Adalet Ağaoğlu'nun Hollanda'da bi kütüphanede denk geldiğim kitabı. Yirmi yıldır yaşadığı evden taşınmadan önce, kitapları, defterleri, fotoğrafları, mektupları "yeni eve gidecekler" ve "çöpe atılacaklar" diye ayıklaması gereken bir günü, sabahtan akşama kadar geçen süreyi anlatıyor yazar. O odada dakikalar geçerken, yazarın zihninde yıllar geçiyor, ben de O'nunla birlikte zaman makinesine binip bi ileri bi geri, bi oraya bi buraya gezinip duruyorum.
Kütüphane kitabı olunca üstünü karalayamadım tabi. İyi oldu. Genellikle A.A.'nun kitaplarında önüme gelen cümlenin altını çizesim geliyor. Bu sefer çok çok çok sevdiğim kısımları deftere not aldım. Deftere herhangi bi şeyi not edince aklıma başka başka şeyler de geliyor, kendimi durduramıyorum. Durdurmak da istemiyorum gerçi. Güzel oluyor. Hatta en çok sevdiğim hallerimden biri bu. Dolayısıyla buraya aktaracak çok alıntım yok bu kez. Bazılarının sonunda da kendi notlarım var. İnsanlık için anlamsız, fakat benim için anlamlı bu cümleleri de utanmadan buraya yazacağım. Nevet.
Son olarak: Bu kitapta A.A. 'nu daha iyi tanıdım. Bayramlarda nane likörü içen, aydın takımına, hiç olmadı asker masker takımına mensup bi aileden geldiğini sanıyordum. Meğer o da kapı önündeki ayakkabıları çevirmek zorundaymış küçükken. Şaşırdım, çok şaşırdım. Ve mektup yazasım geldi kendisine. Fakat ne diyeyim? Hislerimi en son ne zaman düzgün anlatabildim ki? Cümlelere dönüşünce anlamını yitirmiyor mu fikirler ve duygular? En azından bende işler böyle yürüyor. Yine de kitap biterken, kitapla vedalaşmak istemediğimden midir nedir, epey bi süre mektup heyecanım taze kaldı. Adresini filan araştırdım, yayınevinden istesem mi diye düşündüm. Sonra yavaş yavaş sakinleştim.
Şimdi alıntılar ve azbulutlugünler dileklerim...
- "Çok kötü. Okuma tutkum o kitaplarla, dergilerle başlamadıysa neyle başladı?"
Benimki neyle başladı? Bahçeli evde, misafir odasında bulduğum yırtılmış çocuk kitabı kapağıyla mı? Ne vardı kapaktaki resimde? O kitabın devamının o odada olduğundan adeta emindim. Aradım durdum da bulamadım. Sonra bi şiir defteri yapmıştım okumayı yazmayı öğrenince. Kendi yazdığım şiirler vardı. "Çevremizi koruyalım / Yerlere çöp atmayalım / Temiz olsun çevremiz / Sağlıklı olalım biz." Aklımda bi tek bu kalmış. Kamu spotu kafasından kurtulamadım o zamandan beri. Yoksa benim değil miydi bu şiir de? Nerden aklıma esmişti de bi şiir defteri yapmıştım acaba? Bi şeyleri yazarak biriktirebileceğimi nerden öğrenmiştim? Hatırlamıyorum. Sonra ne zaman çöpe attım o defteri? Tam zamanını hatırlamıyorum ama birazcık büyüyünce, kendi yaptığım her şeyden utanmaya başladığım zamanlar. Geçmişi atarak silmek, yok etmek alışkanlığım o zamanlarda başlamış olabilir. Unutkanlığım da bu atıp durmalardan geliyor olabilir.
