Onur Caymaz'ın 2015 yazısını okudum, "geçen günler olsun" demiş yine. Daha önce bi maille zihnime ulaşan, dayanamayıp herkeslere yolladığım bir yeni yıl yazısından da bazı kısımları yedirmiş bu yazıya. Hiç yapmadığım bir şeydi, bu yıl neler yaptım diye düşünmek, yeni yıl için dileklerde bulunmak. Bir deneyeyim dedim, ne çıkacak bakalım.
Tabi belgesiz konuşmak olmaz, günlükleri dizdim önüme. Aslında hafızamı dizdim önüme, kaydetmediklerim yok oluyor nedense, fazla depolayamıyor, format mı atmalı, ram'e ekleme mi yapmalı, sd card mı takmalı... bilmiyorum bu işleri. hafıza silmek ESSM* ile oluyor ve fekat hafıza kapasitesini arttırmak nasıl oluyor? Kimse bilmez, kimse bilmez...
2014'ün sonlarından başlayalım:
Sonbaharın başları, psikologa gitmişim, 5 dakika konuşturmuş beni psikolog, depresyon tanısı koymuş. Başta rahatlamışım dertlerime bi ad konmasına. Sonra uykusuzlukla aşırı uykululuk arasında gidip gelmişim, ilacın bu etkilerinin ne kadarı gerçek, ne kadarı benim beklentilerim sebebiyle çıkmış, bilemiyorum. Zamanla rahatsız oluyorum, 5 dk da depresyon tanısı konmasından, test filan yapılmamasından. Sonra birkaç defa alkollü ortamlara girip, içememenin acısına katlanmam gerektiğini de fark edince, eeeh diyorum. Bırakıyorum psikologu. Verdiği birkaç tavsiyeye uyarak kendimi düzeltmeye çabalıyorum. Olumsuz şeyler düşündüğünü fark ettiğin an, düşünmeyi bırak, bunun geçici olduğunun farkında ol, insan içine karış, sevdiğin şeyleri yap, puzzle ı vakit kaybı olarak görme, işe yaramaya yönelik olmasın yaptığın her şey, kendini dinle, başkalarının ne diyeceğini düşünüp yaşama, hiçbi şey yapmak istemediğin, ölümü düşündüğün anlarda, ne kadar canın istemese de dışarı çık, hareket et, zamanla o düşüncelerin geçici olduğunu göreceksin vs... Modern insan dertleri işte. Zamanla işe yaradı. Tabi ki kendi kendimi tedavi ettim diyecek değilim ama zaten çok da büyük problemim olmadığını fark ettim. Kendimi sevmeye çabladım, beni utandıran evladımmış gibi değil de, en yakın arkadaşımmış gibi sevmeye çabaladım kendimi. Hala beceriksizim bu konuda. Ama eskisi kadar acımasız değilim.
Geçelim psikolojik sorunlarımı. Erkek arkadaşım (U. diyelim) yurtdışı işlerine başvuruyordu. Bi yerle anlaşırsa naparız, diye ciddi ciddi düşünmekten kaçındığımız zamanlardan birinde, Hollanda'dan kabul aldı. Mecburen düşündük taşındık, evlenip birlikte gitmeye karar verdik. Evlenmeden gitmek de mümkündü, fakat aileleri ikna edemeyeceğimiz belliydi. Evlatlıktan reddedilmeyi veya kalp kırmayı, ömür boyu küs kalmayı göze almak gerekiyordu. İstemedik, yıllardır sevgili olduğumuzu, evlenip Hollanda'ya taşınacağımızı ailelere birer çırpıda söyledik. Neyse ki kimse kalp krizi geçirmedi. Pek sevindiler hatta, evde kalacağımızdan nasıl korktularsa artık, uzaklara gideceğimizi falan pek önemsemediler. Birlikte gelebilmemiz için her şeyin çok hızlı ilerlemesi gerekiyordu. Yaklaşık 2,5 ayda ailelerle tanıştık, aileleri birbiriyle tanıştırdık, nikah, vize başvurusu ve olabildiğince ucuza 2 düğün yaptık. Bu sırada 20lik dişimi çektirdim, epey sancılı oldu ve eşyalarımızı toparladık. Atılacaklar çöpe, yurtdışına getirilecekler valize, çöpe gitmesin dediklerimiz işe yarayacakları yerlere, kişilere. Her sabah yenilenen bi to do listimiz vardı.
Depresyona girmeye fırsat kalmamış belli ki. Düğün, gelinlik gibi hayallerim hiç olmadı. Küçüklüğümden beri çevremde gördüğüm erkek modelleri sebebiyle kesinlikle evlenmemeye karar vermiştim üstelik. O yüzden her ne kadar geleneklerden arındırmaya çalışsak da, düğünde ve evlilikle ilgili diğer bütün organizasyonlarda sinirden ağlayacağımdan korktum. Olmadığım, olmaktan yıllardır itinayla kaçındığım bir insan rolüne bürünecektim çünkü. Neyse ki korktuğum gibi gitmedi hiçbi şey, sakin kalabildim ve ailelerin en küçük ve deli çocukları olduğumuz için sanırım, ne yapsak, ne istesek hoşgörüldü. Hoşgörülmeyeni de boşverdik. Geçip gitmesi gereken zamanlardı sadece.
Koşturmaca içinde kitap okumaktan, beni ben yapan her şeyden uzaklaştım. Vaktim yoktu, olduğunda da kafam yapmam gerekenlerin listesiyle doluydu.
Bunu da geçelim. Aralık'ta Hollanda'ya geldik. Her şey birden sakinleşti, beklediğimiz, özlediğimiz gibi. Zorunluluklar bitti. Artık buraya alışmamız gerekiyordu. Çok da zor olmadı. Turist gibiydik başlangıçta, her şey yeni, her şey heyecanlı. Ev bulduk, taşındık. Köpek gezdirenlerle dolu, sakin bi mahalle. Hint dolu sokaklar, çok severim. Hint marketinde Türk ürünleri var, beyaz peynir, bulgur var. Süpermarketlerde Türk rafı olduğunu keşfettik. Hollanda'da tahin helvası yedim, yurtta kaldığım günlere döndüm. Türk tanıdıklarımız vardı, yılbaşına onlarla birlikte girdik. Yakın arkadaşımız yoktu hiç, eksiklik hissetmedik de. Hem gelen giden çok oldu, hem de çift olarak gidince, akşamları yalnız kalmayınca, yurtdışında arkadaşsız olmak çok koymuyormuş, öğrendik. Durmadan eve gelen vergi zarflarıyla şok olduk, dili tam anlayamadığımızdan, acaba kazık mı yiyoruz endişesi yaşadık. Yalnızlık o zamanlar korkuttu biraz, paranoyağım ben, sevgilimin başına bi şey gelse misal, napardım? Çok mantıklı cevapları var elbet, polis, ambulans çağırırdım. Ama dilini anlamadığım yerde, panik içinde İngilizce de derdimi anlatamayacağımı düşünüp endişelenir oldum. Yardım edin diye değil de, help diye bağırmak zorunda olduğumu fark etmek ürpertti beni. Turistik bakış açımızın bittiği zamanlardı sanırım, yurtdışında olmanın negatif yönlerini görmeye başladım. Acaba göçmeniz diye bizi hor görüyorlar mı, diye gözlemledim yerlileri. Kimsenin umrunda değildi. Nefret etmek için bi sebep, açık arar oldum.
Sonra sakinleştim. Onlar da bi grup insandı, aralarında ırkçısı da vardı, hümanisti de. Başıma bi şey gelse herhangi birinin kapısını çalıp yardım isteyebileceğimi anladım. Dünyanın savaş olmayan herhangi bir coğrafyasında bu böyleydi muhtemelen. Türkiye'de de suratıma kapanabilirdi kapılar, burda da.
