25 Nisan 2016

Bir Belgesel: Yallah! Underground

Dün bir belgesel izledim: "Yallah! Underground". Festival Cinema Arabe kapsamında gösteriliyor. Ifistanbul'da da yer almış zamanında.


Yönetmen Farid Eslam, 2009-2013 yılları arasında çekimleri tamamlamış. Yani Arap Baharı öncesini, esnasını ve sonrasını kapsıyor. Farklı Arap ülkelerindeki protest sanatçıların, ülkeleri, sıkıntıları, hayalleri ve sanat hakkındaki görüşleri yer alıyor. Tahmin edersiniz ki her kare, bizim sıkıntılarımızı hatırlatıyor.

Sanatçıların çoğu hip hop, rap, elektronik gibi farklı dallarda müzisyen. Bir de grafik tasarımcı var aralarında. Hepsiyle kendi ülkesinde, kendi yaşam alanında görüşüyor yönetmen. Bu arada film boyunca yönetmeni hiç görmüyoruz, sesini de duymuyoruz.

Dertleri malum: Diktatörlük, dinin baskısı, saçma sapan yöneticiler, özgürlüklerin kısıtlı olması, kadınların ikinci cins sayılması, müziğin bazılarınca şeytan işi sayılması, sanatın gereksiz görülmesi... Şarkı sözleri yüzünden hapse girme ihtimalleri yüksek. Tüm bunların üstüne, Türkiye'deki gibi bıkmışlık ve ülkeden kaçıp gitme isteği hakim değil. İsyan var, kalıp bir şeyleri değiştirmek için çabalamak istiyorlar. Başta istemiyorlardıysa bile, isyanlar sokaklara taştıkça umut dolmuşlar. Konuşmalarındaki değişimden, gözlerindeki parıltıdan anlayabiliyoruz bunu. Gezi'deki gibi. Bir şeyleri değiştirme umudu...

Devrim sonrasında Mısır'da Müslüman Kardeşler iktidarı ele geçirince tekrar asılıyor suratlar. "Belki müzik yapmamız tamamen yasaklanacak artık," diyorlar. "Bilmiyorum ne olacak. Belki yurtdışına kaçarım, hiç istemediğim halde. Müzik yapmadan yaşamamın anlamı yok çünkü. Belki herkese uyum sağlayıp yaşamaya devam ederim, bireyselliğimi tamamen unuturum..." diyor biri, sonra içindeki umudu çabucak öldürdüğü için kendine kızıp ekliyor "..ki bu bi seçenek değil. Kalıp savaşmaya devam etmem gerek..." Kafalar karışık. 2013'ten beri ne yapıyorlar? Bilmiyoruz ama internette aktifler hala, biraz kurcalamak yeterli, takip etmek için.

Arap Baharı hakkında çok bilgi vermiyor film, zaten bunu amaçlamıyor. Farklı düşünen azınlıkların halini gösteriyor bize. İyimser olan, sanat yoluyla insanları birleştirmeye çalışanların, kutupların yok olduğu, herkesin daha hoşgörülü olduğu bi dünyanın hayalini Arap dünyasında kuranların günlük hayatını, var olma çabasını gösteriyor. Bir taraftan hakkında tamamen yanlış bilgilerle donandığımız Arap ülkelerindeki günlük hayatı biraz daha yakından görmemizi sağlıyor.

Bir eleştiri: Bu insanların ekmek parasını nerden kazandıkları konusuna pek değinmemiş film. Bir belgeselci bu yönden eleştirdifilmi, fark etmemiştim, haklı bence de. Ekonomi de küçük bi dert değil. Üstelik yaşadıkları evler ve kullandıkları enstrümanlar da ucuz görünmüyordu.







Filmde yer alan sanatçılar: 

Amer Shomali
Donia Massoud
Hiba Mansouri
Mahmoud Radaideh
Mohamed Safi
İbrahim Farouk
Bruno Cruz
Walaa Sbait
Shadi Zaqtan
Ousso Lotfy
Ostaz Samm
Zeid Hamdan
Tamer Abu Ghazaleh
Karim Adel Eissa
Marc Codsi
Mayaline Hage
Maii Waleed Yassin



Not: Arapça ne güzel bi dil...
Not 2: Acılarımız o kadar ortak ki, Araplarda bizi görüyorum.
Not 3: Avrupalıların Arap merakını anlamaya çalışıyorum. Kendilerini mi görüyorlar benim gibi? Sanmam. Keşfedilmemiş bi hazine mi görüyorlar? Günah mı çıkartıyorlar? Medeniyet mi bu ilgiyi gerektiriyor?
Not 4: Akşam da Tunuslu sanatçı Ghalia Benali konserine gittim. Sanırım burada yaşarken kendimi en çok evimde hissettiğim anlardan biriydi. Seyirciler Arap, Türk, Avrupalı... Sahnedekiler de öyle, Benali Tunuslu, udi ve davulcu da esmer tenli yani Arap görünümlü, viyolonselci sarı tenli yani Avrupalı görünümlü... Salonun yarısı şarkı sözlerinden hiçbi şey anlamadan, anlayanlarla beraber coştu. Çünkü müzik bunu gerektirir. Çünkü ud konuşur, derdini anlatır, söze gerek kalmaz. Darbuka da "çok dertlendiniz, hadi artık, oturmaya mı geldik," der, omuzları kıpraştırır. Göçmenler olmasa Avrupa'nın çok sıkıcı olacağını düşünüyorum sık sık.