10 Ağustos 2018

31. ve 32. Haftalar

31. haftanın sorusu: Hayalindeki iş?

Bana göre çelınctaki en zor soru buydu şimdiye kadar. Birincisi, hayal diyor, ikincisi, iş, diyor. Gerçekçi konular hakkında hayal kurmayı beceremiyorum. Şimdi nerde olmak isterdin? Hayallerindeki ev nasıl bi yer? Yaşlanınca nasıl biri olmak isterdin? Bu soru da en az bunlar kadar cevaplanması imkansız türden bi şey bence. İnsan gerçekte olan, olma ihtimali olan şeyler hakkında nasıl hayal kurabilir ki? Rüya görebilir belki ama rüyada görmekle, bilinçli olarak hayal kurmak arasında fark var. Hayal kurma eylemini ben daha çok kafamdan hikayeler yazmaya çalıştığım zaman kullanıyorum. Yolda giden insanların hayatlarının nasıl olduğunu hayal ediyorum. Veya arada bir, uyku öncesi fantastik dünyalar, yaratıklar hayal ettiğim oluyor. Ama bunların hepsi tamamen benim ve hayatımın dışında şeyler. İnsan, kendi hayatıyla ilgili nasıl hayal kurabilir, aklım almıyor. Aklımın almamasını da aklım almıyor. Ne yani, altı üstü üç beş cümle sıralayacaksın, "bahçeli bi ofisim olsun, çok sevdiğim iş arkadaşlarım olsun, her dakka yoğun olmasın, rahatça tatile çıkabileyim, insanlarla muhabbet edeyim, yazmak üzerine bi iş olsun" vs... Olmuyor işte, sıraladığım her cümlenin artısını, eksisini düşünmeye başlıyorum. Böyle bi işin mümkün olup olmadığını ve gerçek olduğu zaman illa bi terslik çıkacağını, atıyorum çok sevdiğim iş arkadaşlarımdan birinin öleceğini ve yerine çok da iyi anlaşamadığım, hırslı, her boku bildiğini sanan bi tipi işe almak zorunda kalacağımızı düşünüyorum. Yani bir iş ne kadar mükemmel olabilir ki, deyip kendimle girdiğim muhabbeti bu konuda hayal kurmanın anlamsız olduğu sonucuna bağlayıp işime gücüme bakıyorum. Başkalarıyla konuşuyorsam bu uzun açıklamaları yapmak pek hoş karşılanmıyor, belli ki insanlar hayallerden bahsetmek istiyorlar, fazla gerçekçi ve sıkıcı geliyorum, sinirleniyorlar. Sonra ben de sinirleniyorum falan, olaylar gelişiyor.

Ama hala problemin sadece bende değil, biraz da sorunun kendisinde olduğunu düşünüyorum: Hayal ve iş kelimelerinin yan yana gelişi, bana biraz polyannacılık gibi geliyor. Netekim, hayalimdeki iş diye anlatabileceğim bi şey şimdilik yok.


32. haftanın sorusu: Hayali akşam yemeğine kimi davet ederdin?

Hah şimdi bu soru güzel bi cevabı hak ediyor. Madem istediğimi davet edebiliyorum, herhalde tek bi şansım vardır. O yüzden yemeğin amacı, gülmek eğlenmek muhabbet etmek değil, sorularıma cevap bulmak olacak. Davetlilerin birbirleriyle tanışıyor olması, muhabbetlerinin iyi olması falan önemli değil. Canları sıkılırsa tatlıları beklemeden ayrılabilirler.

Şimdi öncelikle, varsa, yaratıcıyı davet etmem şart. O'na soracağım çok şey var. Hadi diyelim var ve gelmedi, Adem, Havva, İsa ve Muhammet'i davet ederim hemen. Oturup birlikte yemek yemekten rahatsız olacaklarını da sanmam. Musa'yla ilgili, denizi yarması dışında çok bir şey bilmiyorum, çok fazla soracak soru bulamam, ayıp olur, diye çağırmazdım kendisini. Abdülhamit'i, Vahdettin'i, Mustafa Kemal'i ve Enver Paşa'yı çağırırdım. Babamı da çağırırdım, şu ortamda konuşacak çok şeyimiz olurdu şüphesiz. İlkokula giderken, yaz tatilinde, bisiklete binerken kıçıma elleyen eşşek kadar adamı çağırırdım bi de. Aklından ne geçiyordu? Sonra nasıl bi hayatı oldu? Ursula K. Leguin'i, Adalet Ağaoğlu'nu, Simone de Beauvoir'ı çağırırdım, bu masada olmaktan zevk alacaklarını ve diğer konuklarla muhabbetlerine şahit olmanın zevkli olacağını düşündüğüm için. Başkaa.... Varsa bikaç uzaylı ve gerekiyorsa simultane tercüman da olsa fena olmazdı. Tabi mümkünse Profesör McGonagall'la da muhabbet etmek isterdim.

Kesin unuttuklarım var. Bu listeyi, yemek gerçekleşene kadar güncelleme hakkımı saklamak istiyorum.


Şimdilik bu kadar olsun,

Kanatlı Kedi