- 20 yıl aynı evde yaşamış A.A. Taşındıktan sonra Göç Temizliği'ni yazmış. 20 yıl. Hiç o kadar sabit kalmadım bir evde. 29 yaşındasın zaten Kedi! Evet. Yine de çocukluğumda bile aynı şehirde üç ev değiştirdik. Dolayısıyla, bir yerde 3-5 seneden fazla kalmak, ayrılmakta zorlanmak... Çok değişik bu tabirler benim için. Çok küçükken bahçeli bi eve taşınmışız. Sanırım hatırladığım en eski hatıram o taşınma gününe denk geliyor. Bi tabureyi taşımaya çalıştığımı ve herkesin bana gülümsediğini hatırlar gibiyim. Herkes uzun uzundu, kamera yere çok yakındı. O güne dair aklımda kalan tüm görüntüler aşağıdan yukarı. İlkokul üçüncü sınıfa kadar bu bahçeli evde kiradaydık. Sonra bi kooperatife girdik (öyle deniyordu, kurbana danaya girmek gibi). Üçüncü sınıfın yazında bu kooperatifteki iki apartmandan birinin birinci katına taşındık. Bahçeli evin rahatlığını özledim bi süre. Bağırıp çağırabilmeyi, komşuları rahatsız etme derdinin daha az olmasını... Sık sık eski mahalleye gittim bisikletle. Sonra zamanla unuttum gitti. Ortaokulda kiraya çıktık tekrar, sobalı bir eve. Kaloriferin az da olsa her yere eşit dağılan sıcağına alışınca, sobalı ve rutubetli eve kanımın çok kaynadığı söylenemez tabi. Lisede geri döndük apartmana. Derken üniversitede İstanbul'a geldim. Başlangıçta yurtta kaldım bikaç sene. Sonra arkadaşımın evine taşındım yancı olarak, Beşiktaş'a. Sonra abimle ablam İstanbul'a gelince Reşitpaşa'da bi gecekonduda kalmaya başladık üçümüz birlikte. Bunlar hep öğrenci evleri tabi. Sonra buraya geldim. Yaklaşık dört senededir burdayız ve üçüncü evdeyiz. 29 senede 10 ev değiştirmişim. Aaa bi de bi ara Muğla'ya taşınacaktık, yazın orda kalmıştık. Hangi okula kaydolacağımı falan konuşuyorduk ciddi ciddi. Aslında ordaki evi de sayarsak 11 ediyor.
Bu hızla devam edersem bir evde 20 sene kalmam imkansız gibi duruyor. Sürekli yer değişitirince, insan aklından geçenlerin demlenmesini nasıl sağlayabilir? Nasıl yazar? Kök salmadan kendinle yüzleşmek ne kadar mümkün? Hele ki yazmaktaki tek amacı kendini anlatmak olan biri için...? Sanırım artık, sırf yazabilmek için de olsa, sabit kalmak istiyorum. Sadece bir yere evim diyebilmek istiyorum. Şu an otel odalarını bile üçüncü günden sonra hemen benimseyiveriyorum.
- Sayfa 47: "Osmanlar daha iyi haberli olsunlar diye, annem ve ben dış hayattan habersizdik. (...) Erkeklerimiz dış hayattan daha iyi haberli olsunlar, pencereden bakıp kalmasınlar, alanlarda, sokaklarda, içkievlerinde ufukları genişlesin diye biz, onlar için günün 16 saati didinip duruyorduk. Annemin erkeklere kazaklar örmeye, onların çoraplarını yamamaya oturduğu 'boş saatleri', benim de ders çalışma saatlerimdi."
- Sayfa 50: "Galiba sanatçının tek gerçeği bu. Bir an için gördüğünü sandığı gerçek gerçeği dile getirebilmenin, anlatabilmenin aranışı, sancısı..."
- Sayfa 70: "Bana, düzenle uyumlu, düzenin adamları olarak sunulan bu genç adamlar, somutta bütünüyle halkın adamlarıydı."
- Sayfa 116: "O zaman hala tam bilinçli değildim."
İnsan nasıl emin olur artık "tam bilinçli" olduğundan?
- Sayfa 121: "O günden bugüne öylesi değiştim ki, onu yanımda götürmek istemiyorum."
Benim çocukken yazdığım şiirleri çöpe atmamdan ne farkı var bunun?
- Sayfa 122: "Geç büyüyorum. Otuzuma girmek üzereyim, ama hala çocuğum. Daha beş yıl öncesine dek hayata gerçekten pencereden baktığım, hayatın içine doğru yürümekte diretsem, bu amaçla çabalasam da, belki henüz kapı önüne dek çıkabildiğim için..."
- Sayfa 179: "Bence, o dönemden bu döneme, Türkiye hala, ölmeye yatmayı bir kez olsun denememiş 'aydınların' çoğunlukta bulunduğu bir toplum."
- Sayfa 190: "Ah Tezer, bir şeyi temelinden kökleyemeyince, böyle 'farklılıklar' uyduruyoruz. Ben de bir şey uydurmuştum. Düğün istememiştim."
- Sayfa 229: "Onun çıkmazı da, kurulu düzen içinde, bağımlı bir ekonomide ve şu uluslararası şirketler ağı ortasında ulusal sanayinin gerçekleştirilebilir olduğunu savunması. (...) Şaşkın 'sol'un ürettiği bir Ferit Sakarya bu."
- Sayfa 250: "Bir kimse aynı şeyleri yaşamasa, bir başkasının bu kadar yakınına nasıl gelebilir?"