Ötüken Neşriyat
13.Basım: 1993
Peyami Safa'nın Fatih-Harbiye'sini getirmişim buraya, ne zaman getirdim, kimden aldım, hatırlamıyorum, üstüne not etmemişim. İnce diye hiç düşünmeden valize atmışım galiba. Aslında yıllar önce okumuştum, çok etkilenmiştim, biraz da rahatsız olmuştum. Konusunu pek hatırlamasam da son günlerde okuduğum romanlar bitince, kalın romanlara girişmeye cesaret edemeyince, "du bakiyim benim bu kitapla derdim neydi" diye başlayıverdim.
Bilmeyenler için özet geçeyim: Fatihli bir genç kız, Neriman, mahallesinde uslu uslu yaşayıp giderken, zamanla, farklı insanlar tanıdıkça, Beyoğlu'nda bambaşka bi hayat olduğunu fark eder. Kendi muhitinden gittikçe soğumaya başlar, medenileşmek, bu evden, çevresinden, mahallesinden kopup Beyoğlu'nda yaşamak arzusuyla yanıp tutuşur. Fakat O'nu bağlayan, şiddetle değil sevgiyle bağlayan bir babası, arkadaşları ve Şinasi vardır. Şinasi, lise çağından beri, yani yedi yıldır, hep Neriman'ın yanındadır. Sevgili-kardeş karışımı bi şey olmuşlardır. Neriman'ın babası Şinasi'yle çok iyi anlaşır (bu yüzden ilişkilerine hiç karışmaz). İkisi de batılılaşmanın tehlikelerinden kaçınmaya çalışan, kendi halinde fikir-sanat adamlarıdır. Neriman'ı doğru yola döndürmek için uğraşırlar.
Kitabı ya lisede okudum ya da üniversitenin başında, yani kendi Fatihimle Harbiyem arasına sıkıştığım zamanlarda. O zamanlar neden içimi sıktığını, beni derinden etkilediğini şimdi tekrar okuduğumda daha iyi anlıyorum. Bu kez yine sinirlendim, yarıda bırakasım geldi ama arada kalmışlıktan biraz da olsa kurtulduğum için, daha kolay sabredebildim, dışarıdan bi gözle izleyebildim olayları.
Yazar Peyami Safa olunca, psikolojik analizlerden ve edebi dilden keyif alınacağı garanti. Fakat bu psikolojik analizlerin arkasında muhafazakar bi bakış açısı olacağı da garanti. Yine de iyi bi psikolojik analize can kurban, toplumu derinden gözlemleyebilene can kurban. O yüzden, kitabı sevmemek mümkün değil. Yine de Neriman'ın sinir krizlerinde sarf ettiği "Beni anlamıyorsunuz" cümlesi en vurucu olan. Çünkü bunu O'na söyleten Peyami Safa bile iyice anlayamamış bence Neriman'ı. Üzücü ve sinirleri hoplatıcı olan bu. Çok önemli sorular doğuruyor kitap fakat bazıları hiç sorulmamış ve bazılarına ise doğru cevaplar verilmemiş bence.
Neriman neden batı yaşamına özeniyor? Neden dış görünüşten bu kadar etkileniyor? Neden bu kadar hassas bir psikolojisi var ki en ufak şeyde sinir krizi geçiriyor? Neden zihni çocuk kalmış, çevresinde tartışılan entelektüel konuları neden anlayamıyor? Neden ilk gördüğü Beyoğlu gencine kendini kaptırıyor?
Yazar tüm bunları yaptığı için Neriman'ı küçümsüyor ama O'nu suçlamıyor, aksine, O'na acıyor. Tek suçlu Batılılaşıp kendi değerlerimizi unutmamız için bizi zorlayan, kendini küçük gören devlet politikası. Fakat öyle mi gerçekten, kendimizde hiç mi suç yok?
