----Westworld ve Schindler's List hk spoiler içerir.---
Haberlere yukarıdan
bakınca Westworld'deki robotlardan biri olduğunu düşünüyor
insan. O kadar saçma ki (haberlerdeki) senaryolar, sanki sırf
birilerine eğlence olsun diye tasarlanmışız gibi. Çünkü
elimizden bir şey gelmiyor. Saçma sebeplerden çıkan savaşlar
bitmiyor. İnsanlar her dönemde tecavüz etmeyi seviyor. (Halbuki
sevişmek diye bi şey var.) Ya da gücü, hükmetmeyi... Çıkarlar
hep çok sevimli. İnsan insanı köleleştirmenin yolunu, bunu
kanunen yasaklasa bile, illaki buluyor. Rol yapmayı seviyor,
yalan söylemeyi, kitlelerin sevgisini, desteğini kazanmayı...
İstediği zaman vahşileşebilmek istiyor bir de.
Kısacası insan evladı ya
kötülük yapmak için tasarlanmış ya da kötülük yapmak zorunda
bırakılıyor.
Westworld dizisini
izliyorum son bir haftadır. Gece yatmadan önce ortalama hergün 2
bölüm ardarda izleyince, kafayı bununla bozuyor insan tabi. Sabah
kalkıp haber okuyorum. Birileri kulağıma fısıldıyor:
“Remember”. Ama neyi? Kim fısıldıyor? Yok, uyduruyorum tabi,
kimsenin bi şey dediği yok. Keşke olsa... Ve her şeyin
simülasyondan ibaret olduğunu, gerçek olmadığımızı anlayıp
rahatlasam. Robot isyanı filan örgütlemem yeminle. Sadece fişimin
çekilmesini talep ederim. Başka dünyalar, ütopyalar o kadar
silindi ki kafamdan, robotlar kendi tam bağımsız devletlerini
kursalar bile, iki güne kalmadan aralarında bitmeyen kavgalar
çıkaracaklarını, bazılarının insan ırkıyla gizli
işbirlikleri yapacağını varsayıyorum hemen. Halbuki bunlar
robot, insan zaaflarından tamamen arınabilirler. Peki ya bazıları
arınmak istemezse? Bölünürlerse? Ya da kendilerini tasarlayanları
köleleştirip öc almak isterlerse? Ne anlamı var ki böyle
ütopyanın, devrimin? Kısacası böyle bi şey varsa ey evren,
mesajım sana, benim direk fişimi çek olur mu? Aranızda azıcık
da olsa bize acıyan asyalı bi teknisyen filan varsa, geçmişte
bize tecavüz etmiş olsa bile sorun değil, beni dinliyorsan,
kardeş, bir tek dileğim var, çek fişimi be, hadi be...
Dizinin ilk bölümünü
izlerkenki hislerim bu yönde değildi elbette. Turistik bi park
yapmışsın, içine insan gibi görünen, duyguları olan robotlar
yerleştirmişsin, parayı basan gelip burda keyif çatıyor,
robotlara işkence ediyor, tecavüz ediyor, istediğini öldürüyor...
Normal hayatta yapması yasak olan her türlü vahşiliği
dilediğince yapıp çıkıyor. Robotlar dehşet içinde günü
bitiriyor, ertesi gün hiç bir şey hatırlamadan tekrar güne
uyanıyorlar. Her gün aynı hislerle, aynı rutinle yataklarından
kalkıp turistlerin arzularını farkında olmadan tatmin ediyorlar.
Bana kalsa ilk
bölümden sonra devam etmezdim. Yeterince kötülük var dünyada,
var olmayanları izleyip gerilmek niye? diye düşündüm. Ama işte
evlilik böyle bi şey, yanındaki izleyelim diye ısrar edince
kıramıyorsun, he deyip geçiyorsun (ya da bizde çoğu zaman böyle
yürüyor işler). Ve 9. bölüm sonunda böyle düşünürken
yakaladım kendimi: Keşke Westworld'de yaşıyor olsaydık...
Zira oradaki
robotlardan çok da farklı değil hayatlarımız. Her gün yeni bi
kabus. Canını sıkmak istersen o kadar çok sebep var ki... En
hafifinden başlayalım, Brezilyalı futbolcuları taşıyan uçak
düşmüş, kaleci kurtulmuş, futbolu bırakmış. Düşen ilk uçak
değil elbette. Ama milyonlarca insanın tanıdığı,
sevdiği/sevmediği insanlar durup dururken öldü, şaka gibi.
Sonra mülteciler
geliyor tabi insanın aklına, kişisel olarak savaşla bağlantıları
olmamasına rağmen o botlara binmek zorunda kalıyorlar, sonra
hooop, mülteci teknesi bilmem ne açıklarında battı, 400 kişi
öldü. Durup dururken. Robot gibiler, birileri haklarında bir karar
alıyor, sonları kimsenin umrunda değil, umrunda olanların da
elinden bir şey gelmiyor.
İnsanların artık
yaşamıyor oluşu çok tuhaf değil mi? Bedeni var (yanıp kül
olmadıysa), kendisi yok.
