Türkçe El Cezire'de çıkan "Üniversitelinin Bitmeyen Sorunu: Yurt" başlıklı haberi görünce üç beş bi şey yazmak istedim.
İtü'ye kayıt olmaya gitmiştim. Süleyman Demirel Kongre Merkezi'nin dışında öğrenci kulüpleri masa açmıştı. O masalarda beni bekleyen yeni hayatın trailerını izliyormuşum gibi hissettim, heyecanlıydım. Cemaatçi olduğunu tipinden anlayabildiğim bir kız yanımıza yaklaştı (abim ve babamla birlikte gitmiştim). Kalacak yerimin olup olmadığını sordu. Üniversite yurtlarına başvuracağımı söyledim. Çıkmaması ihtimali olduğunu bilmiyorudum. Şehir dışından öğrenci kabul eden bir eğitim kurumunun kalacak yer ayarlamaması ihtimali saçma geliyordu. (Aklım saçma gelen düşünceleri yok sayarak sık sık oyun oynar bana). Üniversiteler mantıklı, sistemli yerlerdi. Sonradan fark ettim ki "yurt çıkmadı" gibi cümleler kuran insanlar da varmış dünyada. Maddi durumları çok iyi olduğu içindir, diye düşündüm, yok, alakası yoktu.
Neyse efenim, yanımıza yanaşan cemaatçi abla İTÜ yurtlarının ne kadar ahlaksız bir yer olduğunu anlatmaya başladı. Kız-erkek yurtları ayrı olsa da odalara girip çıkan belli değilmiş, içki alemleri yapılıyormuş vs. "Siz de mutaassıp bir aileye benziyorsunuz, çok geç olmadan vazgeçin, gelin bizim yurdumuza kaydolun", dedi kısacası. Kan beynime sıçradı.
Hangi cemaat olduğunu sormadan "olmaz"dedim. Babamın gaza gelip hemen ikna olmasından korktum deli gibi. Böyle bi başlangıç yapmamalıydım üniversiteye. Hiçbi cemaatle alakamız yoktu, dinin cemaat altında örgütlenmesini bi Müslüman olarak doğru bulmuyordu babam,hiçbi cemaati tasvip etmiyordu. Yine de muhafazakar bir çevremiz olduğu için dört bir yanımız her çeşit cemaatçi akrabayla sarılıydı. Hepsinden ayrı ayrı tiksiniyordum. "İyi müslüman" olma şartlarını yerine getirmediğimiz için yargılayan bakışlarından, ablamın üniversitede başını açacağını duyunca anneme "kızının cehennemde yerini hazırlıyorsun" deme cüretini gösteren akrabalarımızdan nefret ediyordum. Bunlara yeterince ses çıkarmayan aileme de çok kızgındım.
Bu yüzden, cemaatlerden hoşlanmasa da, babamın ahlaksız bir yerde kalmayayım diye ikna oluvermesinden korktum. İlk günden kavga etmem gerekecekti. Bilmediğim bi yerde, kalacak yerimin, arkadaşımın olmadığı, kimseye güvenemediğim bir yerde, bi de ailemle kavga etme ihtimali ödümü koparttı.
Neyse ki babam sandığım kadar despot biri değilmiş, fikrimi sordu, istemediğimi görünce teşekkür ettik, ayrıldık.
İtü Vakfı'nın yurtlarından birine kabul edildim. Kendi evimden daha lükstü. Ferah bir odada iki kişi kalıyorduk. Abimden bol ranzalı devlet yurdu hikayeleri dinlemeye alışkındım, bu lükse şaşırmıştım. Ücreti biraz yüksekti, üstelik kahvaltı vs dahil değildi. Yemek çok pahalıya geliyordu, markette her şey ne kadar da pahalıydı! Bu gibi şaşkınlıkları yaşasam da halimden memnundum. Yurtta içki içildiğine ya da tamirciler dışında odalara karşı cinsten birinin girdiğine şahit olmadım. Ki zamanla bu tür şeyleri ahlaksızlık diye nitelemeyi bıraktım. O kızın iftira attığını fark ettikçe daha çok bilendim cemaatlere karşı.