Alıntılarla devam edeyim:
43 - Neriman'ın doğuyu miskinliğiyle kediye, batıyı atılganlığıyla köpeğe benzettiği kısımda yazar diyor ki: "Şark ve garbı temsil eden bu iki remiz, Neriman'ın zihninde iki zıt alemi o kadar müşahhas bir hale getirdi ki epey zamandanberi kendi kendine halletmeğe çalıştığı muammaların birçok anahtarlarını bulur gibi oluyordu; büyük bir kültürü olmıyan Neriman, ancak bu basit remizlerin zıddiyetleri arasında mukayeseler yaparak, kendine göre bazı fikirlere sahip olmıya başlamıştı. (...) Zekasının bakir ve mahrem bir tarafını göstermek isterken babasının karşısında soyunacakmış gibi utanıyordu."
Yani Neriman'ın kültürel, entellektüel arkaplanı zayıf. Neden zayıf? Babası dönüp dönüp aynılarını okusa da olsun, sürekli kitap okuyor, ney üflüyor. Şinasi müzikle içiçe, kemençe çalıyor, beste yapıyor. Neriman'ın yakın çevresindekilerin arada bir toplanıp müzik yaptığı bir grupları var, orada entellektüel konular da tartışılıyor. Anlıyoruz ki hepsi okuyan yazan insanlar. Neriman ve Şinasi'nin kızkardeşi Nezahat dışında hepsi erkek. Böyle bir ortamda yetişen Neriman, nasıl olur da babasına bir fikrini ifade edemeyecek denli kültürden yoksun kalır, korkar, özgüveni düşük olur?
Bence bunun tek açıklaması kızın zekasızlığı, Batı özentiliği, gösteriş düşkünlüğü falan olamaz. Her türlü fikrin açıkça konuşulduğu iddia edilen bu dost toplantılarında aslında bir şeyler savunulur, baskın bi bakış açısı vardır ve diğerleri, çaktırmadan çizilen toplumsal sınırlar dışına atılır. Batıyla ilgili herhangi bir şeyi savunmak ya da kendi toplumunu eleştirmek bu sınırların dışındadır. Bir de fiziksel sınırlar vardır: Efendi olmak dediğimiz şey. Dizlerini bitiştirip oturmak, büyükler konuşurken susmak vs. Gençler, özellikle kadınlar fikir konusunda muhatap alınmazlar. Muhatap alınmadıkça da özgüven gelişmez. Kısacası bizde fikrini doğru şekilde ifade edebilmenin önünde bir sürü engel vardır. Tüm bu engelleri aşıp kendini ifade edebilmek doğuştan bi yırtıklık gerektirir.
Yani Neriman'ın kültürel, entellektüel arkaplanı zayıf. Neden zayıf? Babası dönüp dönüp aynılarını okusa da olsun, sürekli kitap okuyor, ney üflüyor. Şinasi müzikle içiçe, kemençe çalıyor, beste yapıyor. Neriman'ın yakın çevresindekilerin arada bir toplanıp müzik yaptığı bir grupları var, orada entellektüel konular da tartışılıyor. Anlıyoruz ki hepsi okuyan yazan insanlar. Neriman ve Şinasi'nin kızkardeşi Nezahat dışında hepsi erkek. Böyle bir ortamda yetişen Neriman, nasıl olur da babasına bir fikrini ifade edemeyecek denli kültürden yoksun kalır, korkar, özgüveni düşük olur?
Bence bunun tek açıklaması kızın zekasızlığı, Batı özentiliği, gösteriş düşkünlüğü falan olamaz. Her türlü fikrin açıkça konuşulduğu iddia edilen bu dost toplantılarında aslında bir şeyler savunulur, baskın bi bakış açısı vardır ve diğerleri, çaktırmadan çizilen toplumsal sınırlar dışına atılır. Batıyla ilgili herhangi bir şeyi savunmak ya da kendi toplumunu eleştirmek bu sınırların dışındadır. Bir de fiziksel sınırlar vardır: Efendi olmak dediğimiz şey. Dizlerini bitiştirip oturmak, büyükler konuşurken susmak vs. Gençler, özellikle kadınlar fikir konusunda muhatap alınmazlar. Muhatap alınmadıkça da özgüven gelişmez. Kısacası bizde fikrini doğru şekilde ifade edebilmenin önünde bir sürü engel vardır. Tüm bu engelleri aşıp kendini ifade edebilmek doğuştan bi yırtıklık gerektirir.
