmek günah değildi artık; toprak ayağı altında daha sağlamlaşıyor, gök üzerine bir baba gibi eğiliyordu.

408 - İnsan bağışlar dedim kendi kendime. İnsan bağışladığına göre, nasıl olur da Tanrı bağışlamaz?

411 - İsrail neydi? Niçin sadece İsrail'di kurtulması gereken? Hepimiz kardeş değil miydik?

423 - Hala kendilerini çekip kurtaramadılar şu dünyadan.

452 - Samiriye ekmeği, Celileliler tarafından yenirse, Celile ekmeği olur, domuz da insanlar tarafından yenirse insan eti olur. Tanrı adına, başlayın!

463 - O da Tanrı'nın gönderdiği bir mesihti; halkın bütün günahlarını sırtında taşıyordu, çölde açlıktan ölmüş, günahlar da onunla silinmişti.

471 - Pisliğe, kana ve gürültüye dayanamıyor, diye düşünüyordu. Mesih olamaz.

474 - Cennetin, cehennemin göbeğinde olduğunu duymadın mı?

475 - Yolculuk etmek, karanlığın inişini seyretmek, bir köye varmak, ilk lambaların yanışını görmek, yiyecek bir şeyi olmamak, yatacak bir yeri olmamak, her şeyi Tanrı'nın esirgeyiciliğine ve insanların iyiliğine bırakmak, bence dünyadaki en büyük, en saf zevktir.

476 - Dindar kişi eğildiğinde, iki sefil orospunun, Sodom ile Gomorra'nın suyun dibinde sarılıştıklarını görürdü.

479 - Hayır Yahuda kardeşim, diye cevap verdi İsa, baltayı tutan ve mesih için yol açan konuşur böyle, Mesih böyle konuşmaz.

489 - Rabbin günü gelmekte. İlk ben farkına vardım. Bir çığlık atıp Tanrı'nın baltasını aldım, dünyanın köküne yerleştirdim. Çağırmaya başladım, seni çağırdım. Sen geldin, artık gidebilirim.

490 - Vaftizci, İsa'nın dudaklarından öptü.

491 - ...ilkin ateş vardı, sevgi sonradan geldi.

502 - Kardeşim, dedi, sen suçsuzdun, temizdin, bütün öteki hayvanlar gibi. Ama korkak insanlar, sana günahlarını taşıttılar ve seni öldürdüler. Huzur içinde etlerin çözülsün; onlara karşı kötü duygular besleme. İnsanlar, zavallı zayıf yaratıklar, kendi günahlarını günahsız biri üstüne yüklüyorlar. Kardeşim, öde onların günahlarını. (İsa, günah keçisine)

513 - Tanrı'nın gücü her şeye yetmez miydi ki? Niye bir mucize yaratmıyordu, insanların yüreklerine dokunup neden çiçek açtırmıyordu?

518 - Etiyle ruhu birleşmiş ve kaburga kemiğinden ona eşlik etmek üzere kadın meydana gelmişti.

529 - Bütün bunlardan bıktım artık. Açlıktan, alçakgönüllülük rolü oynamaktan, öteki yanağımı çevirip tokat yemekten bıktım. Daha nazik olsun diye, okşayayım diye Baba adlı şu insan yiyen Tanrı'ya yaltaklık etmekten bıktım; kardeşlerimin bana lanet okumasını duymaktan, annemin ağlamasından, yanlarından geçerken insanların gülmesinden, çıplak ayakla dolaşmaktan, çarşıdan geçerken bal, şarap ve kadın satın alamamaktan, boş havayı tadayım ve boş havaya sarılayım diye Tanrı'ya, onları bana sadece uykuda getirtebilmek için cesaret aramaktan bıktım usandım!

545 - Biliyorum, dedi İsa gülümseyerek, ben de bir zamanlar başka bir hayatta kadındım, ben de dokurdum.

