Bu haftanın sorusu çok erotik: Şu anda üstünde ne var?
Cevabı pek öyle değil tabi.
Sabah uyandığımdan beri üstümde bi halsizlik olduğundan, öğlenki kursa hazırlanmak amacıyla pijamalarımı çıkarmaya yeltenerek alt pijamamın yerine kot pantolon giymeyi ve kemeri dahi bağlamayı başarmış olmama rağmen, iş üst pijamayı değiştirmeye gelince ne kadar yorgun hissettiğimi fark edip, akşama kadar dinlenip akşamki kursa ayık kafa ve vücutla gidebilmek için öğlenki kursa gitmemem gerektiğine karar verdiğimden ötürü altı kaval üstü şişhane deyimine uygun olarak şu anda üstümde pijama, altımda ise kot pantolon bulunmakta efenim. Cümleyi daha da uzatabilir miydim acaba?
İki gün bahar havası gördü ya, hemen hastalık sinyalleri vermeye başladı bünye. Bi de sanırım benim bi şeylere alerjim var. Dışarda illaki bi sebepten gözlerim yaşarıyor, gözlerim yaşarınca da burnum akıyor. Rüzgardan olduğunu sanıyordum fekat dün fark ettim ki rüzgar olmadığında da yaşarabiliyor. Ama doktor daha geçen kan aldı, bi şeye alerjim var mı diye kontrol etti, yokmuş. Bu alerji olayının bi tek kan almayla kontrol edilebildiğini bilmiyordum.
Bu haftanın sorusu fazla fiziksel geldi, kısa sürdü. Lafı uzatasım var. Bu sıralar n'aptığımı filan yazayım bari:
- Kendime ve kamuoyuna itiraf etmemin vakti geldi artık: Motif çelıncından ayrılıyorum. Arada bi estikçe kaydettiğim linklerden yeni motifler yaparım ama her güne bi motif bana uymadı. Zaten 200 gün boyunca bi şeyi düzenli olarak yapmak benim için fazla iddialıydı. Yine de iyi dayandım bence. Şu an elimdekileri de birleştirip tablo gibi bi şey yapmayı düşünüyorum. Bitince illaki dayanamam zaten burdan da duyururum.
- Adalet Ağaoğlu'nun Göç Temizliği denk geldi burdaki halk kütüphanelerinden birinde (OBA De Hallen). Hemencik aldım -hemencik olmasa da- okudum bitirdim. A.A.nu ne kadar yanlış tanıdığımı fark ettim. O'nu hep Atatürkçü, CHPli falan okumuş bi aileden geldiğini sanıyordum. Yani ailesi mutlaka O'nun okumasını desteklemiş olmalıydı. Onca kitabını neremle okumuşum bilmiyorum ama bu son kitapla anladım ki annesi babası bildiğin halk insanıymış. Özellikle babası... Bildiğin Ölmeye Yatmak'taki Salih Efendi'ymiş. A.A. da bildiğin Aysel'miş. "Kendinden bu kadar farklı hayatları nasıl bu kadar güzel anlatabilmiş?" diye şaşırıp durmuştum Ölmeye Yatmak'ı okurken. Meğer kendisini anlatmış zaten. Üç günlüğünü, bilmemkaç romanını, bilmem kaç deneme kitabını okumama rağmen, nasıl bi aileden geldiğini daha yeni idrak ediyor olmamın iki sebebi var bence: 1) Kitap yazma zamanlarına geldiğinde ailesiyle ilgili sorunları kafasında çözdüğü, ailesini suçlamadığı, hatta onları anladığı için günlüklerinde ailesinden şikayet etmiyor. Geçmişi kurcalayıp durmuyor. Babasının O'nu okula yollamak istemeyişinden bahsetme gereği duymuyor. Dolayısıyla ben, A.A.nun ailesinin biraz sert fakat o zamanlar ne kadar olursa o kadar açık görüşlü, hatta batılı bi aile sanıyorum. 2) Hangisiydi hatırlamıyorum ama bir kitabında bayramlarda ailecek nane likörü içme gelenekleri olduğundan bahsediyor A.A. Bu gelenek de A.A. ile arama kalın bi çizgi çekmeme sebep oluyor hemen. Neden? Çünkü 90lar çocuğuyum ve hiç alkol girmeyen bir evde yetiştim. Televizyondaki evlerle bizimki hep çok farklıydı. Görsel farklılıkların büyük büyük sınırlar çizdiği düşüncesiyle büyüdüm. Alkol varsa bizden değil, şu şu kitaplar varsa bize benzemez, kıyafeti öyleyse böyle... Bayramlarda nane likörü içiliyorsa o ev benim evime benziyor olamaz... Lakin ki bi zamanlar benziyormuş işte. Neyse, bu kitapla ilgili ayrı bi yazı yazmam şart, şimdi susayım.
