13 Ocak 2014

KİTAP: İNSAN MEDDÜCEZRİ-YARIM ADAM (hilmi ziya ülken)

kaynak
kitap, ilk olarak cumhuriyet gazetesi'nde tefrika edilmiş (yazı dizisi halinde yayınlanmış), 1941'de şirketi mürettibiye basımevi tarafından kitap olarak basılmış. ben ise iş bankası yayınlarının 2012'de yeniden yayınladığı baskısını okudum. kitabın sonundaki sözlük, bir yüzyıl önce sık sık kullanılan sözcükleri anlayamayan zavallı bilgisiz neslimiz için çok faydalıydı. ..

ülken, birkaç romanlık bir seri hazırlamayı düşünmüş ancak bu düşüncesini tatbik edememiş. seriye ait "posta yolu" romanı da basılmış. hatta işbankası yayınları da bu kitabı 2012'de tekrar basacağını vaat etmiş ancak sanırım basılmamış, internette hiçbir bilgiye rastlamadım.

kitapla ilgili ayrıntılı bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz:  http://www.journals.istanbul.edu.tr/tr/index.php/iktisatsosyoloji/article/viewFile/6689/6211

ben şimdilik yalnızca altını çizdiğim satırları aktarmakla yetineceğim:





----

73- bütün felaket, rüya görüp sonra bunu tatbike kalkmadan çıkıyor. ... rüya görenleri severim. ama rüyasını tatbike kalkan ve bir masal için kıtal yapanları değil. don kişot değirmenlere saldırdığı için gülüyoruz. fakat eğer onun yerine rüyası için insanları boğazlasaydı, bize gene masum ve sempatik görünebilecek, gülerek geçecek miydik?...bütün bu fikir uğruna ortalığı kasıp kavuranlar şaka etmiyorlar. bizi rüyalarının elinde oyuncak yapmak istiyorlar.

153- ya bu noksan neden? 
şüphesiz korkudan! allah'tan korkmak, cehennem ateşinden, polis tehdidinden, huzurunu kaybetmeden, dile düşmeden korkmak, hülasa gözlerini yumup içine katlanarak korku sağanağı altında yaşamak elbette sevgi bırakmaz. 

154- işte davamızın ruhu! halkı nasıl çalıştıralım? iş organizasyonları nasıl kuralım? bu arada küçük meseleler de var: mesela köylü neden çalışmaz? sonra şehre girmeli: tabakhane suları şehrin havasını bozduğu için dış mahalleye naklinden, sulara pis mecralar karıştığından bahsederiz.

244- hiç kimsenin onu sevmediğini, sevemeyeceğini zannediyordu. bir gülümseme, küçük bir iltifat onu kolaylıkla sürükleyebileceği gibi, gene onun kadar küçük tesadüfi bir ihmal birden yeise düşmesine kafiydi. bir gün inandığı kadın yüzüne kahkahayla gülerek onu bırakmış olsa, mutlaka kederinden öleceğini düşündüğü için, kimseye bağlanamıyordu. 

262- bana iftira ettiler, fakat buna müstahaktım; gölgeye sığınıp, ateşte yananlara acıyordum. ıstırabın ne olduğunu bilmeden, ıstırap çekenlerin, kahramanlığını yapmak istiyordum. hakikaten yegane mahkum benim! cezamı çekmeliyim!

272- söz arasında, istanbul halkının ne gibi işlerle uğraştığından bahsettikleri zaman o, bunların çoğundan habersiz görünüyordu. kautsky'nin eserleri vasıtasıyla mücerret bir işçi meselesinin inceliklerini pek iyi bilen rıza bey, şaşılacak şey, türkiye'de bir iş meselesinin nasıl ortaya konacağını tayinden acizdi. ... ya bu nazariyeler! onların konuştukça daha bulanık, daha müphem, daha karanlık bir hal alanmücerret mefhumları içerisine girmek, kırık bir fenerle çapraşık bir labirentin içinde dolaşmaktan başka neydi? kelimeler, onların tariflere göre değişen ince ve tutulmaz nüansları, dönüp dolaşarak gene kendi kendini tekzibe giden bin bir fikir cambazlıkları saatlerce süren bu münakaşalardan sonra konuşanlara ne kadar yol kazandırıyor, hangisini gitmesi mukadder yoldan başka tarafa çeviriyordu? (sosyal demokrat parti kurmak isteyen rıza bey'e eleştiri)