555 - Çölün sesi susturuldu. Şimdi biz günahkarlar için kim seslenecek Tanrı'ya? (Lazarus)

557 - Sarhoşmuş, utanmaz üvey kızı SAlome de önünde çırılçıplak dans ediyormuş. Güzelliği kart zamparanın aklını başından almış. Kızı kucağına oturtmuş ve dile benden ne dilersen demiş. Ülkemin yarısını sana vereyim mi? Hayır demiş kız. Ne istemiş biliyor musunuz? Vaftizci Aziz Yahya'nın başını. O da, peki senin olsun demiş, bir gümüş tabak üstünde başını getirtmiş.

561 - Gönüllerimiz ne istiyorsa peygamberlerde onu buluyoruz, diye düşündü.

565 - ...ne güzeldi bu koku, fesleğen veya nane kokusu değildi, erkek kokusuydu! (Lazarus'un kız kardeşleri)

568 - Tanrı insanla karışırsa büyük şeyler olur. İnsan olmasaydı yeryüzünde, yaratıkları için akıllıca düşünmek ve onun korkunç ama küstahça bilge, her şeye yeter gücünü incelemek Tanrı'nın aklına gelmezdi. Bu yeryüzünde, başkalarının kaygılarına acımaya, Tanrı'nın, ya istemediği ya unuttuğu ya da biçimlendirmekten korktuğu erdemler doğurmak için çalışmaya gönlü olmazdı. (...)

Ama Tanrısız doğan insan silahsızdır, açlık, korku, ve soğuktan silinir gider yeryüzünden; bunları yense bile, aslanlarla bit arasında kabuksuzbir sümüklüböcekgibi sürünüp büyük çaba göstererek arka ayakları üstünde durmayı başarsa bile, annesi maymunun sıkı, sıcak ve yumuşak kucağından hiçbir zaman kaçamaz...

579 - İlkin onu iyi bir adam olarak ele almışlardı, dünyaya sevgi getiren bir aziz gibi. Sonra peygamber olarak düşünmüşlerdi, eski peygamberler gibi vahşi değil, yumuşak ve evcil bir peygamber olarak.

594 - Kahrolasıca, bir Tanrı olaydım ah... Dünya bir pamuk ipliğine asılı durmaktadır. O ipliği keserdim ben... (Meyhaneci)

598 - Ne zaman dönmeyi bırakıp duracaksın, yel değirmeni seni!

600 - O ölmedi. Ölenler, ölümsüzlüğe geç kalanlardır. O geç kalmadı. Tanrı ona zaman bıraktı.

607 - Hiç olmuş mudur, bir peygamber ulusunu kurtarmak için ortaya çıkmış olsun da, ulusu onu taşlayarak öldürmemiş olsun.

608 - Göklerin hakimiyetini elde etmek için ille de ölümden geçmesi mi gerekiyordu yolun? Yok muydu başka yol? Basit adamlardı bunlar, yoksul, okuma yazma bilmez, gündelikçi işçilerdi, dünyaysa zengin ve güçlüydü, onunla nasıl savaşabilirlerdi ki? Melekler gökten inip de onların yardımına koşsaydı bari! Ama havarilerin hiçbiri yeryüzünde yürüyen, yoksula ve horgörülene yardım eden bir melek görmemişlerdi.

633 - Evim yok benim, dedi, annem yok, sen kimsin? (İsa, Meryem'e)

646 - Roma... Hiçbir tanrıya inanmamasına rağmen, korkmadan ve alaylı bir tenezzül ile bütün tanrıları sarayında ağırlamaktadır...

652 - Baba ile oğul aynı kökten gelmektedir. Birlikte çıkarlar göğe, birlikte inerler cehenneme. Birine vurursan ikisi de yaralanır; biri bir yanlışlık işlerse, ikisi de ceza görür. Sen, yüzbaşı ava çıkıyor ve bizi öldürüyorsun, İsrail'in Tanrısı da senin kızına inme indiriyor.

