05 Nisan 2017

Adalet Ağaoğlu Okumalarımı Toparlama Çabası

Kitapları da ismi gibi hem sert, hem yumuşak bir yazar. Hem karşısında boşa konuşursan, düzgün Türkçe kullanmazsan, uygun sıfatları seçmezsen, telaffuzun iyi olmazsa azarlayacak seni. Çok cahilsin be, deyip geçecek. Dövse daha iyi diyeceksin. Saygı duyuyorsun çünkü. Hem de üzülecek senin için. Kendi geçmişindeki tuhaflıları , cahillikleri, eksiklikleri nasıl çok iyi anlayıp aktardıysa, biliyorsun ki, seni de iyi anlar. Anlar mı? Sadece kendi geçmişiyleydi belki de anlama kavgası. Belki de o da genç nesli anlayamayıp koyverenlerden olmuştur. 

Önce günlüğünü okudum, ilk cildini. 69-77 arası olanı. Çok fazla günlük okumamıştım daha önce. Bu kadar severek okuduğum bi günlüğü de hiç hatırlamıyorum. Kendiminkilerden bile bu kadar zevk almadım. Aman ne büyük marifet, insan kendi günlüğünden zevk alır mıymış zaten? Olsun dedim bu kitabı okudukça, özendim, Adalet Hanım gibi yazmaya başladım günlüğümü. Günlük olayları ekledim. Sadece hislerimi değil, bugün bunu yaptım, şunu yaptım, Türkiye'de ve dünyada şunlar oldu ve tüüüüüm bunlar da bana bunu bunu etti. Değişiklik oldu. 10 yıldan fazladır günlük yzaıyorum, biraz değişiklik ilişkimize iyi gelir tabii.

Sonra denemelerini okudum. 77-86 arasında orda burda yayımlanan yazılarını. Deneme okumayı da çok sevmezdim. Hele ki gazetelerde çıkan köşe yazılarının kitaplaştırılmasını hiç...Ünlü bi köşe yazarının ününden faydalanıp paraya para dememe çabası gibi gelirdi. Belki bazıları için öyledir. Fakat yine anı düşünüp sonuca varma hatasına düşmüşüm, bu kitapla birlikte anladım. O dönem içinde bolca para kazandırsa da, önemli olan, o yazıların orda burda kaybolup gitmesinin önlenmesi, derli toplu biçimde arşive geçmesiymiş.

Bu iki kitap sayesinde yazarla tanıştım. Daha hiçbir romanını, öyküsünü okumadan, edebiyat nasıl olmalı, üzerine fikirlerini dinledim. Sürekli yenilik arayışından, eskiyi tekrarlamamaktan bahsediyordu. Nasıl olurdu ki bu? Edebiyat yöntemleri, akımları hakkında hiçbir bilgisi olmayan roman okurlarındanım ben de. "Edebiyatta yenilik" deyince zihnimde teknokent, ar-ge çalışmaları gibi kavramlar canlanıyor. (Teknik üniversitenin "inovasyon" afilşleri içime işlemiş.) İçinden geleni yazmaz mı yazar? Oturup düşünür mü nasıl yazması gerektiğini? Kendi kendine yöntem savaşları verir mi?

Pek safmışım, kabul ediyorum. Artık çok mantıklı geliyor bu yöntem arayışı. Adı konmuş olsun, olmasın, aklındakileri bi düzene sokup anlatmak zorundasın eninde sonunda. Yöntem arayışı dediğimiz bu sanırım, içinden geçenleri, hangi sırada, kimin ağzından, nasıl bir dille anlatacaksın? Bu arayışın kaç farklı yolu olabilir ki, diyor sonra içimdeki yenilik düşmanı yaratık. İşte Ağaoğlu'na göre, yeni bi yol bulamadıysan, eskileri tekrar ediyorsan, hiç yazma, daha iyi.

İşte bu yüzden sert bir yazar diyorum. Herkes kitap yazabilir, gibi cümleler zırvalamıyor. Net. Ama net olmak uğruna saçma sapan aforizmalar da uydurmuyor. İkilemde kalmış gibi görünürken bile net. Hangi ikilemde kaldığını açıklığa kavuşturmak istiyor sanki. Aysel gibi. Dar Zamanlar'ın başkarakteri gibi. Duygularında ya da düşüncelerinde, fark etmez, her ikisinde de muğlaklığa düştüğünde bunu açıkça anlatıyor. Muğlaklığa düşmesini netleştirmek için çaba harcayışını bile öyle bir anlatıyor ki, insan gülümsüyor. Şirinleşmeden, günümüz blog yazılarında hepimizin başvurduğu samimiyetin sığ dilinden uzak durarak yapıyor bunu. Ağdalı cümleler de kurmuyor üstelik. Nasıl oluyor? Yöntem işte burda işe yaramıyor. Çünkü bu sadece O'nun yöntemi, formülünü bulup, "aaa ben de yazıvereyim" denecek şey değil.

Zaten O'nun nasıl yazdığını anlatmaya çabalamak da boşa. Romanlarını okumak lazım anlamak için. Henüz iki tanesini okudum. Dar Zamanlar serisinin ilk iki kitabını. Güncesinde ve Geçerken'de kurgusuz anlattığı derdini, kurgu içinde iyice sindirdim, sanırım. Her kitapta yeni bir şeyler yapmaya çalışan bir insanın tüm kitaplarını okumadan net cümleler kurmak ne kadar mümkünse, o kadarını anladım ben de. Tabi bir de dünyayı algılama yeteneğim ne kadar büyükse, o kadar.