Kocasının peşinden yurtdışına çıkmış, koca parası yiyen expat karısı görünümü vermekten korkuyordum başlarda. Yüksek lisans tezimi yazmam gerekiyordu bir an önce, sonra da iş bulup çalışmam. Herkes çalışmayı düşünüyor musun, nasıl geçiyor günlerin, arkadaşın var mı, sıkılıyor musun, diye soruyordu. Sıkılmıyordum. Çalışmak istiyordum tabi ki ama bu konuda sorunlarım hep vardı, psikologa gitmemin en büyük sebebiydi bu. Saçma sapan işlere girip, alışamayıp çıkmaktan bıkmıştım, korkuyordum yenilerinin de öyle olmasından, başarısız olmaktan. Tez de iyi gitmiyordu üstelik. Hocaya önerdiğim konuları tez danışmanım beğenmedi, kendisi konu önerdi. Tamam dedim, şu tezi bi şekilde yapayım, sonra doktoraya başvurur, istediğim konuda yaparım. Odaklanmaya çalıştım, 2015'in yarısından fazlası, aha şimdi odaklandım, aha birazdan çok süper çalışcam diyerek geçti. Sonra dur dedim kedicik, dur, sakin ol. Başkalarına karşı "boştayım, bütün gün evde kitap okuyup film izliyorum, evet dilimi de geliştirmiyorum, mutluyum" diyemediğin için, onların istediği şekilde yaşamak için çabalayıp duruyorsun, yapma. Yaban ellerde tekrar depresyona girme, nası anlatıcaksın derdini İngilizce? Alkolü bırakmayı cidden istiyor musun, bira bu kadar ucuzken?
Sonra kendime ve dünyaya, tarihe döndüm. Tezi boşverdim. Yıllardır okumadığım kadar sevgiyle kitap okudum. Daha önce de söylediğim gibi, çok sayıda değil ama sindire sindire okudum. Yine yetmiyor tabi ki, kitap yığınları gözümün önünde, hem Kindle'da, hem masamın üstünde. Yine de bu halimi, istemediğim bir konuda istatistikler arayıp, bi sonuca varmaya çalışan halimden çok seviyorum. Bırak, ev hanımı desinler, sanane, kime neyi kanıtlıyorsun?
Buraya geldiğimizden beri, Amsterdam Halk Kütüphanesi'nde Türkçe kitaplar olduğunu fark ettim. Sadece edebi kitaplar vardı ama olsun. Müze kartla epey bi müze gezdim. Müzecilikte son derece iyiler. Sürekli yeni sergiler geldiği için bir müzeye tekrar tekrar gitmek gerekiyor. Sorun yok, gideriz.
Kiraladığımız evde temizlikçi kiraya dahildi. İstemezsek gelmeyebiliyordu ama yine aynı ücreti ödeyecektik, kazık yeme fobisi olan herkes gibi, gelsin o zaman, dedik. Hayatımda ilk defa yaşadığım eve temizlikçi geliyor. Yaşlı bir kadın. Belki annem yaşında, belki daha büyük. Hala biraz utanıyorum, koskoca kadın temizlik yaparken yardım etmeyince. Evi daha az kirletiyoruz mahcup olmamak için ya da O gelmeden önce ortalığı topluyoruz. Efendi-hizmetçi gibi bir ortam oluşacak diye çok korkmuştum başta, sağolsun, hiç öyle olmadı. Parasızlıktan mı yapıyor bu işi bilmiyorum ama hiç öyle ezilip büzülen, sen ne istersen o olur diyen biri değil. Oğlu doktor, kızı da sanırım iyi durumda, araları da iyi. İstese çalışmazdı, gibi geliyor. Fakat seviyor çalışmayı. Muhabbet ediyoruz her geldiğinde. Başlarda odama kaçıyordum muhabbetten, çalışmayı düşünmüyor musun, gibi sorularından kaçmak için. Alıştım artık, O da beni tanıdı sanırım, sormuyor artık öyle şeyler. İyi insan. Ev sahibimiz de O'nun arkadaşı. İyi insanlar. Yani ilk fırsatta kazık atmayı düşünmeyen insanlar. Başlarda tabi ki böyle düşünmedim, ölçtüm biçtim tarttım, tuhaf yönlerini inceledim, sonra bu sonuca vardım.
Tabi bi de bisiklete bindim burada, yaklaşık 13 yıl sonra ilk kez. Hala sağa döneceğim zaman işaret vermekte zorlanıyorum. Ama omurilik soğanının bisiklete binmeyi unutturmadığı doğruymuş.