655 - Mucize aramadan Tanrı'ya inananlara ne mutlu.

660 - Elini kızın sarışın saçları üstüne koydu, uzun bir süre öylece bıraktı. Gözlerini kapadı, başın sıcaklığını, saçın yumuşaklığını ve kadının tatlılığını duyuyordu. (küçük çocuk)

662 - Tanrı bu kutsal adamın söylediği sözleri, yaptığı mucizeleri bir bir yazsın diye, unutulmasın diye, gelecek kuşaklar onları bilsin, onlar da kurtuluş yolunu seçsinler diye, onu bu kutsal adamın yanına katmıştı. Bu Tanrı'nın ona verdiği bir ödevdi, şüphe etmiyordu. Okuma yazma biliyordu; bu bakımdan, ağır bir sorumluluk düşüyordu ona: Bütün kaybolmak üzere olanları yakalamak, sayfalara yazarak onları ölümsüz yapmak ödeviydi bu. Havariler, varsın ondan nefret etsinlerdi, bir zamanlar vergi toplayıcısı olduğundan varsın yanına gitmesinlerdi. Tövbe etmiş bir günahkarın, hiçbir günah işlememiş bir adamdan daha iyi olduğunu onlara şimdi gösterecekti. (Matta)

663 - Biz kendi tarafımızdan, siz zavallılar için çalışıyoruz, sizler kurtulasınız diye. Siz de kendinizce bize yardım edebilirsiniz, bizi açlıktan ölmeye bırakmayın. İnsanlığı kurtarmak için, azizlerinde dahi yemek yemesi gerektiğini unutmayın.

664 - Kurtarılırsanız, ey zavallı yaratıklar, bana verdiğiniz ekmek, zeytin ve yağ sayesinde kurtulmuş olacaksınız!

667 - Toprağı kazacağına, tahta oyacağına ya da balık avlayacağına hala gölgesiyle mi boğuşup duruyordu; bir eş alsaydı ya kendine (kadınlar da Tanrı'nın yaratıklarıydı), onunla yatsaydı ya!

668 - Başörtüsünü unutarak saçları omuzlarında darmadağın dışarı fırladı....mavimsi siyah saçları yere saçılmıştı, yine o eski lanetli koku duyuluyordu.

669 - Bütün günahların bağışlandı, çünkü çok sevdin.

670 - Sana bakıyorum, çünkü kadın erkeğin vücudundan çıktı, ama bedenini hala onunkinden ayıramıyor. Ama senin, göğe bakman gerek, çünkü erkeksin, erkek Tanrı tarafından yaratılmıştı. (Magdalena, İsa'ya)

677 - Bütün ruhlara üfleyebilseydim ah, ve bağırsaydım onlara, uyan, diye.

682 - Bedene dikkat etmen doğru bir şeydir. Beden, çölü geçmek için ruhun bindiği bir devedir. Bu yüzden ona bakmak gerekir...

686 - Tantana, yüksek rütbe, ipek, altın yüzükler, bol bol yiyecek ve dünyayı Yahudi topuğu altında duymak: Buydu göklerin hakimiyeti.

711 - Doğruyu yanlışı nasıl anlarsın sen, sen ki bir avuç toprak? Yedi katı vardır hakikatin. En üstte Tanrı'nın hakikati vardır ki insanların hakikatine hiçbir bakımdan benzemez. İşte bu hakikati bağırıyorum kulağına, ey İncil Vaizi Matta....

716 - O bir erkek değildi, sözlere ihtiyacı yoktu. Bir keresinde İsa'ya şöyle demişti: "Efendimiz, bana niçin gelecek hayattan söz ediyorsun? Biz erkek değiliz, başka, sonsuz bir hayat ihtiyacı duymayız, kadınız biz, bizler için erkeklerle geçirdiğimiz bir an sonsuz cennettir, sevdiğimiz erkekten uzak bir an ise, sonsuz cehennem. Biz yeryüzünde sonsuzluğu yaşıyoruz."

