Hollanda ve Türkiye'nin seçim öncesi oy kapmak için çıkarmış göründükleri saçma sapan diplomatik kriz üzerine, uzun zamandır ertelediğim Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok yazısını yazasım geldi. Hollanda AKP'nin referandum mitingini engellemek için elinden geleni yapıyor. Çavuşoğlu'nun ülkeye giriş iznini iptal etti, Aile Bakanı Kaya'yı Rotterdam yollarından geri çevirdi, Konsolosluk'a sokmadı. Türkiye Hollanda'ya faşist diyor, Hollanda Türkiye'ye siz kim oluyorsunuz da bize demokrasi dersi veriyorsunuz diyor. Türkiye'de yükselen milliyetçilikle Evet oyları artsın isteniyor. Hollanda'da göçmen karşıtlığı modası yayıldığı için aşırı sağcı partiye oy kaptırmak istemeyen iktidar "Hollanda'yı en iyi biz koruruz" yarışına girdi, oyları artsın istiyor. Görünürde olan bu tabi, arkaplanda çekişmenin nedeni ne, bilmiyoruz. Asla da bilemeyiz.
Bu sırada bizim hayatımız etkileniyor. En basitinden, Hollanda'ya ziyaretimize gelmeyi düşünen arkadaşlarımız, vize çıkar mı endişesinde. Vizeye, uçak biletlerine bi sürü para yatırdılar. Bu tatil için tasarruf etmeleri gerekti, gerekecek. Aylardır hayalini kuruyoruz. Ki bu en basit etki, çekişme daha da büyürse bizi neler bekleyecek? Bilmiyoruz, bunu da asla bilemeyiz.
Çünkü millet adına devletler savaş bile çıkartabiliyor. O devletin bireyleri savaşın gerekliliğine inanmasa da savaşa katılmak zorunda kalıyor sonra. Haklılığından %100 emin olmadığı devlet adına savaşa gidip ölüyor, öldürüyor.
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok da bunun hakkında bir film. Devletler savaşmaya karar veriyor. Piyon lazım. Bolca, birbirinin yedeği olacak binlerce, milyonlarca piyon lazım. Daha savaş ilan edilmeden propaganda başlıyor. Aslında bu propaganda barış durumunda da yapılıyor. En mükemmel millet biziz, dünya bizi durdurmaya uğraşıyor, şu devletler bizim yanımızda, şunlar değil, hep birlik olmalıyız, vatan için gerekirse canımızı vermeliyiz, atalarımız bize bıraktı bu cennet vatanı, başkalarının yok etmesine, bizi bölmesine izin vermemeliyiz. Her dakika pompalanıyor bu fikirler, her ülkede. Savaş yaklaştıkça ya da diğer küçük krizlerde bile daha çok körükleniyor sistemin ideolojik aygıtları olan medya, siyasetçiler, devlet kurumları vs tarafından. Sonuç? Gönüllü askerler türüyor memleketin her yerinden. Vatanı kurtarmak için savaşa gidiyor gençler. Şehitlik mertebesi kutsanıyor durmadan. Ölmek ve öldürmek vatanı kurtarmak için en iyi çözüm sayılıyor. Benimseniyor bu düşünce. Barış anında bile vicdani retçi olmak zorken, savaş zamanında imkansızlaşıyor.
Filmde de öyle oluyor. Almanya'da bir lise öğretmeni, çaktırmadan savaşı övüyor öğrencilerine. "Gidip savaşmayan adam değildir"e getiriyor lafı. Öğrenciler coşuyor, az buçuk korkusu olan arkadaşlarını da cesaretlendiriyorlar, koşup gönüllü yazılıyorlar askerliğe. Savaşın sebebi ne? Almanya'yı savunmak gerekli mi gerçekten? Düşman neden düşman? Hiç düşünmüyorlar, hiç önemli değil zaten. İçine doğdukları ülke her zaman haklıdır çünkü.