- İkinci Bahar'a başladım. Ne güzel diziymiş! Dakikalarca mal mal bakışmalar yok, yavaşlatılmış görüntüler yok, başarısız şiveler yok, bozuk Türkçe yok, kasıtlı bozulmuş Türkçe yok... Her karakter hem biraz iyi, hem biraz kötü... aşırılaştırma yok. Daha iki bölüm izledim ama olsun. Ve Türkan Şoray o yaşta hala ne kadar güzelmiş. He kadını erkeğine muhtaç göstermek gibi senaryo saçmalıkları yok... Sen Anlat Karadeniz dizisini görünce aydınlandım geçenlerde. Dizilerdeki rol modeller gittikçe aptallaşıyor. Masallara geri dönüyoruz. Piremsesler kurtarılmak için piremslerini bekliyor. Tabi hepsi namuslu.
- Publieke Werken diye bir Hollanda filmi seyrettim. Amsterdam Merkez İstasyon'un ve karşısındaki Victoria Otel'in yapılışının hikayesi. Aslında o dönem Amsterdamının atmosferini, Amerika'ya göç furyasını, Hollanda'da Yahudilere bakışı görmek açısından güzel bir film. Tabi konu otel yapımı olunca, büyük şirketler ve onlara karşı savaşmaya çalışan küçük adamlar başrole oturuyor ki bence film sırf bu yüzden bile önemli. Oyunculuk, senaryo vs yönünden ise çok şey beklememekte fayda var.
- OnzeTaal diye bi derginin e-bültenine üye oldum. Haftada iki kere Hollandaca hakkında mail geliyor. Dili bilenlere yönelik bi dergi normalde ama çoğu zaman mailde paylaşılan yazıların konusunu anlıyorum ya yetiyor. Bugün misal, resmi maillerde "... belgesi ektedir." demenin yollarını anlatmışlar bi yazıda. Durup dururken yeni bi şey öğrendim. Şu an hatırlamıyorum ama bi daha karşıma çıktığında hatırlarım. Bi kelimeyi tam olarak öğrenmem için illa 3-5 kere karşılaşmam gerektiğini fark edince oturup kelime çalışmaktan vazgeçtim. Okumaya, tv izlemeye zorluyorum kendimi. Demem o ki, Hollandaca öğrenmek isteyenlere iyi gelebilir bu OnzeTaal bültenleri.
Şimdilik bu kadar olsun. Derse gideyim gali.
Selamlar,
Kanatlı Kedi
Cevabı pek öyle değil tabi.
Sabah uyandığımdan beri üstümde bi halsizlik olduğundan, öğlenki kursa hazırlanmak amacıyla pijamalarımı çıkarmaya yeltenerek alt pijamamın yerine kot pantolon giymeyi ve kemeri dahi bağlamayı başarmış olmama rağmen, iş üst pijamayı değiştirmeye gelince ne kadar yorgun hissettiğimi fark edip, akşama kadar dinlenip akşamki kursa ayık kafa ve vücutla gidebilmek için öğlenki kursa gitmemem gerektiğine karar verdiğimden ötürü altı kaval üstü şişhane deyimine uygun olarak şu anda üstümde pijama, altımda ise kot pantolon bulunmakta efenim. Cümleyi daha da uzatabilir miydim acaba?
İki gün bahar havası gördü ya, hemen hastalık sinyalleri vermeye başladı bünye. Bi de sanırım benim bi şeylere alerjim var. Dışarda illaki bi sebepten gözlerim yaşarıyor, gözlerim yaşarınca da burnum akıyor. Rüzgardan olduğunu sanıyordum fekat dün fark ettim ki rüzgar olmadığında da yaşarabiliyor. Ama doktor daha geçen kan aldı, bi şeye alerjim var mı diye kontrol etti, yokmuş. Bu alerji olayının bi tek kan almayla kontrol edilebildiğini bilmiyordum.
Bu haftanın sorusu fazla fiziksel geldi, kısa sürdü. Lafı uzatasım var. Bu sıralar n'aptığımı filan yazayım bari:
- Kendime ve kamuoyuna itiraf etmemin vakti geldi artık: Motif çelıncından ayrılıyorum. Arada bi estikçe kaydettiğim linklerden yeni motifler yaparım ama her güne bi motif bana uymadı. Zaten 200 gün boyunca bi şeyi düzenli olarak yapmak benim için fazla iddialıydı. Yine de iyi dayandım bence. Şu an elimdekileri de birleştirip tablo gibi bi şey yapmayı düşünüyorum. Bitince illaki dayanamam zaten burdan da duyururum.