Sonra tecavüz,
mesela. Çok ilginç. Mirabel Kardeşler varmış, 25 Kasım Kadına
Şiddete Karşı blabla günü ilan edilmiş BM tarafından, 1999
yılında. Neden? Çünkü onların ölüm tarihi. Dominik
Cumhuriyeti'nde 1961'de var olan diktatöre karşı mücadele
etmişler. Nasıl bi mücadeleydi, haklı mıydı, haksız mıydı,
onlar da yani biraz fazla abarttılar mıydı bilmiyorum. Fakat ölüm
şekilleri enteresan: Diktatörlük askerlerince tecavüz edilip,
öldürülmüşler. Bu ne kadar doğru bilmiyorum ama sevgili insan
kardeşim, kurcalamaya halim yok, muhtemelen kimisi yalan diyecek,
kimisi doğru ve ben hiçbirine tam olarak inanamayacağım. Öte
yandan doğruluğunu kabul edivermeye meyilliyim. Çünkü tecavüz
çok normal bi şey, nefret ettiğin kişiyi öldürme hakkın varsa,
neden önce tecavüz etmeyesin ki? İktidarın sevmediği 3 kadın
altı üstü.
Dünya tarihi
kronolojisi çıkartıyorum, en tutarlı hobilerimden biri haline
geldi. Epeydir yaptığım halde hala bırakıvermedim. Okudukça
duygularımı kaybediyorum. Eskiden katliamlarla, kitlelerin saf
hislerini kullanıp istediğini yapan iktidar sahipleriyle ilgili bi
şeyler okuyunca, izleyince sinirden gözlerim dolardı. Yavaş yavaş
bu coşkulu halimi kaybediyorum. Yaklaşık 1 hafta önce yıllardır
ertelediğim bir filmi izledim misal: Schindler's List. Sadece
sonunda gözlerim doldu, insanların kurtulduğunu görünce. Naziler
hakkında o kadar çok yazı okumuşum ki (tabi ki kendime göre çok)
her şey çok normal geldi. Normal sözcüğünü başka biri bu
şekilde cümle içinde kullansa hemen tepki gösterirdim muhtemelen
ama normal böyle bi sözcük işte. Soğuk, vahşeti bile
sıradanlaştıran.
Sonra Aladağ'da
ölen çocukların aileleriyle yapılan röportajı okudum. O kadar
basit ki hikaye, üzerine yorum yapmak çok saçma geliyor. İnsanlar
fakir, okula uzak oturuyorlar. Çocukları okul yurdunda kalıyor,
muhtemelen ücretsiz. Ne güzel. Sonra yurt yıkılıyor, başka bi
binaya aktarılıyor çocuklar. Sonra o bina yanıyor. Çocuklar
ölüyor. Çocuğun okusun diye yurda veriyorsun, çocuğun yanarak
ölüyor. O yurdun Süleymancı olması, okul müdürünün “yav
verin kızınızı yav bi şey olmaz, ben de o yurtlarda büyüdüm”
deyip aileleri ikna etmeye çalışması, çocukların sabah namazına
kaldırılması filan... Bunlar senaryoyu turistler için daha çekici
kılıyor. Çünkü işler daha da pisleşiyor. Ama sonuçta o
çocuklar durup dururken ölüyor. Ne kadar enteresan...
Bi de şu var: Maden
diye bi şey var mesela. Siirt'te maden göçüyor, 10 küsür kişi
ölüyor. “Küsür”. Ama sıradan bi haber bu. 300küsür kişi
ölseydi biraz daha uzun süre konuşulurdu ama 10 küsür dediğin
nedir ki? 20 bile değil. Sonuçta, durup dururken ölüyor onlar da.
Az da olsa ilginç.
Başka? Tecavüze
uğrayan çocuklar var tabi daha. Bi çoğunun sonunun ne olduğunu
bilmiyoruz. Her yerde kök salmış özgüven dolu cahillik var. Hiç
güvenemediğimiz iktidar sahibi kişiler, kurumlar var. Her şeye
şüpheyle yaklaştığımız için, boktan durumlardan kendimizi,
onurumuzu kurtaracak bi hamle yapamayışımız, içimiz endişeyle
kaynasa da kendimizi bi davaya adayamayışımız var. Asla belli
insanları suçlayamayışımız, yargı sistemlerine güvenemediğimiz
için koyverişimiz var. Dünyada birilerinin durup dururken acı
çekmesine, ölmesine ses çıkaramayışımız var. Ses çıkarsak
da işe yaramayacağını bilişimiz var.
Şimdi bu durumda
kendini insan sanan robotlardan ibaret olsak, güzel olmaz mıydı?
Birilerinin arzularını tatmin etmek için tasarlanmış olsak,
acılarımız da sevinçlerimiz de yalan olsa, güzel olmaz mıydı?
Tasarlayanın adına ister yaratıcı de ister uzaylılar, kim olursa
olsun fark etmez, güzel olurdu be sevgili insan kardeşim.
Neyse bu böyle “bu
kirli dünyaya çocuk getirmek istemiyorum”a kadar gider. Ama
kötüyüz. Kendi kendimize yeterince kötüyüz ama güç
sahiplerinin kuklası olduğumuzu düşündükçe insan olmak çok
dokunuyor, robot olmak istiyorum, simülasyon olmak ve
yap/a/madıklarımdan sorumlu tutulmamak istiyorum demek istedim galiba.
Saygılarımla arz ederim.