45 - Faiz Bey (Neriman'ın babası), Neriman'ın kedi-Şark, köpek-Garp benzetmesine şöyle cevap verir: "Kimi adam vardır ki sabahtan akşama kadar oturur ve düşünür. Onun bir hazine-i efkarı vardır, yani fikir cihetinden zengindir; kimi adam da vardır ki sabahtan akşama kadar ayak üstü çalışır, mesela bir rençber, fakat yaptığı iş dört tuğlayı üstüste koymaktan ibarettir. Evvelki insan tenbel görünür velakin çalışkandır, diğer insan çalışkan görünür velakin yaptığı iş sudandır. Zira birisi maneviyat ile, zihin gayretiyle yapılan iştir; öbürü vücut ile, bedenle yapılan iştir. Maneviyat daima daha alidir, vücut sefildir. Yapılan işlerin farkı da bundandır."
Bence bu cevap yeterli değil. Keşke "her toplum kendine özgüdür, iyi-kötü yönü vardır, iyi yönlerimizi görmezden gelme" filan deseydi, daha tatmin edici olurdu. Bizim toplumumuz için neden bu kadar zor eksikliklerimizi kabul etmek? Hem fikir işi yapmayanları, işçileri küçümsemek de nedir? İkisinin de artısı/eksisi var deyip bunları açıklasa, hem kızının içindeki cahilce özentiliğin serpilip gelişmesini engellerdi, hem de daha gerçekçi bi cevap vermiş olurdu. "Fikir her zaman eylemden üstündür" cümlesinde kibirden bol ne var? Yazara sorsan, Faiz Bey'de kibrin k'sını bulamazsın.
46 - ...babasının malumatı ve mantıkiyle mücadeleye kendini muktedir bulmuyordu. Yine Neriman'dan bahsediliyor. İşte bu çok acı. Halbuki babasını düşman gibi görmese, babasının yaşı itibariyle kendisinden çok daha bilgili olduğunu baştan kabul ederek tartışabileceği bir ortam olsaydı, kendini daha düzgün ifade edebilirdi, haksızsa, haksız olduğuna ikna olması da daha kolay ve iki taraf için de acısız olurdu. Fakat ne yazık ki bizde, ebeveynine itiraz etmeye hazırlanan çocuk, yaşı kaç olursa olsun, büyük bi savaşa girdiğini hisseder.
53 - Kitabın anafikri, Neriman gibilerinin bozulmasının sebebi şöyle açıklanıyor: Lozan sulhundan sonra, resmi Türkiye'nin de kanunla herkese kabul ettirdiği bu asrileşme, Neriman'ın ruhunda gizli gizli yaşıyan bu iştiyaka en kuvvetli gıdasını vermişti. Akraba ve arkadaşlarından, örneklerden, gittikçe medenileşen İstanbul'un dekorundan, kitaplardan, resimlerden, tiyatro ve sinemalardan gelen bu telkinler, yeni kanunlarda müeyyidesini bulmuş oluyordu.
Adalet Ağaoğlu'nu okuduktan sonra bu iddiaya itiraz etmek mümkün değil. Fakat tekrar ediyorum, başka dünyaları gören gençlerin kendi kültürünü küçümsemesinin sebepleri de araştırılmalıydı bence. Neriman, Beyoğlu'lu Macit'i tanıyana kadar halinden memnun gibiydi. O zamana kadar bu dünyalarla hiç tanıştırılmaması, aman de ne kadar ahlaksızlar diye uzak tutulması, yasak meyve haline sokulmasıydı bence en büyük sebep. Bu durum hala böyle. Kendi kültürümüzün yanlışlarından hiç bahsedilmemesi de gençlerin yeni dünyaları keşfettikçe bu yanlışları kendi başlarına keşfetmek zorunda kalmasından, o zamana kadar güvenip saygı duyduğu büyükleri tarafından aldatılmış hissetmesine sebep oluyor.
87 - Şinasi'nin arkadaşı Ferit'ten bahsediliyor: Bu bir entellektüeldi ve yalnız bir Türk kızının ruhunda değil, Avrupa'nın göbeğinde, hala sahte kıymetlerinin yeniden tetkiki için şiddetli münakaşalara sebep olan medeniyet meselesinin, basitleşe basitleşe Neriman'ın ağzında aldığı bu gülünç formül tuhafına gitmişti.