Savaşta teker teker azalırlarken soruyorlar birbirlerine, neydi bu savaşın sebebi? Ne uğruna ölüyorlar? Yaşasın Kral demek için mi sadece? Cevap bulamıyorlar. Bilmedikleri ve bu yüzden inançlarının gittikçe sarsıldığı bi kutsal uğruna öldüklerini kabulleniyorlar. Ama artık çok geç olmuş oluyor.
Canlı kalanlardan biri izin için evine dönünce lise hocasının hala öğrencilerini coşturduğunu fark ediyor. Yeni piyonlar lazım ölenlerin yerine. Bir sınıf dolusu genç yok olmuş, adamın umrunda değil. Savaş uğruna şehit olmak en önemli şey ya, o da daha çok şehide yol gösterdiği için görevini yapmış sayıyor kendini. İtiraz ediyor bizim izinli asker, "savaş burda anlatıldığı kadar coşkulu bi şey değil, düşmanı öldürmek bu kadar coşku dolu bir eylem değil, iyi bi şey değil. İnsan öldürmek, yanında arkadaşlarının ölmesi, insanı geri dönüşü olmaz şekilde yaralıyor, bitiriyor. Ne için öldüğümüzü bile bilmiyoruz üstelik", diye açıklamaya çalışıyor. Ölümden dönmüş olan adam, lise ergenleri tarafından korkaklıkla suçlanıyor. Memleketindeki yalan dolan konuşmalarla dolu ortama katlanamayıp iznini yarıda kesip savaşa dönüyor. "En azından burada ölüm gerçek, orda her şey yalan dolu" düşüncesiyle.
Filmin başında genç, deneyimsiz, çocuksu, ergen yüzler, filmin sonunda büyümüş, olgunlaşmış, acı dolu ve inançsız yüzlere dönüşüyor. Üstelik aynı sahne kullanılıyor, sadece seyirci böyle algılıyor. Filmin çekildiği dönemde, bu duygu farkını seyirciye çaktırmadan yansıtabilmek ne büyük başarı, hayran oldum.
ABD propaganda filmi Wings 1927'de gösterime başlamış, 1929'daki ilk Oscar töreninde en iyi film ödülünü almış. (Ki bu film, savaşa gönüllü giden askerlerin kahramanlıklarını neşe içinde anlatır. Daha önce şurda bahsetmiştim.) Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok'un kitabı ise Almanya'da 1929'da yayınlanmış ve 1930 yılında filmi çekilmiş. Bu film de 1930 yılında 2 Oscar almış. Yönetmen Lewis Milestone, Ukrayna'da büyümüş, Almanya ve Belçika'da eğitim almış, sonradan ABD'den vatandaşlık almış. Birinci Dünya Savaşı'nda ABD birlikleri için kısa eğitim filmleri çekmiş. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, ilk Oscarlık filmi değil. Daha önce de Two Arabian Knights adlı filmiyle komedi dalında en iyi yönetmen ödülünü almış.
Oscar ödülleri daha en başından enteresanmış. Dört dörtlük bir ABD propaganda filmi olan Wings de ödül alıyor, savaş karşıtı olan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok da.İkincisi, Wings'e tepki olarak mı çekildi, diye düşündüm izlerken.
Ayrıca bu filmin başrol oyuncularından Lew Ayres filmin savaş karşıtı mesajından çok etkilenip, 2. Dünya Savaşı'nda vicdani retçi olmuş. Tabi kötü adam ilan edilmiş. Sağlık görevlisi olarak savaşa katılmayı talep etmiş (Bkz: Hacksaw Ridge gibi). Bi süre bıdıbıdı edildikten sonra kabul edilmiş talebi. Savaş sonrası film dünyasına geri dönmüş ama savaş öncesindeki parlamayı bi daha yakalayamamış. Propaganda çok enteresan bi şey netekim. 1930'da Oscar verdiğin savaş karşıtı filmin başrolünü 1940larda vatan haini ilan ediyorsun. Bu nasıl mümkün olabilir çılgınlar gibi propaganda yapılmasa?
Netekim, kitleler çok enteresan, istediğin yöne doğru gütmek çok kolay. Azıcık işi bilmek gerekiyor sadece.