Sonra olağanüstü zam yapıldı yurt ücretine. Sebep, yurdun el değiştirmesiydi. Başka bir vakfa geçmişti. Daha kaliteli odalar yapılacaktı, verdiğimiz paraya değecekti, dediklerine göre. 260tl iken girdiğim yurt, 400tl'ye çıkmıştı bikaç sene içinde. Daha lüks bi yurda ihtiyacımız yok, daha fazla odaya ihtiyacımız var diye tartışmıştım yurt müdürüyle. Bi yerlere daha itiraz ettim ama sonucu değiştirecek bir cevap alamadım tabi ki.
Artık yaşadığım şehri sahiplenmiştim, arkadaşlarım vardı, sokakta kalma korkum azalmıştı, bi şekilde kalacak bi yer ayarlayacağımı biliyordum. Kendi kendime yurdu protesto etmeye karar verdim, pılımı pırtımı toplayıp ayrıldım. İşler denk geldi, arkadaşımla eve çıktım.
TMMOB'da öğrenci üye olarak aktiftim o sıralar. Gıda Mühendisliği Öğrenci Kurultaylarından birinde öğrencilerin barınma sorunu hakkında konuşma yaptım. Özetle söylediğim şey şuydu:
"Devlet yurtları yetersiz. Üniversite yurtları da öyle. Üstelik daha lüks yurtlar yapma derdindeler, halbuki bilmediği bir şehirde yeni bir hayata başlayacak öğrencinin öncelikle başını sokacağı bir yere ihtiyacı var. Sonra gerekirse daha konforlu bir yer ayarlar kendine. Hiçbir şekilde yurt bulamayan öğrenci, ev tutacak arkadaş çevresine ve cesarete sahipse, yani şanslıysa ev tutmaya girişiyor. Emlakçıların, ev sahiplerinin sömürüsüne maruz kalıyor, uçuk fiyatlara dandik evlerde kalıyor, üstelik ülkemiz "öğrenciye/bekara ev vermem" diyen tiplerle dolu. Öğrencinin arkadaş çevresi ve cesareti yoksa, bi de ailesinde az buçuk muhafazakarlık varsa, cemaat yurtlarında kalmak zorunda kalıyor. Üniversitede aydınlanmaya gelmiş öğrenci, cemaat yurdunda kaldığında günlük hayatının her dakikası kontrol altında tutuluyor. Kıyafetine, okuduğu kitaba müdahale ediliyor. Tek tip insan yetiştiriliyor. Kişi özgürleşmeyecekse, pek çok seçenek arasından kendisine bir yol çizme imkanı bulamayacaksa üniversitelerin ne anlamı var? Bu, ayrıntı gibi görünse de aslında büyük bir problem."
İlk defa o kadar büyük bir kitlenin karşısında konuşmuştum. Tepkileri hatırlamıyorum, çok heyecanlıydım. Ama arkadaşlarımın bile beni tam olarak anladığından emin değildim. Çünkü birçoğunun herhangi bir cemaatle herhangi bir şekilde ilişkisi olmamıştı. Ne büyük bir ağ olduğundan haberleri yoktu. İnsan acısını çekmediği sorunu küçümser. "Herhalde ben çok büyütüyorum,kisisellestiriyorum cemaatlerin baskısını" diye düşünmeye başlamıştım sonrasında. (Her fırsatta kendinden şüphelenen insan örneği). Şimdi sonuç bildirgesine baktım, barınma sorunundan bahsediliyor ama cemaat veya dini yurt gibi sözcükler hiç geçmiyor. İçim sızladı. Sansür müydü yoksa otosansür mü? "Cemaat" sözcüğünü kullanmayı o zamanlar ben de pek sevmiyordum. Benim gibi Akp'ye uzak, sola yakın duranlar için cemaatler Adnan Oktar komikliklerinden, kendi halinde derslere girip çıkan tiplerden ibaretti. İnançlara saygı çerçevesinde bize bulaşmayan muhafazakarlara lafımız yoktu. Espri malzemesiydi sadece. Fakat bireye birey olmayı unutması için yaptıkları baskının ne kadar korkunç olduğunu anlatamamanın acısını çektiğimi hatırlıyorum. Konuşmamda cemaat sözcüğünü değilse bile (otosansür) "dini yurtlar" tabirini kullandığımdan eminim,bu konuyu seçmemin asıl motivasyon kaynağı buydu. Belli ki bi sansür var. Fakat hatırladığım kadarıyla sansürün sebebi cemaati desteklemek filan değil. Amaç kapsayıcı olmaktı, Tmmob'a sadece solcular gider, algısını yıkmaktı. Cemaat evinde kalan ama mesleğinde yapılan haksızlıklara itiraaz etmek isteyen insanlara da kapıların açık olduğunu göstermekti.Saçma fakat hatırladığım kadarıyla bu minvalde bi bakış açısı vardı Oda'nın. Tmmob bildirgesinde sansürlendiğimi bunca yıl sonra fark edişim de ayrı bi mevzu...