İşte bunlar hep görmemişlik, sonradan görmelik... Neden daha önce göstermediniz peki? Hırsızın hiç mi suçu yok?
88 - Ferit: "Kadınlar, medeniyeti gözleriyle anlamaya mahkumdur. Bunlar, hakiki medeniyetçilerden daha bahtiyardırlar: Şekillerle iktifa ederler ve renklerin değişmesi onları eğlendirir. Fakat hakiki terakkiye inanan, kültür sahibi bir İngiliz kızın sükutu hayalini düşünün! Her şeye vasıl olmuş, fakat hiçbir şey bulamamıştır. İçlerinde intihar edenler var. Bu daha fena. Zira onlar için medeniyet, cazip bir renkler aleminden ibaret değildir. Onlar bütün ümitlerini insanlığın muhteva olarak tekamülüne bağlamışlar ve büyük harp misaliyle de aldandıklarını anlamışlardır. Onlar ideal sahibidirler; bizimkiler fantezi düşkünü; onların aldanışı daha korkunçtur."
Bu iddia, Ekşisözlük'teki Türk Kızı başlığı altında yapılan yorumları hatırlattı bana. O zamanlar da Türk kızının her yaptığına bok atılır, yabancılarınki göklere çıkarılırmış demek ki... Bir anda medenileşmeye zorlanan toplumda sonradan görmelikler olması normal fakat bunu kadınların, özellikle Türk kadınlarının bir özelliği diye anlatıp, bu sonradan görmeliğin kökenine inmemek, büyük bir yazara yakışmıyor bence.
102 - Neriman'dan bahsediliyor: "Ah... Benim zıddıma gitmemeli... Bana karşı ters hareket etmemeli... Ben vicdansız bir kız değilim." diye düşündü ve bir çok insanlar için, bir çok anlarda tabii olan bu mizacı kendisine mahsus bir huy zannetti.
Neriman'a vurmanın bi fırsatını daha bulmuş, kaçırmamış yazar.
107 - Bir ayrıntı. Ferit'in evindeki entellektüel toplantıda Ziya Gökalp referans gösterilmiş: "Ziya Beye, daha doğrusu onun kabul ettiği içtimai nazariyeye göre her kültür (o buna hars diyor) milli kalmalıdır ve milli kalmıya mahkumdur; tekniğe gelince, bu beynelmileldir; fakat bunlar müphem tabirlerdir. Her alim kültür meselesine başka başka medluller tayin etmiştir."
110 - Ferit'in Batının Doğulaşma isteği üzerine yorumları: "Bugünkü Garp medeniyeti, gittikçe, terkibine daha fazla miktarda karışan çeliği hazmedemiyor ve kusmak istiyor. Onu makineleşmekten ve büyük sanayiin barbarlaştırıcı, hayvanlaştırıcı tesirlerinden kurtarmak için, terkibinde Şark unsurlarının çoğaltılması lazımdır. (...) Mihaniki beşeriyet, Şarktan biraz muhayyele ve metafizik tasavvurlar dileniyor."
Yine aman kendimizde hiç eksik görmeyelim, aman maneviyatımızla, mistisizmimizle ne kadar mükemmel olduğumuzu vurgulayıp duralım diyen türden bir iddia...
110 - Yine Ferit'ten inciler: "Şarkla Garbın mültekasında olan Türkiye, Garptan tesir almakta tereddüt etmemelidir. Ancak, bu tesir, bizim tarafımızdan yapılacak mukabil bir tesiri ihlal etmiyecek derecede kalmalı, yani kültürümüzün güzel ve halis köklerine kadar nüfuz etmemelidir."
Bizim kültürümüzün hangilerinin güzel, hangilerinin kötü olduğuna nasıl karar vereceğiz peki? Kitapta çok bariz bir örnek verilmiş, okullarda alaturka müzik bölümlerinin kapatılması. Bu tabii ki yanlış fakat kültür ne yazık ki sadece sanattan ibaret değil. Günlük hayatımızdaki kısmı en çok acı vereni ve değiştirmesi, yasaklanması en zor olanı. Mesela büyüklerin yanında konuşmamak kültürünü silip atsak istiyorum, bıraktım Fatih-Harbiye'nin yazıldığı zamanı, şimdi bile bi sürü kişi itiraz eder buna.
