Sibel K. Türker'den Öykü Sersemi'ni buldum Amsterdam Merkez Kütüphanesi'nde, aldım okudum. Burada Türkçe kitap bölümü var, edebi eserler genellikle. Hiç tanımadığım isimlerle dolu. Kapağını görünce küçümsediğim türden kitaplarla dolu, hani filmi çıkınca günün birinde illaki izlediğimiz ama kitabını görünce burun kıvırdığımız kitaplar, beyaz yaka romantik komedileri, genç kızlık kitapları, çok satan aksiyonlar, dedektiflikler... Bi de bunun yanında Allah'a koşanlar var. Bu raflarla ilk karşılaştığımda, Türkçe kitap yokluğunda sırayla hepsini okumaya karar vermiştim. Hiç bilmediğim türler hakkında ahkam kesmeyi bırakacaktım böylece, ufkum genişleyecekti filan. Rastgele aldığım ve şimdi ismini hatırlayamadığım birkaç kitap acayip sıktığı için, kapattım bu bahsi.
Sözün özü, arada Can Yayınevi'ni görünce yazarı tanımasam bile, akrabalarla dolu düğün salonunda en az benim kadar huzursuz hisseden, yıllardır görüşmediğim kuzenimi görmüş gibi huzur doluyorum. Sibel K. Türker'i de hiç tanımazdım, aslında öykü okumayı pek sevmezdim, tam kurgunun içine girince bitecekmiş gibi korkuturdu kısalığı. Ama çok özlemişim edebiyatı. Tam olarak kalbimi fetheden edebiyatı özlemişim.
Günlük hayatta farkında olmadan yaptıklarımızı açıklayabilen, bunları yeterince tanımlayabilen, ünlem işaretli bir "evet" patlatmamıza sebep olan edebi eserleri seviyorum sanırım. Mutfaktan bilgisayar başına gelene kadar aklımdan neler geçiyor? Bazıları var ki, bunu benden iyi tanımlıyorlar. Ah be.. Nası kıskanıyorum sizi bi bilseniz... Bi tane yazabilsem rahat ölürdüm gibi geliyor. Büyük konuşmamak lazım tabi, insan dediğin doyumsuz olur...
Bu bir tanıtım yazısı değildir elbette. Bi öykü kitabı nasıl tanıtılır ki? Ne gerek var? Diyelim tanıtılır, bana mı kaldı bu görev? Ben bi zamanlar öyküden "kısa" olduğu için uzak duran insan, neyini-nasıl tanıtayım öykünün? Ayrıca, neye faydası var?
Ama bazen oluyor bu sevgili elbetbigünokur, bazen bi şeyleri okurken bi taraftan yazma isteği bastırıyor. Bana hatırlattıkları mı, nedir bu defteri kalemi önüme çektiren dürtü, bilmiyorum. Yazacak bi şeyim de olmuyor çünkü, öööyle bakıyorum kağıda, tükenmez kaleme. Sorun tükenmez kalemde değil, bende. Beynimin bi yerlerinde gizleniyor, bulamıyorum. Ölene kadar bulamazsam ömür boşa gitmiş olacak. En çok ondan korkuyorum.
Aslında kitabın ismiyle çok fena uyumlu şu aptal ruh halim: Öykü sersemi oldum işte. Bu kadar basit.
İçimden geçen, her öyküyü tekrar okuyup, içimde uyandırdıklarını yazmaktı. Ama üşeniyorum. Ve bu üşenmeyi çok iyi biliyorum, yarım kalacaktır o yazı. O zaman, ne gerek var, neye faydası var? (Ferhan Şensoy izlemeyenler bu faydacı yaklaşımımdan sıkılmış olabilir, diğerlerine tanıdık gelecektir. Özümde bu kadar faydacı değilim. Yok aslında öyleyim. Boşver be güzelim, ne önemi var, neye faydası var!)