Kitaplarında anne sıcaklığı, babaanne okşayışı, öğretmen şefkati yok. Her karakterde sadece o karakter var. Bütünde ise sadece Adalet Ağaoğlu var. Bir yazar. Ne bir anne, ne bir kadın, ne bir kız evlat, ne bir kızkardeş, ne bir vatansever, ne devlet memuru, ne gazeteci, ne dönem yalakası, ne de bir öğretmen... Hadi diğerleri neyse de, nasıl başarıyor kadınlık etiketlerinden bu kadar ustaca -onları yok saymadan- kurtulmayı? Ece Temelkuran'da, Elif Şafak'ta, hatta Buket Uzuner'de de biraz biraz hissettiğim o kızkardeş hissini nasıl oluyor da duymuyorum bu kadının kitaplarında? Duygusuz olduğundan mı? Hayır, kesinlikle değil.

Dert edindiği konulardan biri sayesinde olabilir. En azından şimdilik anladığım bu. 70lerde, "kadın yazar" lafına bildiğin gıcık olmuş. Günlüğünde de, makalelerinde de değinmiş buna. Bir yazarın, kadın ya da erkek olamayacağını, tüm insanları, kadın erkek demeden anlatabilmesi gerektiğini düşünmüş. Günlük hayatta cinsiyetçiliğe her fırsatta kafayı takan benim gibilerin bile, içlerinde derinden bir edebiyat sevgisi, saygısı varsa, sakince dinleyip kafa yormamasının imkansız olduğunu düşündüğüm görüşleri var. Alıntılarda illaki yer vermişimdir. Özet geçmek açısından, BBC Türkçe'ye 93'te verdiği röportajdan ilgili kısmı not ediyorum:

"Uzun bir süre ben ayrı bir kadın duyarlığı olabileceğini kabul etmemiştim. Çünkü yazar insana bakar, insan dünyasıyla ilgilenir ve insanı ikiye bölemezsiniz erkek ve kadın diye. Biz romanlarımızda, hikayemizde kadını görmek zorunda olduğumuz kadar, erkeğin de dünyasını görmek ve topluca, dış ve iç etkenler ortasında insanı bulmak zorundayız. Sonraları ben kadın duyarlığını kabul etmek zorunda kaldım. Türkiye'de bir kadın olarak yazmanın, kadın yazar olmanın beş misli çok daha fazla bir direnişi gerektirdiğini anladım."


Şimdi sırada ne var peki?

Aysel'in zihni var. İkinci kitapta hep Aysel'in başka zihinlerdeki yerini gördük. Özledim Aysel'i, umarım üçüncü kitapta tekrar konuşur. Ama derdini anlatmanın yeni bi yolunu bulduysa yazar, kim ne karışır, bulmuştur, bizi yine ayırır. Ne gelir elden? Hasret de sevdaya dahil.

Ali ne yapıyor acaba? Bi de O'nunla karşılaşsak ne güzel olurdu. Tuncer ne yapacak düğün gecesinden sonra? Ölmeye mi yatacak? Tezel, Aysel ve Ömer üçlüsünün yarını nereye çıkacak? Ayşen ne yapacak? Nasıl büyütecek kendini? Tamam, hepsi değilse de, Aysel... En kıymetlisi Aysel...

Diğer romanlarında kimler var peki? Geçerken'de varlığından haberdar olduğum, Fikrimin İnce Gülü'ndeki Bayram kim?

Güncelerinin devamı nasıl peki, 90-96 arasını anlattığı dördüncü günceyi merak ediyorum en çok. Meşhuuur , hepimizin sevgi duyduğu doksanlarda nelere sinirlendi? Boktan gündem içinde O'nun da sevdiği komik şarkılar, oldu mu? Tiksinerek mi baktı doksanların rengarenk modasına. Televizyona çıktı mı? Sevdiği diziler oldu mu? Madımak hakkında neler yazdı defterine?

Bu kadın, Cumhuriyet'in kuruluşundan günümüze getiriyor bizi. Damla damla birikiyor günler. Eskiler masalla gerçek arası. Peki bizim kuşağımızı nasıl anlatıyor kurgularında? Anlıyor mu bizi? Bizi, kendisine bu denli uzak yetişen bu nesli, anlamaya niyetlendi mi hiç? Başarabildi mi? Çok merak ediyorum. Göreceğiz. Az kaldı.


-------


Damla Damla Günler alıntıları: https://kanatlikedimasali.blogspot.nl/2017/02/kitap-damla-damla-gunler-adalet-agaoglu.html

Geçerken alıntıları: https://kanatlikedimasali.blogspot.nl/2017/02/kitap-gecerken-adalet-agaoglu.html

Ölmeye Yatmak alıntıları: https://kanatlikedimasali.blogspot.nl/2017/04/kitap-olmeye-yatmak-dar-zamanlar-i.html

Bir Düğün Gecesi alıntıları: https://kanatlikedimasali.blogspot.nl/2017/04/kitap-bir-dugun-gecesi-dar-zamanlar-ii.html


BBC Türkçe röportajı: