Amsterdam'ın meşhur gez gez bitmez müzesi Rijksmuseum'a yeni bi geçici sergi açılmış: Good Hope: South Africa and the Netherlands from 1600. Güney Afrika'nın Hollanda'yla ilişkisi, birbirleri üzerindeki etkileri hakkında. Şu sıralar orda burda afişleri var. 21 Mayıs'a kadar devam edecekmiş sergi, meraklısına duyurayım..
Tanıtım filmi şu:
Sergi, Güney Afrika'nın tarihini anlatma iddiasında değil, sadece Hollanda ile olan bağını inceliyor.
1648'de 60 Hollandalı gemi kazasında Cape kıyılarına vurmuş. Kamp kurmuşlar. Bir senenin sonunda anlamışlar ki yerliler (Khoekhoeler) adam yemiyor. Hindistan ticaret yolu üstündeki bu topraklara yerleşmenin çok iyi bi fikir olduğunu keşfetmişler.
Sonra 1652'de Jan van Riebeeck gelmiş, yerleşmiş. Riebeeck uzun süre Güney Afrika'ya medeniyeti getiren adam olarak anılmış. (Son yüzyılda ise heykelleri parçalanmış.)
Sergide olmasa da, sergi kitabında, dilin değişiminden ve öneminden bahsediliyor uzun uzun. Çünkü toplumlar değiştikçe diller de değişmiş. Örneğin başlangıçta sadece yerli dilleri konuşulurken, Hollandalılar bölgeye girince Hollandaca yerlice karışımı bir dil çıkmış ortaya. Sonra İngilizler işgal edince, İngilizce, Hollandaca, yerlice karışımı bir şey olmuş. Ortalığı çok garıştırmışlar.
Bir de sömürgeciliğin olmazsa olmazı renk-ırk ayrımı olduğu için, insanları rengine, kökenine göre sınıflandıran bi sürü terim üretilmiş: Coloured, mixed-race, multiracial, biracial, white, person of colour, black, non-white... Bunlar daha önce duyduklarımız. Hollandalıların yerlilere taktıkları isimler ise şöyle:
Bosjesmannen (Bushmen): Sanlar, yani avcı-toplayıcı olan yerliler. bu takma isim günümüzde hakaret kabul ediliyormuş.
Hottentotten: Khoikhoiler, yani tarımla uğraşan yerliler. Bu da hakaret sayılırmış.
Xhosa: Kafirler, inançsızlar. Arapça kökenli bir kelime. Hakaret.
Hollandalılara da Hollandalı denmez olmuş artık. Kendilerine başka başka isimler vermişler:
Afrikaner: Avrupa (daha çok Hollanda) kökenli Güney Afrikalılar. 18.yy başlarında kendilerine Afrikaanders veya Afrikaners demeye başlamışlar. Burda doğup büyüdükleri için, kendilerini Hollanda'dan, Avrupa'dan ayrı görüyorlarmış, vatan bellemişler yani burayı. Dilleri, şu an Güney Afrika'da konuşulan 3. dil olan Afrikaansca imiş. Yani Felemenkçe, Malayca, Khoesanca, Sothoca, Xhosaca, Zuluca ve Portekizce karışımı bir dil.
Boer: Kelime anlamı "çiftçi".
Burgher: Vatandaş, kasabalı, varlıklı vatandaş vb.
Trekboer: Boer "çiftçi", trek "çekmek" demek ama tam karşılığını hayal gücümüze bırakayım, ben tam çıkaramadım.
Voortrekker: Öncü, piyon demekmiş.
1884'te Boerlerin başkanı Paul Kruger Hollanda'ya, gençleri kendi ülkesine çekmeye gitmiş. 6500 Hollandalı okullarda, demiryollarında, bankalarda, kiliselerde vb yerlerde çalışmak uzak diyarları medenileştirmek için, Güney Afrika'ya gelmiş. The Netherlands Bank ve Credit Union kurulmuş. (NedBank hala Güney Afrika'nın en büyük bankalarındanmış.) Fakat her Boer, gelen Hollandalılardan hoşnut değilmiş, onların kibirli, kötü alışkanlıkları olan ve çok içen kişiler olduklarını düşünürlermiş.
[Bu ilişkiden, Orwell'in Burma Günleri kitabında da bahsediliyordu. Yıllarca sömürge topraklarında yaşayan sömürgeciler, kendi ülkelerinin insanına hem özenir, hem de onlardan nefret eder. Tıpkı bizim şu an Batıyla olan ilişkimiz gibi. Anavatanda yaşayanlar daha elitlerdir çünkü. Orası kültürel gelişimin merkezidir ve ancak kültürel ürünlerin ithal edilenleri sömürge topraklarına gelebilir. Bu da gerçek yerleşimcilerin toplumsal statüsünü düşürür.]
Ve İngilizler çıkmış meydane, iki sömürgeci de birbirinden şahane!
1880-81 yılları arasında İngilizlerle Boerler (yani Hollandalılar) arasında ilk savaş çıkmış. 1899-1902 arasında da ikincisi. Bu savaşın adlandırılmasında da anlaşmazlıklar varmış. Afrikanerler "1. and 2. Freedom Wars" demiş, İngilizler "Anglo-Boer War" demiş Modern tarihçilerden "South African War" diyen olmuş, iki tarafta da binlerce yerli öldüğü için. (Şu son cümleyi kurmak çok tuhaf geliyor. Adamlar gelsin topraklarına yerleşsin, bi de onlar için savaş... Binlerce diyo yav, binlerce! Hey gidi koca dünya, gam yükü müsün?)" Kimisi de "Transvaal Rebellion" dermiş.
Kitapta denmiş ki, "Biz birincisine Transvaal Rebellion, ikincisine de Anglo-Boer War diyeceğiz." Sebep? O kısmı atlamışım ne yazık ki, bilmiore.
Neyse, mühim değil Batılıların ne dediği. Sonuçta İngilizler yerleşmiş. Yerliler için aynı tas aynı hamam, köleliğe tam gaz devam. Hollandalılar kaçıp, Afrika'da başka yerleri işgal etmişler. Orange Free State ve South African Republic gibi yeni devletler kurmuşlar. (Alttaki resimdeki gibi.)
Zamanla buraları da İngilizler almış. Hollanda, uzak topraklardaki kuzenleri için yardım kampanyaları başlatmış, Caddelerine Boer generallerinin isimleri verilmiş. Fakat hükümet ve Kraliçe Wilhelmina tarafsız kalmış bu savaşta, İngiltere ile dostane ilişkiyi sürdürmekten yanaymış.
1910 yılında The Union of South Africa kurulmuş, İngiliz Krallığı'na bağlı olarak tabi. Pragmatist ülke Hollanda bükemediği bileği öpmüş, dost olmuşlar. Hollanda'dan Güney Afrika'ya turlar başlamış. Rengarenk turistik poster örnekleri var sergide.
Tam olarak kaç yılına ait olduğunu hatırlamıyorum bu posterin ama konu itibariyle örnek olsun dedim. |
1952'de Güney Afrika'da düzenlenen festival dostane ilişkilerin zirvesi olmuş. Jan van Riebeeck'in işgalinin üçüncü yüzyılı kutlanmış bu festivalde.
Apartheid dönemi başlamış. Beyaz olmayanların oturacağı bank, gireceği tuvalet, alışveriş yapacağı dükkan, yüzeceği plaj, otobüste oturacağı koltuk filan hep tabelalarla belirtilmiş. Bunu zaten biliyoruz. Sergide de tabela örnekleri asılmış bi odada duvarlara. Ne yazık ki fotoğrafını çekmemişim. Ama yanındaki açıklamayı çekmişim, şöyle diyor: "Alenen ırkçı olan bir toplumdaki gündelik aşağılamayı bi müze salonunda gösterivermek mümkün değil, en fazla, adaletsizliğin ve şiddet sisteminin kanıtları olarak, bu ayrımcılığın fiziksel emareleri sergilenebilir." Çok etkileyici bi odaydı burası. Yüzyıllar süren aşağılamanın tabelalara sıkıştırılmış hali adeta. Üstelik medeni dünya, insan hakları beyannamesiyle birbirine hava atarken.
1954'te Hollanda Prensi Bernhard ilişkileri sağlamlaştırmak için Güney Afrika'yı ziyaret etmiş. Fakat Kraliçe Juliana'nın apartheidin ve eşitsizliğin sürdüğü bir ülkeyi ziyaret etmeyi reddetmesiyle ilişkide çatırdamalar olmuş. Protestan lider Jan Buskes "Güney Afrika'nın Apartheid rejimi: Kabul edilemez!" adlı kitabı yayınlatmış. Bir sonraki yıl Hollanda'nın Apartheid'le kavgası başlamış.
