Filmi izledim. Basit bir film değil. Filmin alt metniyle ilgili çok fazla yorum yapabileceğimi sanmıyorum. Onları görebilmek için birikim gerekir. 3-5 cümle yazayım yine de.
Sevdim ama neden sevdiğimi tam olarak ifade edemiyorum. İlk aklıma gelen: Konuşmaların, verilen tepkilerin, belgesel tadında, gerçekçi olması. Nuri Bilge Ceylan filmlerinde -her seferinde kendisine sevgiyle sövmeme sebep olan- "lan insanın içindeki pislik bu kadar açık anlatılır mı be!" dedirten anları hatırlattı. Bağımsız sinema hep böyle miydi, yoksa sadece Türkiye'de, son yıllarda mı böyle oldu, bilmiyorum; insanın sevdiklerine karşı bile kirli duygular besleyebileceğine çok fazla değiniyorlar, ki bence iyi oluyor.
Bu, filmler aracılığıyla gerçek dünyadan kopmak isteyenler için saçma olabilir. Benim gibi psikopat, mazoşistler içinse iyi gelebilir. Benim de bazen izledikten sonra "yahu iyi hoş da ben bunu niye izledim ki şimdi, film dediğin insana başka bi dünyayı anlatır, kendimle yeterince başbaşa kalıyorum zaten" dediğim oluyor.
Özetle iç anadoluda, kırda dağda bayırda çekilen bir film.
Sinirimi bozan tek bir şey oldu. Kadının sinemadaki yeri konusunda çok mu alıngan oldum bilmiyorum ama, yine bir ayrıntı dikkatimi çekti: Filmde tek bir kadın oyuncu var. O kadar erkeğin içinde, yemeklerini yapan, gurur yapmadığı için erkeklerden çok daha mantıklı konuşan, ama kadın olduğu için sözü hiç dinlenmeyen bir köylü kadın (Meryem rolündeki Banu Fotocan). Olmazsa olmazdı. Fakat filmdeki diğer tüm gerçekçiliklere rağmen bu kadının kıyafeti yine "kadının sinemadaki estetik görünümü" algısına takılmıştı.
Sadece bizim köy mü öyleydi bilmiyorum ama köyde kadının teni olabildiğince görünmezdi (iç anadoluda bir köy). Yabancı bir erkek geldiğinde, başını kapatıyorsa, iyice kapatırdı (saçları görünmeyecek şekilde). Filmde ise kadının giydiği maksinin (etek) altında kısa paçalı bi don var, kapri boyunda. Altta bacakları ve ayakları çıplak.
Köyde sürekli erkeklerin arasında olan ve durmadan çalışan bir kadının bacaklarını düzenli olarak kıldan tüyden arındırması zordur. Bu yüzden ve ek olarak yörenin ahlak kuralları gereği bacaklarını tamamen kapatır.
Pis bi muhabbet oldu belki ama filmlerdeki "seksi köylü kadını" imajı küçüklüğümde izlediğim Hülya Avşar filmlerinden beri saçma gelmiştir. Bunun günümüzde en önemli özelliğinin gerçekçilik olduğunu düşündüğüm günümüz bağımsız filmlerinde hala aynı şekilde yansıtılması saçma geliyor.
Bu durumda yönetmenin o köylere hiç gitmemiş olması, ya da köylü kadının gerçek halinden estetik olmaması sebebiyle kaçmak istemesi ihtimali geliyor aklıma, ki ikincisi daha bi akla yakın.
Benim eleştirebileceğim başka bir şey yok. Genel anlamda, gerçekçilik açısından güzel filmdi ve çekimlerin tadını çıkarmak için sinemada izlemek daha iyi olacaktır diyebilirim.
Daha oturaklı ve mantıklı yorumlar için burdan buyrun: http://sigarayaniklari.blogspot.com/
Burda da yönetmenle bir röportaj var.
Not: Banu Fotocan'ın bir film görüntüsünü bulup eklemek istedim yazıya. Bulamadım google da Banu Fotocan Meryem Tepenin Ardı vb aramalarda. Hiç mi aranmamış, hiç mi bir röportajda ismi geçmemiş.. Garip değil mi?