- Adalet Ağaoğlu'nun Göç Temizliği denk geldi burdaki halk kütüphanelerinden birinde (OBA De Hallen). Hemencik aldım -hemencik olmasa da- okudum bitirdim. A.A.nu ne kadar yanlış tanıdığımı fark ettim. O'nu hep Atatürkçü, CHPli falan okumuş bi aileden geldiğini sanıyordum. Yani ailesi mutlaka O'nun okumasını desteklemiş olmalıydı. Onca kitabını neremle okumuşum bilmiyorum ama bu son kitapla anladım ki annesi babası bildiğin halk insanıymış. Özellikle babası... Bildiğin Ölmeye Yatmak'taki Salih Efendi'ymiş. A.A. da bildiğin Aysel'miş. "Kendinden bu kadar farklı hayatları nasıl bu kadar güzel anlatabilmiş?" diye şaşırıp durmuştum Ölmeye Yatmak'ı okurken. Meğer kendisini anlatmış zaten. Üç günlüğünü, bilmemkaç romanını, bilmem kaç deneme kitabını okumama rağmen, nasıl bi aileden geldiğini daha yeni idrak ediyor olmamın iki sebebi var bence: 1) Kitap yazma zamanlarına geldiğinde ailesiyle ilgili sorunları kafasında çözdüğü, ailesini suçlamadığı, hatta onları anladığı için günlüklerinde ailesinden şikayet etmiyor. Geçmişi kurcalayıp durmuyor. Babasının O'nu okula yollamak istemeyişinden bahsetme gereği duymuyor. Dolayısıyla ben, A.A.nun ailesinin biraz sert fakat o zamanlar ne kadar olursa o kadar açık görüşlü, hatta batılı bi aile sanıyorum. 2) Hangisiydi hatırlamıyorum ama bir kitabında bayramlarda ailecek nane likörü içme gelenekleri olduğundan bahsediyor A.A. Bu gelenek de A.A. ile arama kalın bi çizgi çekmeme sebep oluyor hemen. Neden? Çünkü 90lar çocuğuyum ve hiç alkol girmeyen bir evde yetiştim. Televizyondaki evlerle bizimki hep çok farklıydı. Görsel farklılıkların büyük büyük sınırlar çizdiği düşüncesiyle büyüdüm. Alkol varsa bizden değil, şu şu kitaplar varsa bize benzemez, kıyafeti öyleyse böyle... Bayramlarda nane likörü içiliyorsa o ev benim evime benziyor olamaz... Lakin ki bi zamanlar benziyormuş işte. Neyse, bu kitapla ilgili ayrı bi yazı yazmam şart, şimdi susayım.
- İkinci Bahar'a başladım. Ne güzel diziymiş! Dakikalarca mal mal bakışmalar yok, yavaşlatılmış görüntüler yok, başarısız şiveler yok, bozuk Türkçe yok, kasıtlı bozulmuş Türkçe yok... Her karakter hem biraz iyi, hem biraz kötü... aşırılaştırma yok. Daha iki bölüm izledim ama olsun. Ve Türkan Şoray o yaşta hala ne kadar güzelmiş. He kadını erkeğine muhtaç göstermek gibi senaryo saçmalıkları yok... Sen Anlat Karadeniz dizisini görünce aydınlandım geçenlerde. Dizilerdeki rol modeller gittikçe aptallaşıyor. Masallara geri dönüyoruz. Piremsesler kurtarılmak için piremslerini bekliyor. Tabi hepsi namuslu.
- Publieke Werken diye bir Hollanda filmi seyrettim. Amsterdam Merkez İstasyon'un ve karşısındaki Victoria Otel'in yapılışının hikayesi. Aslında o dönem Amsterdamının atmosferini, Amerika'ya göç furyasını, Hollanda'da Yahudilere bakışı görmek açısından güzel bir film. Tabi konu otel yapımı olunca, büyük şirketler ve onlara karşı savaşmaya çalışan küçük adamlar başrole oturuyor ki bence film sırf bu yüzden bile önemli. Oyunculuk, senaryo vs yönünden ise çok şey beklememekte fayda var.
- OnzeTaal diye bi derginin e-bültenine üye oldum. Haftada iki kere Hollandaca hakkında mail geliyor. Dili bilenlere yönelik bi dergi normalde ama çoğu zaman mailde paylaşılan yazıların konusunu anlıyorum ya yetiyor. Bugün misal, resmi maillerde "... belgesi ektedir." demenin yollarını anlatmışlar bi yazıda. Durup dururken yeni bi şey öğrendim. Şu an hatırlamıyorum ama bi daha karşıma çıktığında hatırlarım. Bi kelimeyi tam olarak öğrenmem için illa 3-5 kere karşılaşmam gerektiğini fark edince oturup kelime çalışmaktan vazgeçtim. Okumaya, tv izlemeye zorluyorum kendimi. Demem o ki, Hollandaca öğrenmek isteyenlere iyi gelebilir bu OnzeTaal bültenleri.
Şimdilik bu kadar olsun. Derse gideyim gali.
Selamlar,
Kanatlı Kedi