273- hükümet bu teklifleri kabul etmez, çünkü sizi fazla ahrar ve dine muhalif addeder. işgal kuvvetleri buna mani olur, çünkü sermayesinin kökleşmesi için sizi kendine engel görür.  (sosyal demokrat parti kurmak isteyen rıza bey'e eleştiri)

277- bir frenk seyyahı gibi kenardan bakmaya utandığı için aralarına karıştığını biliyor fakat ne zamandır hislerinin ufkundan silinmiş bir alem için yapılan bütün bu nümayişler ona duyulmamış bir haletiruhiyenin ifadesini görmek kadar manasız geliyordu. bununla beraber muttasıl göz ucuyla bakıyordu: boyunları bükük, teslimiyet içinde dua ediyorlar, eğiliyorlar ve secdeye kapanıyorlardı. bunlar debbağhane amelesi, iplik fabrikasının, boya tezgahlarının işçileri, kafasında fırtına yapan bütün o yarınki dünyanın demir yürekli insanları mıydı? boyunlarını büküp teslim olmak için yumuşak, gevşetici bir ahenkle kendilerini çağıran sese, düşünmeden, anlamaya çalışmadan koşan bu adamlar yarının büyük ihtilalini yapacak demir kolları taşıyanlar mıydı?  (yıllar sonra camiye girmek, işçilerin yoğun olduğu camiye...)

278- bazı söylüyorlar da -yani diyeceğim, kulağımıza çalınmışlığı var- öyle, ustasını hor gören, mal sahibine bayrak kaldıranlar olurmuş. vallahi biz burada doğduk büyüdük. böyle şeyler işitmedik. diyorlar ki gavur memleketlerinde bu yüzden kanlı bıçaklı olurlarmış! şehir içinde iki taraf olup muharebe meydanında gibi birbiriyle boğazlaşırlarmış... hiç insan ustasına el kaldırır mı? (cami yakınındaki kahvecinin sözleri)

281- tek azası olmayan parti, camideki amele, imamları besleyen patron, kiliseden kuvvet alan amele partisi, bütün bu masallar başbaşa verilmiş bir grup fotoğrafı, manalı bir seyahat hatırası halini aldığı zaman ona zararsız ve gülünçten fazla bir şey, adeta korkunç gibi görünmeye başlıyordu. 

298- yazılarında zinde bir hayatı telkin ediyordu. halbuki bizzat kendisi ve arkadaşları hastaydı. o, hakiki dostluk arıyordu. fakat onların her gün birbirini aldatmadan başka şey yapmadıklarını pekala görüyordu. kuvvetini işçi ve köylüden alacak bir fikre inanıyor. fakat etrafına toplanan bir avuç adamda ne işçi, ne de köylü var, cüretini kaybetmiş memurlara ve evhamlılara dayandığını biliyordu. eski darbımeselin dediği gibi, bu "çamur üstüne bina kurmak" değil de nedir?

308- hasta adam, kendini unutmak için nihayetsiz bir varlıkta kaybolmak istiyordu! allah'ta bulamadığını, toprakta, çiçeklerde, kırlarda arıyordu.

310- onu görünce eski benliğimi görmüş gibi ürküyorum. ne tuhaf! onu hiç görmek istemiyorum.

311- şüphesiz beni seviyorlar. fakat tıpkı beceriksiz, sarsak bir çocuğu acıyarak sevdikleri gibi. 

337- eminim! yalnız senden mi? hepinizden... allah razı olsun. siz olmasanız, halimiz ne olurdu? bütün okumuşlar, zaten bizi düşünmüyor musunuz? (katip niyazi bey'in yazar demir bey'e azarı)

340- bana bakma! cahilin biriyim. ah, içimdekileri söyleyebilsem!... ne güzel yazıyordun!... bütün bunları sanki ben uydurmuşum gibi... sabahlara kadar okurdum. hala şurada saklarım. billahi beni onlar çileden çıkardı! okudukça aklım başımdan gitti. kimselere açamıyorum. zaten boşta değil miyim? kimi görebilirim ki... işte nihayet geldin! sana diyeceklerim vardı... sabahlara kadar zihnimi kurcalayan, beynimi yakan şeyler...  (katip niyazi bey'in yazar demir bey'e azarı)

341- ve şimdi düşman kim, düşünüyorum! sen misin, onlar mı? ... düşman acıyı veren mi? yoksa kundağı sokup çekilen mi? kini öğreten midir? affedecek kadar zayıf olan mı? işte buna karar veremedim! (katip niyazi bey'in yazar demir bey'e azarı)