28 Kasım 2017

Film: Divines

Yönetmen: Houda Benyamina

Bir Fransız filmi. Divines, tanrısal, ilahi demekmiş Google çeviriye göre. Filmin Türkçe ismi ise "Dünya". 

Dün gece izledim. Hemen sonrasında yazmaya oturdum, bilgisayar başına. Ama filmi düşünmekten bi türlü devamı gelmedi cümlelerimin. Şimdi bi oturuşta yazıp kalkmak niyetindeyim, hadi bakalım...

Filmde Paris'in kenar mahallelerinde yaşayan iki genç kız var. Kenar mahalle ama site usulü, zamanında gökdelen gibi toplu konutlar inşa edilmiş, insanlar içine tıkılmış. Şehir düzenini bozan, uyum sağlamayan ya da sağlayamayan, fakir, sürekli işsiz insanlar... Dolayısıyla şehirden, düzenli geliri olan insanlardan uzakta durmaları istenmiş, buraya yerleştirilmişler. 

Bu arkaplan filmde anlatılmıyor aslında. Bourdieu'nün Dünyanın Sefaleti kitabından öğrendiklerimle kendim inşa ettim bu hikayeyi. Çünkü kalan her şey, kitapta anlatılan hayatlarla benzeşiyordu. Üstüne bir de filmin imdb sayfasında "Paris'in banliyöleri" derken, hemen yanında parantez içinde "HLMs" diye açıklama yapıldığını görünce tamam dedim, tahminlerim doğru. Çünkü HLM kısaltmasını bu kitaptan öğrenmiştim:

"HLM: Habitation a loyer modere: düşük kiralı konut olarak karşılanabilir. Kamunun sunduğu düşük kiralı ve ekseriyetle şehrin çeperlerinde bulunan ve yüksek bloklardan oluşan toplu konutlardır."

Kitaptan çok bahsettim bu blogda. Epey kalın. Psikopata bağlamamak için, hemen okuyup bitireceğim moduna sokmadım kendimi, arada bir açıp bir iki bölüm okuyup kapatıyorum. Psikopata bağlamaktan kastım sadece bi kitabı takıntı haline getirmek değil. Gözardı etmezsek yaşayamayacağımız şeyleri gözümüze gözümüze sokuyor yazar, yani Dünyanın Sefaleti'ni anlatıyor. 

Her bölümde bir sosyolog, bu kenar mahallelerden biriyle röportaj yapıyor. Kimisi göçmen; yerlilerle anlaşamıyor, kimisi yerli; göçmenlere alışamıyor. Kimisi sefalet içinde yetiştiği için sefaletten başka bir geleceği olabileceğine inanmıyor, ki okudukça haklı da buluyor insan bu karamsarlığını. Suça bulaşıyor tabi. Ufak tefek hırsızlıklar yapıyor. Sonra işleri büyütüyor, başına işler açılıyor. Düzenli bir işe girip az da olsa düzenli para kazanmak isteyenler de bir noktadan sonra tutunamıyor çünkü geldikleri mahalle belli, adı çıkmış, ömrü işlemediği ama işleme ihtimali olduğu düşünülen suçlar için kendini aklamaya çalışmasıyla geçiyor. Kimisi sendikacı; sendikacılığın eski ruhunu yitirdiğinden, insanların patrona itiraz etmek yerine birbirlerinin işine çomak sokmaya çalıştığından şikayet ediyor. Kimisi sivil toplum gönüllüsü; gerçekten iş yapmaya kalkıştığında önüne çıkan fikirdaşları (solcular, feministler) sebebiyle yaşamdan nasıl soğuduğunu anlatıyor. Kimisi de sosyal hizmet görevlisi; kenar mahalle gençlerini anlamaya çalışıp, kendilerine ve topluma yararlı hale getirdikçe bürokrasinin ve devletin önüne çıkardığı engellerden bahsediyor...

Yaz yaz bitmez, sürüyle hikaye...  Bir mahalledeki suç oranını, eğitim oranını istatistiklerle öğrenmektense, bu şekilde tek tek hikayeleri dinlemek daha iyi, daha derinden anlamayı sağlıyor. Her birini okudukça derin düşüncelere dalıyor insan, çevresine bakınıyor, kimlere ne önyargılarla yaklaştığını düşünüyor, kimi zaman devleti, kimi zaman patronları, kimi zaman adını koyamadığı kişileri, kurumları, bakış açılarını, önyargıları, çoğu zaman da kendini suçluyor. Dolayısıyla sık sık ara verme ihtiyacı duyuyor. İyi de oluyor, tek seferde okuyup zamanla unutmaktansa, arada bir konuyu hatırlamış oluyor.

Filmde de işte böyle bir semtte,herkesin kendini kurtarmaya çalıştığı bir ortamda, birbirinin her şeyi olan iki genç kız var. Biri düştüğünde, öbürü elini uzatıp kaldırıyor. Kısacası, kankalar. Birisi iyice bıkmış, gururlu, insan yerine koyulmak istiyor ki bunun ancak parayla olacağını bililyor. Bir an önce çok büyük miktarlarda (meslek lisesindeki hocasının hayal edemeyeceği kadar çok) para kazanmak istiyor. Kendisine hedef belirleyince onun uğrunda ne gerekiyorsa yapabilecek birisi. Uykusu varmış, karnı açmış, dinlemeyenlerden. Kankası ise daha az cesaretli, daha çok ortama uyum sağlayan bi tip. Bu farkta ailelerin etkisi büyük. İlki piç olarak büyümüş, aile kavramı yok, hesap soran kimsesi yok. İkinci bahsettiğimin ise babası imam, annesi de dindar, kenar mahallede de olsa aile kurumunu sürdürmeye çalışan insanlar. Düzenli olarak ailece camiye gidiyorlar vs... En basitinden, eve girmesi gereken bir saat var. Zihninin, hayallerinin sınırları çizilmiş.

Derken başlarına çeşitli olaylar geliyor. Pek de iç açıcı olaylar olmamasına rağmen durmadan salya sümük ağlatmıyor film, hatta sık sık gülümsetiyor. Buna rağmen gerçekçi bi film, The Violin Teacher'ı (Tudo Que Aprendemos Juntos) hatırlattı bana. Arkaplan benziyor; biri Brezilya'nın, diğeri Paris'in kenar mahallelerindeki gençlerin durumunu anlatıyor. Kahramanları farklı sadece, bi de hissettirdiklerinde ufak farklılıklar var.

Böyleyken böyle efenim. Gerçekleri duymaya hazır olduğum, uyuşmak değil de, gerçek bi şeyler hissedebilmek istediğim anlardan birinde izledim. Öyle her an izlenecek bir film değil yani bence.

Selam ederim,
Kanatlı Kedi