721 - Bazen bir kadının sözleri erkeğe sevinç verir, bazen de öfke. Magdalena bunu bildiği için susuyordu.

735 - Ne diye burada oturmuş, yiyor, içiyor, ateş yaktırıyor ve öğle akşam sofra kurduruyordu! Zamanını boşuna harcıyordu. Dünyayı böyle mi kurtaracaktı? Kendinden utanmıyor muydu?

760 - Ama Tanrı böyle kendine işkence etmesine izin veriyor, herhalde sevdiği için onu cezalandırıyor, yaşlı adam böylece avuntu buluyor, diye düşünüyordu.

762 - Kadınların önsezilerine inandığı için yüreği hop etmişti. 

787 - Sonra canlılarla ölüleri yargılamak için bütün ihtişamımla döneceğim.
Ne zaman?
Beni görmeden şimdiki kuşağın çoğu ölmeyecek.

792 - ...vergi toplayıcısını kucaklayarak dudaklarından öptü. (Petrus, Matta'yı)

798 - Kimi seçsin istiyordun Magdalena? Yel değirmeni Petrus'u mu, budala Yahya'yı mı, yoksa seni mi, seni, bir kadını?

800 - Kutsal yasa ile oraya erişemiyor musun peki? Kutsal yazılarımızın ne dediğini bilmiyor musun ki? Bu yasa, Tanrı dünyayı kurmadan dokuz yüz on dört kuşak önce konmuştu. Postunu verecek hayvan o sırada bulunmadığından, parşömen kağıdı üstüne yazılmamıştı; tahta üstüne de yazılmamıştı, çünkü ağaç filan yoktu; taş üstüne de yazılmamıştı: Henüz taş da yoktu. Rabbin sol kolu üstündeki  beyaz ateş üstüne kara alevlerle yazılmıştı.

810 - Havarilerin yemeği bitmişti. Söz dinlemek üzere gevezeliklerini kısa kestiler. Marta sofrayı temizledi; iki Maria İsa'nın ayakları dibine çöktüler. Ara sıra biri ötekinin kollarına, göğsüne, gözlerine, ağzına ve saçına bakıyor, hangisinin daha güzel olduğunu kaygı içinde hesaplıyorlardı.

843 - Sen yazasın diye konuşmuyorum Matta. Tevekkeli değil katiplere horoz demişler. Kalemini kağıdını alıp ateşe atasım geliyor.

867 - "Tanrı'nın ve efendimizin buyruğuna karşı gelemeyiz. Peygamberlerin dediği gibi senin görevin ölmek, efendimiz; bizimkiyse, yaşamak; yaşayalım ki, söylediğin sözler kaybolup gitmesin. Onları kutsal yazılara katacağız, yasalar yapacağız, kendi havralarımızı kuracağız, kendi yazıcılarımız ve Farisilerimiz olacak."

İsa dehşete kapılmıştı. "Sen ruhu çarmıha geriyorsun, Yakup," diye bağırdı. "Hayır, hayır, böyle yapmanızı istemiyorum!"

879 - ...Yahuda'nın ağır kokulu ağzı kendisininkine yapıştıktan sonra ancak...

881 - "Bıçağını kınına sok," diye buyurdu. "Bıçağa bıçakla karşı geleceksek, dünya ne zaman bıçaklamalardan kurtulur sonra?"

927 - Dünyada yalnızca bir kadın var, sayısız yüzlü bir tek kadın. Biri düştü mü biri çıkıyor. Maria Magdalena öldü. Lazar'ın kızkardeşi Maria yaşıyor ve bizi bekliyor, seni bekliyor. Magdalena'nın ta kendisi ama başka bir yüzü var. Dinle bak... Yeniden iç çekti. Gidip avutalım onu. Rahminde, senin için Nasıralı İsa, senin için sevinçlerin en büyüğünü saklıyor. Bir oğul, senin oğlunu.