----
Bu kitaba bu kadar itiraz etmemin sebebi, tabii ki kendi hayatımı hatırlatması. Son günlerde ev taşıma sırasında ortaya çıkan lise günlüklerime göz attım. Neriman kadar mantıksızca dışa vurmasam da, ben de benzer konularda isyanlarla doluymuşum o zamanlar. Önceleri televizyonda gördüğüm, lisede ilk defa kendimi içinde buluverdiğim bambaşka bi dünyada bildiğin bocalamışım. Evde erkek arkadaşlarımın (sevgili değil) adı geçtiğinde dahi suratlar asılıvermiş. Bir arkadaşımla çarşıda karşılaşmışım ve yanak yanağa değdirmek suretiyle selamlaşmışız ve bunun, bir erkekle bir kadının yanak yanağa öpüşmesinin doğru olmadığını söylemiş babam. Günlüğüme "bunda ne kötülük var?" diye yazmışım korka korka. Babamın haklı olduğuna inanmak istemişim belli ki, çünkü çok saygı duymuşum ona. Okul gezilerine gitmek için çok fazla çabalamam gerekmiş, ailem izin vermemiş, üstelik belli bi sebep de belirtmemiş. Keşke demişim, sebep para olsa... "Biz başkalarına benzeyemeyiz" demiş babam, bi sebep söylemesi için ısrar ettiğim zamanlardan birinde. Neden? Nedir bu kadar kötü olan başkalarında? Nedir bizi bu kadar mükemmel yapan?
Daha sağlıklı bi evlat yetiştirmek için, başkalarının arasına karışmasını ama kendi karakterini bulmasını teşvik etmek, böylece özgüvenini sağlam kılmak daha doğru olmaz mıydı? "Biz" deyip durmak yerine kendi doğrularını bulmasını öğütlemek daha iyi olmaz mıydı? Doğduğu ailenin kurallarına -onaylayıp onaylamadığı sorulmaksızın- uymak zorunda kılınan gencin, özellikle ergenlik döneminde saçma sapan şeyler yapması kaçınılmaz değil mi? Bu zorunluluğu yaratan bizim o yere göğe sığdıramadığımız kültürümüz değil mi?
Dönüp dönüp aynı şeyleri dağınık bi şekilde söyledim sanırım. Kusura bakmayınız. Şimdilik bu kadar.
Bence bu cevap yeterli değil. Keşke "her toplum kendine özgüdür, iyi-kötü yönü vardır, iyi yönlerimizi görmezden gelme" filan deseydi, daha tatmin edici olurdu. Bizim toplumumuz için neden bu kadar zor eksikliklerimizi kabul etmek? Hem fikir işi yapmayanları, işçileri küçümsemek de nedir? İkisinin de artısı/eksisi var deyip bunları açıklasa, hem kızının içindeki cahilce özentiliğin serpilip gelişmesini engellerdi, hem de daha gerçekçi bi cevap vermiş olurdu. "Fikir her zaman eylemden üstündür" cümlesinde kibirden bol ne var? Yazara sorsan, Faiz Bey'de kibrin k'sını bulamazsın.
46 - ...babasının malumatı ve mantıkiyle mücadeleye kendini muktedir bulmuyordu. Yine Neriman'dan bahsediliyor. İşte bu çok acı. Halbuki babasını düşman gibi görmese, babasının yaşı itibariyle kendisinden çok daha bilgili olduğunu baştan kabul ederek tartışabileceği bir ortam olsaydı, kendini daha düzgün ifade edebilirdi, haksızsa, haksız olduğuna ikna olması da daha kolay ve iki taraf için de acısız olurdu. Fakat ne yazık ki bizde, ebeveynine itiraz etmeye hazırlanan çocuk, yaşı kaç olursa olsun, büyük bi savaşa girdiğini hisseder.
