Son zamanlarda izlediğim filmleri bi toparlayayım zira çok az izliyorum, zor olmayacak...
Otobüs (1974). Yönetmen: Tunç Okan. Adalet Ağaoğlu'nun bir kitabında geçiyordu, aklıma yazmışım ordan. (Sonra aynı yönetmenin Fikrimin İnce Gülü'nden uyarladığı Sarı Mersedes'inden nefret etmiş, hatta dava etmiş filmi Ağaoğlu, ama olsun). Youtube'da var. Çok enteresan bi film. Özünde Türkiye/Yeşilçam yapımı olmadığı belli. Çakalın biri, bir otobüs Türkü İsveç'e götürür, işçi olarak. Stockholm'de bi meydana park eder otobüsü ve olaylar gelişir. Tabi film karamsar, çünkü gerçekçi. Hatta belki biraz da aşırı gerçekçi. Yok artık, diyor insan arada.. Tüm rahatsız ediciliğine rağmen, dünyadan bihaber Anadolu köylüsünün Avrupa'ya gelmesindeki absürdlüğü, kültürler arası uçurumu göstermesi açısından, bu konuya az buçuk da olsa ilgi duyanlar için mutlaka izlenmesi gereken filmlerden. Belli bi başrol yok. Otobüstekilerin hepsi başrol sayılabilir. Tuncel Kurtiz de onlardan biri.
Mavi Pansiyon (2011). Yönetmen: Nezih Ünen. Anadolu'nun Kayıp Şarkıları'nın da yönetmeniymiş. Şaşırdım. Filmi hiç sevmedim çünkü. Oyunculuklar vasat, alıp götürmüyor, konuşmalar vasat, senaryo sıradan, derdi olmayan kendine dert arayan bi aşk hikayesi. O belgeseli yöneten adam, nası bu filmi çekmiş olabilir? Para lazımdı demek ki, diyesi geliyor insanın. Özlem Tekin var, afişi de renkli, iç açıcı, laylaylom görünüyor diye eklemişim Youtube Daha Sonra İzle listeme belli ki. Hakkaten öyle. Kafa yormadan, oyalanmak için izlenir. Ama o amaçla bile izlenecek daha güzel daha bi sürü film var.
Ma Vie de Courgette (Kabakçığın Hayatı) (2016). Yönetmen: Claude Barras. Yaklaşık bir saatlik bi animasyon. Stop-motion. (Bu teknikle yapılan filmlere ayrıca bi hayranlık duyuyorum. İnsan nası tek tek uğraşır bıdıcık bıdıcık şeylerle?) (Ayrıca koskoca metal yığını nası duruyo havada?) Otobüs gibi aşırı gerçekçi bi film izledim, azıcık insanlık dolayım da yarın uyanmak için tekrar bi sebebim olsun ama çok da yorgunum, 2-3 saatlik bi filmi kaldıramıycam, diyorsanız, Kabakçık tam size göre.
Otobüs (1974). Yönetmen: Tunç Okan. Adalet Ağaoğlu'nun bir kitabında geçiyordu, aklıma yazmışım ordan. (Sonra aynı yönetmenin Fikrimin İnce Gülü'nden uyarladığı Sarı Mersedes'inden nefret etmiş, hatta dava etmiş filmi Ağaoğlu, ama olsun). Youtube'da var. Çok enteresan bi film. Özünde Türkiye/Yeşilçam yapımı olmadığı belli. Çakalın biri, bir otobüs Türkü İsveç'e götürür, işçi olarak. Stockholm'de bi meydana park eder otobüsü ve olaylar gelişir. Tabi film karamsar, çünkü gerçekçi. Hatta belki biraz da aşırı gerçekçi. Yok artık, diyor insan arada.. Tüm rahatsız ediciliğine rağmen, dünyadan bihaber Anadolu köylüsünün Avrupa'ya gelmesindeki absürdlüğü, kültürler arası uçurumu göstermesi açısından, bu konuya az buçuk da olsa ilgi duyanlar için mutlaka izlenmesi gereken filmlerden. Belli bi başrol yok. Otobüstekilerin hepsi başrol sayılabilir. Tuncel Kurtiz de onlardan biri.
Köşeyi Dönen Adam (1978). Yönetmen: Atıf Yılmaz. Televizyonda hiç karşılaşmadığım bi Kemal Sunal filmi. Neden? Çünkü bol bol laf sokma, bol bol muhalefet var. Amerika'ya, dindar görünüp para peşinde koşana, saf saf kupon biriktirip zengin olma hayalleri kurarken sömürülene durmadan laf söylüyor film. Sonundaki sahne de her 1 mayıs'ta sosyal medyada en az bir defa karşımıza çıkan videodaki sahne. Hani Kemal Sunal saf saf yürürken bi anda 1 mayıs kortejinde bulur ya kendini, ha o işte... Bütün Atıf Yılmaz filmlerini izleme isteği doğurdu bu film bende. Gün gelecek, başarıcam bu planlı programlı film izleme işini, evet... (Kronolojik sırayla izleme planım yalan oldu)
Leviafan (2014). Yönetmen: Andrey Zvyagintsev. Rus filmi. Rusya'nın Nuri Bilge Ceylan'ı diye duymuş u., ondan izledik. Yoksa hiç duymamıştım ben. Hakkaten öyleymiş. Daha dün izledim, uzun uzun konuşmak için sindirmem lazım. Ama İspanyol filmi Gözlerindeki Sır'ı (El Secreto de Sus Ojos) anımsattı bana. Gözlerindeki Sır daha bi insancıl ilişkiler içeriyordu, insanın adalete inancı sarsılsa da, insana, bireye olan inancı devam ediyordu o filmde. Fakat Leviafan öyle değil. Spoiler: Filmdeki Kolya'nın evi gibi, her yeri pencere dolu. Soğuk memlekette o kadar pencereli ev insanın içini ısıtmıyor. Her an bi rüzgar esecek, yıkılacak gibi. Leviafan daha bi karanlık, soğuk, Rusya'da olduğunu belli eden cinsten. Benzerlik ise, iki filmin de bürokrasiden, dinden, güçten, iktidardan nefret ettirmesi insanı. Bi de bunda bi Soledad Villamil yok tabi... O'nun yeri nasıl doldurulabilir ki?