931 - Böyle gelir Kurtarıcı dediğin: yavaş yavaş bir öpüşten ötekine, oğuldan oğula. Budur yol.

933 - Kadın cennetin kapısına gelince durup soracaktır, "Rabbim, dostlarım da girsin mi içeri?" diye. 
"Ne dostları?" diye soracaktır Tanrı.
"Yanımdakiler; hamur teknesi, beşik, lamba, testi ve tezgah. Onları almazsam yanıma ben de girmem içeri."
İyi yürekli Tanrı gülecektir:
"Siz kadınsınız, sizden lütuf esirger miyim? Girin hepiniz de." Cennet hamur tekneleriyle, beşiklerle ve tezgahlarla öylesine dolu ki, azizlere yer kalmadı."

936 - "Her kadının rahminde sessiz ve yumuşak bir bebek vardır. Açın kapıları, çıksın dışarı! Gebe kalmayan katildir... Ağlıyor musun Maria?"

"Ne diyebilirim ki efendimiz? Kadın başka nasıl karşılık verebilir ki?"
Marta kollarını iki yana açtı. "Biz kadınlar,"dedi, "kapanmayacak şekilde açılmış bulunan iki koluz. Gel efendimiz. Otur. Buyur. Evin efendisi sensin."

940 - Tanrı görmesin diye işli yorganın altına gizlendiler ve birbirlerini okşamaya başladılar.

947 - Adından ona neydi, nereden geldiği ve biçim olduğu, yüzünün rengi, güzelliği veya çirkinliği? Yeryüzünün kadınsı yüzüydü, işte o kadar. Rahmi onu boğuyordu; içinde sayısız oğullar, kızlar soluk alamadıklarından, dışarı çıkamadıklarından boğulur gibiydiler. Onlara yol açsın diye gelmişti erkeğine. 

948 - Marta ile Maria hangisi daha çok doğuracak diye yarışıyorlardı.

959 - Tarla fareleri ve sincaplar gibi avludaki ağaçlara, duvarlara tırmanacaklar neredeyse. Ölüme savaş açtık Maria. Kadınların uzuvları kutlu olsun. Belığınki gibi yumurtayla dolu, her bir yumurta bir insan. Ölüm bizi yenemez.

960 - Maria uzun saçlarını sallayarak güldü, "Onlar erkek kaygıları," dedi. "Hayır, Tanrı'nın rahmetini aradığım yok.Ben bir kadınım. Kocamda arıyorum rahmeti.Tanrı'nın kapısını da çaldığım yok, çalıp da dilenci gibi cennetin sonsuz renklerini aradığım yok. Sonsuz zevkleri erkeklere bırakalım!"

"Sonsuz zevkleri erkeklere mi?" dedi İsa çıplak omuzlarını okşayarak. "Sevgili karım, yeryüzü bir harman yeri. Burada kendini nasıl kilitlersin, kaçmak istemezsin?"

"Bir kadın ancak sınırlar içinde mutlu olur. Biliyorsun bunu efendimiz. Kadın bir haznedir, fışkıran kaynak değil."

969 - "Bu dünyanın pisliğinde, yoksulluğunda, çürümüşlüğünde Çarmıha Gerilen ve Dirilen İsa, namuslu, hakkı yenmiş olan kimselerin biricik avuntusu oldu. Doğru, yanlış ne fark eder! Dünya kurtulsun yeter!"

"Yalanla kurtulacağına, hakikatle yok olması yeğdir dünyanın."