53 - Kitabın anafikri, Neriman gibilerinin bozulmasının sebebi şöyle açıklanıyor: Lozan sulhundan sonra, resmi Türkiye'nin de kanunla herkese kabul ettirdiği bu asrileşme, Neriman'ın ruhunda gizli gizli yaşıyan bu iştiyaka en kuvvetli gıdasını vermişti. Akraba ve arkadaşlarından, örneklerden, gittikçe medenileşen İstanbul'un dekorundan, kitaplardan, resimlerden, tiyatro ve sinemalardan gelen bu telkinler, yeni kanunlarda müeyyidesini bulmuş oluyordu.
Adalet Ağaoğlu'nu okuduktan sonra bu iddiaya itiraz etmek mümkün değil. Fakat tekrar ediyorum, başka dünyaları gören gençlerin kendi kültürünü küçümsemesinin sebepleri de araştırılmalıydı bence. Neriman, Beyoğlu'lu Macit'i tanıyana kadar halinden memnun gibiydi. O zamana kadar bu dünyalarla hiç tanıştırılmaması, aman de ne kadar ahlaksızlar diye uzak tutulması, yasak meyve haline sokulmasıydı bence en büyük sebep. Bu durum hala böyle. Kendi kültürümüzün yanlışlarından hiç bahsedilmemesi de gençlerin yeni dünyaları keşfettikçe bu yanlışları kendi başlarına keşfetmek zorunda kalmasından, o zamana kadar güvenip saygı duyduğu büyükleri tarafından aldatılmış hissetmesine sebep oluyor.
87 - Şinasi'nin arkadaşı Ferit'ten bahsediliyor: Bu bir entellektüeldi ve yalnız bir Türk kızının ruhunda değil, Avrupa'nın göbeğinde, hala sahte kıymetlerinin yeniden tetkiki için şiddetli münakaşalara sebep olan medeniyet meselesinin, basitleşe basitleşe Neriman'ın ağzında aldığı bu gülünç formül tuhafına gitmişti.
İşte bunlar hep görmemişlik, sonradan görmelik... Neden daha önce göstermediniz peki? Hırsızın hiç mi suçu yok?
88 - Ferit: "Kadınlar, medeniyeti gözleriyle anlamaya mahkumdur. Bunlar, hakiki medeniyetçilerden daha bahtiyardırlar: Şekillerle iktifa ederler ve renklerin değişmesi onları eğlendirir. Fakat hakiki terakkiye inanan, kültür sahibi bir İngiliz kızın sükutu hayalini düşünün! Her şeye vasıl olmuş, fakat hiçbir şey bulamamıştır. İçlerinde intihar edenler var. Bu daha fena. Zira onlar için medeniyet, cazip bir renkler aleminden ibaret değildir. Onlar bütün ümitlerini insanlığın muhteva olarak tekamülüne bağlamışlar ve büyük harp misaliyle de aldandıklarını anlamışlardır. Onlar ideal sahibidirler; bizimkiler fantezi düşkünü; onların aldanışı daha korkunçtur."
Bu iddia, Ekşisözlük'teki Türk Kızı başlığı altında yapılan yorumları hatırlattı bana. O zamanlar da Türk kızının her yaptığına bok atılır, yabancılarınki göklere çıkarılırmış demek ki... Bir anda medenileşmeye zorlanan toplumda sonradan görmelikler olması normal fakat bunu kadınların, özellikle Türk kadınlarının bir özelliği diye anlatıp, bu sonradan görmeliğin kökenine inmemek, büyük bir yazara yakışmıyor bence.
102 - Neriman'dan bahsediliyor: "Ah... Benim zıddıma gitmemeli... Bana karşı ters hareket etmemeli... Ben vicdansız bir kız değilim." diye düşündü ve bir çok insanlar için, bir çok anlarda tabii olan bu mizacı kendisine mahsus bir huy zannetti.
Neriman'a vurmanın bi fırsatını daha bulmuş, kaçırmamış yazar.
107 - Bir ayrıntı. Ferit'in evindeki entellektüel toplantıda Ziya Gökalp referans gösterilmiş: "Ziya Beye, daha doğrusu onun kabul ettiği içtimai nazariyeye göre her kültür (o buna hars diyor) milli kalmalıdır ve milli kalmıya mahkumdur; tekniğe gelince, bu beynelmileldir; fakat bunlar müphem tabirlerdir. Her alim kültür meselesine başka başka medluller tayin etmiştir."