Buraya geleli alışmak dışında da olumsuzluklar oldu tabi. Paramız yetecek mi? İş bulsam mı? U.ın sözleşmesi uzamazsa naparız? Bayramda köye gidince, birbirimizin aileleriyle anlaşabilecek miyiz? Kendi ailemizle bir araya gelince karakter değiştirenlerden olur muyuz? Biz birbirimizi hep başbaşayken sevdik çünkü. Sonra arkadaşlarımla aram gitti geldi, uzaklaştım insanlardan. Kendimi suçladım, onları suçladım, kimi suçlayacağımı bilemedim, uzak kalmaya karar verdim. Tabi ki U.la anlaşmazlıklarımız oldu, genelde, eskiyor muyuz, temalı. En çok korktuğum şeylerden biri, özümü kaybetmek, çift olmak uğruna, sevdiğim yönlerimi yitirmek. O kadar eleştirdiğim evliliğin içine girince birden cennet olduğunu filan düşünmek. Ev, mobilya, araba borçları yüzünden seyahat edenlere imrenmek, hemen çocuk yapmak, sosyal medyada mutluluk taşan fotoğraflar paylaşmak, birbirimizden sıkılınca söyleyememek, çift organizasyonlarına mecburen katılmak, durmadan mutlu çift görüntüsü çizmek, yıllarca isyan ettikten sonra, sırf evlendik diye ailelerin istediği evlat olmak. Müspet vatandaş, evlat, eş, arkadaş olmak. Kısacası, kendi çapımızda isyana devam ediyoruz. Eskiyo muyuz, sorusunu sora sora eskimememiz gerektiğini hatırlıyoruz. Seviyorum bu tip kavgaları, üzülmeleri. Mutlu aile tablosu içinde cidden mutlu muyum, yoksa rol mu yapıyorum, cidden özgür müyüz hala vs diye sormak daha bi güzel oluyor. Evlenmeden önce de böyleydik, insanın sanallaşmasını önlüyor, pleasentville leşmesini, truman show laşmasını önlüyor.
Uzattıkça uzatıyorum, kimse okumasın diye yazıyorum galiba. Evet.
Bu sene geçen sadece günler değildi. İnsanlar da geçti gitti. Bu bana nostaljik bir hüzün verse de kederlenmiyorum. Bazı hisler uzaklaştıkça yok olmuyor. Onları saklıyorum. Sanırım hayatımın bu kısmı kendimi yontma-kabul etme dönemi sayılabilir.
Bu sene Arendt'i tanıdım, Ece Temelkuran'ın kendisiyle olmasa da kitaplarıyla barıştım, birkaç saat aralıksız okuma yeteneğim tekrar gelişti, Zamyatin'i Biz'le tanıdım, bizden olanı eleştirmenin gerektiğini ve güzelliğini gördüm, Brecht'i sevdim, Aytekin Yılmaz'la kitabında tanıştım, hem şok oldum, hem de bizden olanı eleştirdiği için sevdim, felsefeye meylim arttı Adorno-Horkheimer sayesinde, Naziler hakkında internette deniz derya bilgi bulunduğunu fark ettim, sömürgecilik tarihine merak sardım, bir kitapla öğrenilecek şey olmadığını anladım, medeniyetin, medeni olmanın acı gereklerini gördüm, medeniyetten bi kademe daha soğudum, kendini eleştirmeyenden daha da soğudum. Soğuduklarıma öfke duyup zaman kaybetmek yerine, sevdiklerimi, bana bi şeyler öğretenleri veya beni anlayanları okumaya çabaladım.
Aynen böyle devam diyorum be 2016, senden kendim için ne isteyeyim başka? Ha beki Hollanda'da kaliteli Türkçe müziğe doyacağım birkaç yere götürsen beni, fena olmaz. Türkçe olmasın hadi, Avrupa'nın doğusunda olsun da, ne olursa olsun. Kendimden uzaklaşıp başkalarına bakınca isteyecek çok şey var. Ama ciddi konuları bu geyik yazıya alet etmek istemiyorum. Dünya barışını senden isteyecek kadar popülist olmayalım di mi? 5 vakit namaz kılar gibi, oh bugün de dünya barışını istedik, rahatça uyuyabiliriz, demeye gerek yok.
Gözlerinizden öperim günler, geçin, gidin. Bi şeyler bırakın yine de.
* eternal sunshine of the spotless mind