Dün iki süper film birden izledim, sonra bir taneye daha başladım, ikincisi varmış meğer, ardarda iki süper film daha izledim yani. Günde 4 yerli film! Benim standartlarım için fazla, sarhoş etti azıcık ama olsun.
1. Entelköy Efeköy'e Karşı. Filmden beklentim düşüktü, bolca ideoloji pompalayan, az komik, bol mesajlı, üç beş ünlü içeren, oyunculukları vasat bir film bekliyordum. Az buçuk ideolojik mesajı olan yerli filmlerle ilgili kötü anılarım var, bunu da öyle sanıyordum ama illa ki izlemem gerektiğini düşündüğümden aklımın bi köşesinde yazılıydı. Başlayınca anladım ki Yönetmen Yüksel Aksu'ymuş. Ooooo dedim, dur dur dedim, çişimi falan da yapayım, çayımı suyumu hazır edeyim de geleyim... Kısacası beklentim çok düşükken yönetmenin ismini görünce epey yükseldi. Yükselttiğime pişman olmadım, bol bol sesli güldüm, Aşırı'yı çok sevdim. Hem entellerin saçmalamalarına, halkı hiç anlayamayışlarına, aşırı iyimserliklerine, hem de köylülerin saf görünümlü kurnazlıklarına, cahillikten şikayetçi olmayışlarına yer verilmiş. Pek tatlı, Bulutsuzluk Özlemi de pek yakışmış.
-----
2. F Tipi Film. Bunu da çok duymuştum ordan burdan ama afişinin gözümün önünde canlanması dışında konusu ya da yönetmeni/oyuncusu/fragmanı hakkında herhangi bir bilgim yoktu. Siyasi filmlerden beklentim -yine- düşük olduğu için çok araştırmamıştım. Yine yanıldım. (Böyle yanılmalar pek bi güzel). Kısa filmlerden oluşuyor. F tipi cezaevlerinde hücrelerde yaşayan mahkumların hayatları. Filmler hep 4 duvar arasında. Sırrı Süreyya Önder'in yönettiği "tabut" filmi hariç. Oğlunu ziyarete gelen bir ananın güvenlik kontrolü amaçlı soyunmaya zorlanması çok etkileyiciydi. "Ama gerçekten oldu mu bu?" diye bi tek burda sorasım geldi. Diğerleri hep normal geldi. İşkenceye çok yer verilmemiş filmde, daha çok işkencenin sonuçları, psikolojik şiddet öne çıkıyor. Şiddet olsa da çok şaşırmazdım. F tipi dönemini hatırlamasam da, Türkiye'de işlerin ne kadar pisleşebileceğini biliyoruz artık, maruz kalmasak da, yaşayanları biliyoruz. Her türlü kötülüğü bekliyoruz iktidardan. Fakat bir anneyi tamamen soymak? Bu hiç aklıma gelmezdi. Şüpheleniyorsan git orasını burasını elle ara, soymak ne demek? Üstelik arkasında bir erkek gardiyan bekliyor, kadının utanıp sıkılacağını bile bile... F tipi hakkında bilgi vermiyor film, "buna benzer şeyler oldu, bilmiyorsan öğren" diyor. Bilmiyorum gerçekten.
-----
3. Aradan saatler geçtikten sonra aklımdaki bir diğer filme başladım: İnşaat. Emre Kınay ve Şevket Çoruh'u severim, o yüzden yıllardır aklımdaydı bu film. Ama sürekli başka filmler geçti önüne. Sonunda kavuştuk. O da beklediğimden güzeldi, hem komik, hem dertli bi film. Suna Pekuysal'ın cadılıklarını özlemişim. Şevket Çoruh'un konuşmasına bittim, karakterleri çok iyi canlandırmışlar, oyuncu olduklarını neredeyse unutacaktım yani. Umut ve keder kısırdöngüsünü hatırlattı durdu film, her şey bir gün geçer, deyip durdu.
-----
4. Ve tabi İnşaat öyle bir bitiyor ki, ikincisini hemen izlemek istiyor insan. 10 yıl geçmiş (filme göre) aradan. Gerçekte de geçmiş, oyuncular da yaşlanmış, belli, Şevket Çoruh'un keli açılmış filan. Akıllı telefonlar çıkmış, Whatsap bile var. Lakin birincisi daha tatlıydı bence. İlk filmdekiyle aynı şeyler tekrar başlarına geldi ikincide, komik oluyor belki ama insan şaşırmak istiyor biraz. Aynı konseptin tekrarlanmasıyla şaşırmak filmin başında güzel, misal yaşlı ve dırdırcı bi komşunun daha olması, hele ki onun Bülent Kayabaş olması çok tatlı bi sürprizdi ama sonrasında "aaaay yine mi" dedirtti biraz. Olsun, yine de güzel.
İşte böyle 4 süper film birden bitti. Buraya not etmek gerekliydi. Yeni filmlerde görüşmek üzre, esen kalın...
Ekleme: İnşaat 2'nin afişindeki "filmde çıplak Rus da var" vurgusunu ve bunların yanındaki "gömmeye devam" ın çağrıştırması istenen şeyleri yeni fark ettim.
Ekleme: İnşaat 2'nin afişindeki "filmde çıplak Rus da var" vurgusunu ve bunların yanındaki "gömmeye devam" ın çağrıştırması istenen şeyleri yeni fark ettim.