Annemin tavada yaptığı soğanlı pideden çekti canım, gaza geldim, hamur yoğurdum. Yine cıvık oldu. Neyse ki bu sefer içi tam kıvamında (sanırım). 1 saat mayalanmasını bekledim, bi değişiklik olmayınca un ekleyip tekrar yoğurdum. Un kattıkça cıvıyo şerefsiz. Tekrar üstünü kapattım, beklemeye aldım kendimi. Yine vıcık vıcık olursa şöyle bi denerim şansımı tavada. Elbet bi şekilde yenir.
Annemin yaptığı, ismini bile tam olarak bilmediğim, lokanta (Balkan'da bile) rastlamadığım yemekler var. Mesela köööğtü çorbası. Köfte çorbası mı gerçek adı? Bilmiyorum. Sütlü çorba dediğimiz bi şey vardı sonra, tarifi vardır belki internette. Başka? Tutmaç çorbası, bunun hazırı da var artık ama anneminkiyle aynı değil. Haşhaşlı poğaça, haşhaşlı mercimekli börek... Yine dışarda yediklerim hiç benzemezdi anneminkine. Sütlüaş var mesela, alüminyumda yapınca daha güzel oluyodu, böyle dibi hafiften yanacak, kazıyacan onları. Alüminyumun tadıydı belki de güzel gelen, kim bilir? Kesin öyledir. Gıda mühendisliğine girdim, bi artislik bastı beni, evdeki bütün alüminyum tencereleri attırmaya kalktım anneme. Öyle kolay mı bi kabı atmak? Mümkün değil. Elbet bi işe yarar onlar da. Sütlüaş pişirmezsin de yumurta haşlarsın mesela. Ya da meyveleri yıkarsın içinde.
Ne zaman hamur yoğurmayı gerektiren bi şey çekse canım, niye düzgünce öğrenmedim ki bunları yapmayı, diye üzülürüm. Anneme yardım etmek zevkli gelirdi, acelemiz yoksa, annemin üstünde misafir stresi yoksa. Sırf kendi kendimize keyif olsun diye yapıyorsak. Arkada radyo çalardı. Yerel reklamlar yüzbin defa dönüp dönüp çalardı. Annem hep usta olurdu, bense onun çırağı. Hamur yoğurmak gibi önemli işleri hep o yapardı, ben ılık su getirirdim. Kettleımızın olmadığı, çeşmeden ha deyince sıcak suyun akmadığı zamanlar, çaydanlıkta su kaynatıp, soğuk suyla ılıştırırdım. annem elinin hamura değmeyen yerini suya değdirip kontrol ederdi, biraz daha sıcak su, biraz daha soğuk su... Ya o kadarcıktan ne fark etcek anne ya? Annemin yanındayken ergenlikten hiç kurtulamadım sanırım. Hep sevgiyle karışık isyan.. Saygı? Yok. Saygı babaya duyulur. Babanın fikirleri olur, anne sadece günlük hayatın her alanında ustadır, boş işlerle uğraşır. Ben de canım isteyince ona yardım ederim, yanaklarını sıkarım. Dizine yatarım. Canım sıkkınsa acısını ondan çıkartırım. Ama babaya sökmez bunlar. Babanın seni ciddiye alması için fikir yarıştırman gerekir onla. Yoksa "su getir, çay yok mu, terliklerim nerde, kumandayı versene"den öteye geçmez muhabbetiniz.
İkisi de sever, kendi yöntemlerince. Saygı? Anne her türlü saygı duyar, o okumamıştır, sen okuyorsundur. Babanın saygı duyması için, dediğim gibi, fikir yarıştırman gerekir.
İdeal kıvamda hamur yoğurmayı becerseydim, annemin bana saygısı da artar mıydı? Belki. Hem okudu, hem de her şeyi beceriyor, diye gurur duyardı belki benimle. Kendi yetiştirdiği çırağın ustalaştığını görüp kendini daha değerli hissederdi belki.
Sırayı bozmazsak, annem benden önce ölürse, yemeklerinin yapılışını öğrenme fırsatımı tam olarak değerlendirmeden öldüğü için, sırf bunun için, ağlama krizine girebilirim. Ne olacaksa, altı üstü bi soğanlı pide, ya da köğtü çorbası işte, ömrüm boyunca bi daha hiç yemesem nolur ki?
Öyle değil işte. Hep bi eksiklik var geçmişte. İz bırakan herkesle yarım kalan bi eşyler var. Abimle birlikte kaldığımız zamanlarda o bi tarafı karanlık, bi tarafı Maslak manzaralı evimizde otururken, balkonda rakı içmedik mesela.. Yazık değil mi geçen zamana? O buraya, Amsterdam'a bizi ziyarete gelince içmişiz, artık ne önemi var? Birlikte kalırken anlatacak ne çok şeyimiz vardı birbirimize, hep odalarımızın kapısını kapatır, ayrı ayrı dersler çalışır, ayrı ayrı filmler izlerdik. Hep bi "mecbur olmasam bi dakka durmam bu evde", tavırları..
Ulan soğanlı pide.. Soğan doğrarken ağlatmadın ya, aklıma bunları getirerek acısını çıkarıyorsun.