Neyse, şimdi el cezire'nin haberini görünce gülümsedim istemsizce. 5-6 yıl önce devletin yükünü azalttığı için takdir edilen cemaat yurtları, şimdi tüh kaka dolmuş, haberi yapılabilir hale gelmiş. "Hatta öğrencinin bitmeyen sorunu" diye başlık atılmış. Devir değişti, e tabi ben de değiştim. O zamanki gibi bi konuşma yapmaya ne halim var, ne cesaretim, ne de aktif olduğum örgütlü bir yapı. Şimdiki üniversite öğrencileri neleri protesto ediyor, onu da bilmiyorum. Misal, İtü Gıda Mühendisliği öğrencilerinden, bu tür şeyleri kafasına takan kaç kişi var? O zamanlar da azınlıktaydık ama çevremize bakınca desteklendiğimizi hissediyorduk.
Bi kez daha Türkiye'ye dair bi şeylerin elimden kayıp gittiğini, yeterince çabalamadığım için kaybettiğimi hissediyorum. Daha büyük yaygara kopartabilirdik barınma sorunuyla ilgili, hiç tereddüt etmeden cemaat yurtlarından şikayet edebilirdik, o sansürün peşini kovalayabilirdik, gerçekten sansür varsa, kimlerin yaptığını araştırabilirdik. Ait olduğumu hissettiğim kurumda sansürün olmasını ya fark edemeyecek kadar kördüm, ya yediremediğim için yavaş yavaş uzaklaştım. Hatırlamıyorum. Aytekin Yılmaz'ın sol örgütlerdeki sansürü, infazları anlattığı kitapları geldi aklıma.
Sonuçta, kendimi evimde hissettiğim bi kuruma sahip çıkamadım, hiç istemediğim kılıklara girmesine izin verdim. Türkiye'deki pek çok şey için böyle hissediyorum. Sinemalar, sokaklar, üniversiteler... Çabalasam da hiçbi şeyi değiştiremeyecektim büyük ihtimalle. Ama çabalamanın verdiği vicdan rahatlığı, bireyselliği kaybetmeden örgütlenebilmenin getirdiği özgüven, insanca yaşamanın hazzı... Bunlar güzel şeyler. Fakat çabalamak, iş/okul gibi zorunlu şeyler dışında aynı enerjiyi harcayarak bi sivil toplum kurumu için çabalamak, herkesin becerebileceği bi şey değil...
Yine de hüsmek çözüm değil, kendini kurtarmak, kendi bacağından asılmak diye bi şey yok.
Sonuç olarak, öğrencilerin en büyük sorunlarından biri hala barınma. Cemaat yurtlarına mecbur kalıyorlar. Ha şimdi yapılan devlet yurtları da ayrı bi cemaat şeklinde işliyor olabilir. Malum, tek devlet, tek din, tek millet, tek lider kısacası tek tip insan en büyük hedefimiz. Birey olmak, özgür olmak, hala en büyük düşmanımız. Hala kalabalıkların belirlediği liderlerin telkin ettiği yaşam en iyisi ve üniversite öğrencileri onların çarklarını döndürmeye yarayan dişlerden ibaret.
Yine de üniversite güzeldir. Kampüs, kızlı erkekli takılmak, yaşamak, içmek, gece eve geç dönmek, dans etmek, kulüplerde, örgütlerde aktif olmak, üretmek güzeldir. Bunu sık sık hatırlamak lazım.