04 Ocak 2014

KİTAP: KÖTÜ SAATTE (gabriel garcia marquez)

yıllar önce, sanırım lisedeyken okudum marquez'in "kırmızı pazartesi"sini. sonra "yüzyıllık yalnızlık" a saldırdım hemen. tabi kitabın çok ağır/sıkıcı gelmesiyle birlikte, Nobel ödüllü kitaplardan bir süre daha uzak durmam gerektiğini hissettim. yıllar sonra, kütüphanede gaza gelip "kötü saatte"yi alayım dedim, marquez'le barışalım diye.


nasıldı?

kırmızı Pazartesi'nin konusunu hatırlamıyorum ama okudukça zihinde bıraktığı tat, o'nunkine benziyor: bir kasaba ve devlet ile din görevlilerinin halk üzerinde otorite kurma çabası. halkın umursamazlıkla korku arasında günlük yaşantısına devam etmesi. pederin halka ahlak pompalamaya çalışırken, tanrıyla kendini bütünleştirirken, başkalarını küçümseyerek, işine geldiğinde ahlak bekçisi ama aslında katil olan devlet yetkililerini destekleyerek, aslında gittikçe edepsizleşmesi... pederin örnek kasaba yaratma çabası... yerini devredecek bir peder yetiştirmediği için, kasabanın kendinden sonra ne hallere düşeceğini düşünüp dertlenmesi, yani aslında kendini kendi gözünde fazla büyütmesi. ahlak baskısı altındaki toplumda gizli gizli devam eden günahlar, dedikodular, skandallar...

tuğrul Tanyol, "kötü saatte" diye çevirmiş kitabın ismini. seçkin Selvi'nin "şer saati" diye çevirdiği bi baskısı daha var. ikisi de can Yayınları'ndan. şer saati daha hoş geliyor kulağa, kitabın içeriğine de daha uygun bi isim, gibi geldi bana.

konusu güzel olsa da, sanırım marquez'in üslubuyla hala tam anlamıyla barışamadım. akıp gitmiyor kitap. karşılıklı konuşmalar, betimlemeler, "o an o kasabadasın" hissine yaklaştırıyor ama bir an önce bir sonraki sayfaya geçme isteği uyandırmıyor. en azından bende öyle oldu.

alıntılar:

31- adam güpegündüz, yabancı bir kentte kaybolmuş gibi hissetti kendini.

33- sonra, her zamanki gibi, kendi sınıfını oluşturan yarım düzine aileyi bütün kasabanın yerine koyarak....

64- ...erimiş cama benzeyen hava...

70- ...tanrı, sana seni sayan bir erkek bulma şansı vermiş. işte bu yüzden evlenip evini yasallaştırmalısın.

85- eleştirmenler kısa öykü diyebilirler, ama uzun bir kısa öykü.

104- bana kalırsa...bukalemunların bütün duyarlılıkları gözlerinde. ...biraz önce radyoda, kör bukalemunların renk değiştirmediklerini dinledim.

107- geri gelirler...utancın belleği zayıftır.

113- dünya kurulduğundan beri hiçbir bildiri iyilik getirmemiştir.

145- saatler sonra, cibinliğinin içinde uyanık yatarken, peder angel burada, bu kilisede bulunduğu on dokuz yıl süresince, zamanın gerçekten geçip geçmediğini düşünüyordu.

147- eğer erkekler doğum yapabilselerdi daha düşünceli olurlardı.

148- asis'ler, bu çevrede bir tek papaz bile yokken Tanrı'nın kullarıydılar.

149- adalet, topallaya topallaya yürüse bile yine de gideceği yere gidiyor.

149- dünyada pazartesi diye bir şey olmamalıydı.

151- yüzü, yazı yazmaya alışık olmayan birinin imza atarken takındığı anlatıma bürünmüştü.

152- iki yıl nutuk attıktan sonra, hala aynı durum, basında aynı sansür, aynı memurlar.

157- ...muayenehanelerin insanda uyandırdığı budalaca bir merakla çevresine bakınıyordu.

158- doktor: aşağıdaki hiçbir şeyin değişmediğini bile bile, insan içgüdülerini dizginlemek için yıllardır didinmek pek tanrı işiymiş gibi gelmiyor bana... son günlerde, Tanrı'nın amansız uğraşının dökülmeye başladığı duygusuna kapılmıyor musunuz?

-peder: tüm yaşamım boyunca her gece aynı duyguya kapıldım. bu nedenle, ertesi gün daha büyük bir güçle işe başlamam gerektiğini biliyorum.
-d: peder, bir gece elinizi kalbinize koyup kendinize, ahlakın yaralarını sarmaktan başka bir şey yapıp yapmadığınızı sorun.
-p: öldüğünüzde, bu sözlerinizin ne denli ağır olduğunu öğreneceksiniz doktor.
158- ... doktorun yüreğine ektiği o yenilgi duygusu...

169- başkan: kim yaptı bunu?
polislerden biri: hepimiz (öldürülen mahkum hakkında)

171- devletin kolu uzundur.

175- uzun cüppesinin iliklerini düzelttikten sonra, gündeye giydiği, altı açılmaya başlamış botlarını geçirdi ayağına.