110 - Ferit'in Batının Doğulaşma isteği üzerine yorumları: "Bugünkü Garp medeniyeti, gittikçe, terkibine daha fazla miktarda karışan çeliği hazmedemiyor ve kusmak istiyor. Onu makineleşmekten ve büyük sanayiin barbarlaştırıcı, hayvanlaştırıcı tesirlerinden kurtarmak için, terkibinde Şark unsurlarının çoğaltılması lazımdır. (...) Mihaniki beşeriyet, Şarktan biraz muhayyele ve metafizik tasavvurlar dileniyor."
Yine aman kendimizde hiç eksik görmeyelim, aman maneviyatımızla, mistisizmimizle ne kadar mükemmel olduğumuzu vurgulayıp duralım diyen türden bir iddia...
110 - Yine Ferit'ten inciler: "Şarkla Garbın mültekasında olan Türkiye, Garptan tesir almakta tereddüt etmemelidir. Ancak, bu tesir, bizim tarafımızdan yapılacak mukabil bir tesiri ihlal etmiyecek derecede kalmalı, yani kültürümüzün güzel ve halis köklerine kadar nüfuz etmemelidir."
Bizim kültürümüzün hangilerinin güzel, hangilerinin kötü olduğuna nasıl karar vereceğiz peki? Kitapta çok bariz bir örnek verilmiş, okullarda alaturka müzik bölümlerinin kapatılması. Bu tabii ki yanlış fakat kültür ne yazık ki sadece sanattan ibaret değil. Günlük hayatımızdaki kısmı en çok acı vereni ve değiştirmesi, yasaklanması en zor olanı. Mesela büyüklerin yanında konuşmamak kültürünü silip atsak istiyorum, bıraktım Fatih-Harbiye'nin yazıldığı zamanı, şimdi bile bi sürü kişi itiraz eder buna.
----
Bu kitaba bu kadar itiraz etmemin sebebi, tabii ki kendi hayatımı hatırlatması. Son günlerde ev taşıma sırasında ortaya çıkan lise günlüklerime göz attım. Neriman kadar mantıksızca dışa vurmasam da, ben de benzer konularda isyanlarla doluymuşum o zamanlar. Önceleri televizyonda gördüğüm, lisede ilk defa kendimi içinde buluverdiğim bambaşka bi dünyada bildiğin bocalamışım. Evde erkek arkadaşlarımın (sevgili değil) adı geçtiğinde dahi suratlar asılıvermiş. Bir arkadaşımla çarşıda karşılaşmışım ve yanak yanağa değdirmek suretiyle selamlaşmışız ve bunun, bir erkekle bir kadının yanak yanağa öpüşmesinin doğru olmadığını söylemiş babam. Günlüğüme "bunda ne kötülük var?" diye yazmışım korka korka. Babamın haklı olduğuna inanmak istemişim belli ki, çünkü çok saygı duymuşum ona. Okul gezilerine gitmek için çok fazla çabalamam gerekmiş, ailem izin vermemiş, üstelik belli bi sebep de belirtmemiş. Keşke demişim, sebep para olsa... "Biz başkalarına benzeyemeyiz" demiş babam, bi sebep söylemesi için ısrar ettiğim zamanlardan birinde. Neden? Nedir bu kadar kötü olan başkalarında? Nedir bizi bu kadar mükemmel yapan?
Daha sağlıklı bi evlat yetiştirmek için, başkalarının arasına karışmasını ama kendi karakterini bulmasını teşvik etmek, böylece özgüvenini sağlam kılmak daha doğru olmaz mıydı? "Biz" deyip durmak yerine kendi doğrularını bulmasını öğütlemek daha iyi olmaz mıydı? Doğduğu ailenin kurallarına -onaylayıp onaylamadığı sorulmaksızın- uymak zorunda kılınan gencin, özellikle ergenlik döneminde saçma sapan şeyler yapması kaçınılmaz değil mi? Bu zorunluluğu yaratan bizim o yere göğe sığdıramadığımız kültürümüz değil mi?
Dönüp dönüp aynı şeyleri dağınık bi şekilde söyledim sanırım. Kusura bakmayınız. Şimdilik bu kadar.