Boykot çağrıları, barışçıl/şiddet içeren protestolar... Özellikle 60ların özgürlükçü düşüncelerinin de etkisiyle... Sergi, "Ne oldu da Hollandalılar birden Afrikalısever oldu?" diye soruyor. İddiasına göre, pek çok Hollandalı geçmişten utanç ve pişmanlık duyuyor. Bu özgüven çökertici duyguların üstüne Apartheid uygulamalarının getirdiği isyan binince, protestolar kaçınılmaz oluyor. Benim de naçizane bir ek yapasım var bu noktada. Bir, insanların eşitliğinden bahsetmek, o yıllarda medeni ülkelerde moda haline gelmiş. İki, teknoloji. Apartheid bölgesine giden gazetecilerin ya da gezginlerin çektikleri fotoğraflar, her şeyi aynı zamanda hem daha inanılır, hem de daha inanılmaz kılmıştır sanırım. Bu görsellere 1700lerde ulaşsaydı dünya, belki çok daha hızlı tükenirdi eski model sömürgecilik anlayışı. (Yenisine geçiş daha erken olurdu., ne güzel, ehi) Artık görsellerin eski etkiyi bırakmaması ise çok fazla maruz kalışımızdan sanırım. Sürekli işkenceye uğrayan insan fotoğrafı görüyoruz. "Ne önemi var ki herhangi birinin? Zaten kazanılan tüm haklara rağmen hala dünya boktan, hala elden bi şey gelmiyor," umursamazlığı..
19 Ocak 1984. Amsterdam'daki the Netherlands South Africa Association (NZAV) saldırıya uğramış. Kitaplar, arşivdeki belgeler parçalanmış, kanala fırlatılmış. Saldıranlar ırkçılık karşıtıymış, NZAV'ın Apartheid yanlısı olduğunu düşünüyorlarmış. Fakat işin kötüsü, parçaladıkları materyaller arasında anti-apartheid olanlar da varmış.
Neyse efenim, halk arasında patlayan isyanlara ve Kraliçe'nin Güney Afrika'ya gitmeme kararına rağmen Hollanda hükümeti başka bir ülkenin iç işlerine karışmamak için nötr kalmış, boykotlara katılmamış. Bu da Apartheid karşıtlarını çok sinirlendirmiş.
Aşağıdaki, kaç yılının posteri bilmiyorum ama o zamanlar henüz Kraliçe olmadığını tahmin ettiğim Beatrix baloncuk içinde şöyle diyor: "Shell'e milyonlarca yatırım yapışımı utanç verici bulmuyor musun?" Shell, İngiliz-Hollanda ortak şirketi, hatta Dutch Royal Shell diye biliniyor. 1950lerde Güney Afrika'da petrol kuyusu çalışmalarına başlamış. Buna tepki olduğunu tahmin ettim ama kesin bilgi değil.
Büyük Hollanda şirketlerinden Philips de eleştirilerden nasibini almış. Aşağıdaki görselde "Anti-Apartheid Hareketi Destekle!" çağrısı altında Philips şöyle şikayet ediliyor:
"Philips yine iyi bi anlaşmaya imza atar."
"Ucuz işgücünden yararlanır."
"Alan coşkusu içinde (?) (Görselde, Beyaz Alan-Siyah Alan ayrımı var)."
"Beyaz ve siyah maaşlar öder."
"Aynı zamanda daha fazla televizyon yapar"
"Ve.. silah parçaları.."
En altta da Philips Apartheid'i destekliyor yazıyor adamın üstünde. Çok kızdırmışlar, çok...
16 Haziran 1990. Nelson Mandela, Amsterdam'da Leidseplein'de 20binkişiye hitaben bir konuşma yapmış. Neden? Hapisten yeni kurtulmuş. Hollanda'ya gelmek gibi bir planı yokmuş aslında. Çünkü Hollanda hükümeti Apartheid'e karşı gelişen uluslararası boykot süresince resmi olarak tarafsız kalmış. Nasıl olduysa Hollanda Başbakan Yardımcısı Wim Kok, Mandela'yı gelmesi için ikna etmeyi başarmış.
1994'te Mandela Güney Afrika'nın ilk siyahi başkanı olmuş.
Sene 2015, Başkan Zuma, "Jan van Riebeeck'in gelişi, Güney Afrika'nın sorunlarının başlangıcıdır." demiş. Bir ay sonra bir aktivist, Riebeck heykelinin üstüne "Toprağınızı çaldım, eee?" diye bi pankart asmış. Sömürgeci liderlerin heykellerinin kaldırılması için çağrıda bulunmuş pek çok kişi. Mandela'nın partisi de eleştiriliyormuş artık.
Dünyanın başka nerelerinde neler dönüyor kim bilir?
Bedavaya sergi gezdirdim size, hadi yine iyisiniz.