970 - "Hayır susmayacağım. Hakikati aldatmayı umursamıyorum, onu görmüş olayım olmayayım, çarmıha gerilmiş olsun olmasın ne fark eder... Ben hakikati yaratıyorum, inat, özlem ve inanötan yaratıyorum onu. Onu bulmak için çabaladığım yok. Ben kuruyorum onu. İnsandan daha yüksek kuruyorum, böylece insanı büyütüyorum. Dünya kurtulacaksa. Senin çarmıha gerilmen -işitiyor musun- gerekli, ille de gerekli, sen ister ise, ister isteme, ben seni çarmıha gereceğim. Dirilmen ille de gerekli senin için, ister iste, ister isteme, ben seni dirilteceğim. Sen istersen burada sefil köyünde otur, beşik, tekne ve çocuk yap. Bilmek istiyorsan,  havaya senin biçimini zorla vereceğim. Vücudunu, dikenli tacını, çivilerini, kanı... Bütün bu işler kurtuluş mekanizmasının birer bölümü. Her şey gerekli. Yeryüzünün ta ucunda da sayısız gözler yukarı bakıp seni havada çarmıha gerilmiş görecekler. Ağlayacaklar, gözyaşları da ruhlarını günahlarından arıtacak. Ama üçüncü günü seni mezardan kaldıracağım, çünkü dirilme olmadan kurtuluş olmaz. En korkunç düşman ölümdür. Ölümü yok edeceğim. Nasıl mı? Seni, İsa, Tanrı'nın oğlu, mesih olarak dirilterek! (...) Artık asna ihtiyacım bile yok. Hareket ettirmiş olduğun çark hızını aldı. (...) Sevin, diyerek, insanlığın içinde yaşayan bütün meleklerle cinleri salıvermiş oldun. 'Sevgi' senin sandığın gibi basit, durgun bir söz değil. Sevgide katliama uğrayan ordular, yanan şehirler ve bol kan vardır. Kan dereleri, gözyaşı dereleri. Dünyanın yüzü değişti. Şimdi sen istediğin kadar bağır, bağırmaktan sesin kısılsın. 'Ben öyle demek istmedim. Sevgi değil bu. Birbirinizi öldürmeyin! Hepimiz kardeşiz! Durun!' diye bağr istediğin kadar... Nasıl dururlar! Olan olmuştur artık!" (Paul)

983 - "Sus, efendimiz!" diye bağırdı Maria. "Bizim kadın olduğumuzu unutuyorsun, zayıf olduğumuzu..."

"Bağışla beni Maria,"dedi İsa. "Unuttum. Yürek yokuş çıkarken unutur böyle, amansız olur."

994 - Gençliğimde dünyayı kurtarmaya çıktım. Sonradan kafam olgunlaştıktan sonra hizaya geldim. İnsanların hizasına. İş görmeye başladım: Toprağı sürdüm, kuyular kazdım, asma ve zeytin diktim. Kadın bedeni aldım kollarımın arasına, insanlar yarattım, ölümü yendim. 

997 - Böyle mi yenilir ölüm? Çocuk yaparak, Şaron için lokma hazırlayarak! Çocuk dediğin nedir ki, Şaron'a lokma! Et pazarı oldun onun için, yiyecek et verip duruyorsun ona. Hain! Kaçak! Korkak!

1004 - Matta inliyordu: "Bütün ekmeğim boşa gitti, boşa, boşa! Sözlerini ve hareketlerini peygamberlerinkiyle ne güzel uyuşturmuştum! Kolay iş değildi, ama başarmıştım. Kendi kendime geleceğin havralarında dindarların kalın altın kaplı kitapları açıp: Bugünkü dersimiz Matta'ya göre İncil'den, diyeceklerini umardım hep. Bu düşünce bana kanat verir, yazar dururdum. Ama şimdi bütün ihtişam duman oldu gitti. Nankör seni! Okuma yazma bilmez adam! Hain! Sende suç. Çarmıha gerilmen gerekti. Evet, sırf benim uğruma bile olsa, bu yazılar kurtulsun diye çarmıha gerilmen gerekti!"