10 Kasım 2016

Evrensel insani değerler şapşikliği ve biz

ABD seçim değerlendirmelerini okuyorum da, çok komik geliyor. Sunulan sistem o kadar saçma ki, üzülmeye değmez. İki şeytandan birini seçmek zorundasın. Trump'ı beğenmeyenler Clinton'ı hiç eleştirmiyor. Aslında anlaşılan o ki, Trump bariz bir şekilde beğenilmeyecek bir insan olduğu için Clinton'ı sevmişler. Tıpkı benim zamanında kah CHP'ye, kah HDP'ye, sırf mecburiyetten, kendimi huzurlu hissetmek için ama bi türlü hissedemeyip, sırf o günün politik laflarına göre oy verişim gibi. Bu durum bana demokrasinin ne kadar yalancıktan bi çocuk oyuncağı olduğunu hatırlatıyor. Dünya barışı, eşitlik, adalet isteklerimiz aslında ne kadar da yalancıktan. Önceliğimiz her zaman alışkanlıklarımıza dokunulmadan hayatımızın devam etmesi. Seküleri için de böyle, en dindarı için de. 

Özellikle beyaz yakanın istekleri, oy verirken göz önünde bulundurdukları vaatler ne kadar da saçma. Kadın hakları, basın özgürlüğü, Lgbt hakları deyince bir aday, hemen ağzımızın suyu akıyor. Son yüzyılda empoze edilen insan hakları, modern hayat safsatalarının etkisi bu. Çünkü son yüzyılda köleliğe karşı, eşitsizliklere karşı çok isyan edildi. Çok da iyi yapıldı. Fakat her fırsatta yapıldığı gibi şimdi de, eski mücadeleler yalancıktan propaganda araçları olarak kullanılıyor. Ve bizler de her seferinde bunu yiyoruz. Gerçek bi isyan yok ortada. Gerçekten sorunlu olan konularda isyan etmiyoruz. 

Seçmek için sadece iki seçeneğimiz olmasına isyan etmeliyiz aslında. Trump'a karşı Clinton'ı desteklemek yerine, önümüze konan iki seçeneğin de işe yaramaz, hatta kötülüklerin temsilcisi oluşuna isyan etmeliyiz. 

Türkiye'de de gittikçe alışmak zorunda kaldığımız bir fikir olmaya başladı bu. Yani iki seçenekten birine yüklenmek. Tayyip'i sevmeyenler olarak, o sırada Tayyip'in karşısında kim varsa onun etrafında birleşmekten başka çözüm görmüyoruz. Tayyip çoğunluğu etkisi altına aldığı için, O'nu yenmek için birlik olmak gerekiyor, evet mantık bu, çok basit. Fakat gittikçe buna sindiriyoruz. ABD'nin cumhuriyetçi-demokrat ikiliğinin bizdeki bi sürü partiden çok daha mantıklı olduğu şakayla karışık söyleniyor dost meclislerinde. Şakayla karışık söylediğimiz şeylere zamanla alışıp gerçekten inandığımız için, korkuyorum. Ve bu kafayla oy verince rahatlayıveriyoruz, bikaç günlüğüne cidden her şeyin çözülüvereceğine inanıyoruz. Sonra şu an Amerikalıların yaşadığı gibi, derin bir hayal kırıklığı geliyor. Lanet olsun yüzde ellisi aptal olan bu koyun sürüsü halka, gibi cümleler çıkıyor ağzımızdan. Bi sonraki seçime kadar tekrar boşveriyoruz. Ekşi'de Türkiye'den siktir olup gitmek başlığında dertleşiyoruz. 

Bu boşverme hali, seçim zamanlarında ümitlenen halimizden çok daha onurlu geliyor bana. Çünkü uğrunda mücadele ettiğimiz şey aslında çok boş. Tayyip'ten kurtulmak gibi geçici bir çözüm için bu kadar heyecanlanmak fazla yüzeysel. Sonra ne olacak? Asıl istediğimiz ne?  Basın özgürlüğü mü? Gerçek anlamda basın özgürlüğü gelecek mi? Ya da kadınlar daha az mı öldürülecek? Gerçek anlamda, yasaların tehdidini umursamadan eşit olunması gerektiğini insanlar hayatın her alanında, evde, işte, sokakta, sindiremedikten sonra, ölümler azalır mı? Ya da yasal tehditlerle azalsa bile, gerçekten eşitlik gelir mi? Kadınların giyimi sadece yobazlarca kontrol altında tutulmuyor. Moda, makyaj, ünlüler, kim kiminle ne yapmış, kim kimle yakışıyor, temel güzellik kriterleri...Bıyıklı kadın, kıllı kadın, ipeksi tenli kadın, saçları yumuşak kadın, ideal ölçülerde memeli, kalçalı kadın, hem çalışan hem çocuğuna bakan kadın, üniversite mezunu çalışmayan kadın, hem iyi çalışan, hem mükemmel anne kadın, çocuğunu unutan anne... Bu cümleler beynimizden silinmedikçe, nasıl bi eşitlik olabilir ki? Kadınların tek sorunu öldürülmek veya seks objesi olarak görülmek değil. Çok sevdiğimiz sanat, özgür düşünce, evrensel kültür de kadının estetik görünmesi gerektiğini kafamıza çakıp duruyor. Bu algı, ne kadar sağlayabilir gerçek özgürlüğü, eşitliği? Neyin ilerlemesinden bahsediyoruz hala? Oy kullanma hakkı neye yarar gönül rahatlığıyla seçebileceğimiz kimse yoksa? Yüzyıl önce savaşan kadınlar, gerçekten bugünler için mi mücadele ettiler? Sadece biz rahatça mini etek giyelim diye mi?

Düzenin devam etmesine en çok katkıda bulunanlar, beyaz yakalar. Orta sınıf ya da orta üst sınıf. Artık etiketleri neyse, ben doğrudan beyaz yaka diyorum. Fazla mesaiye ücret verilmemesini normal kabul eden biz beyaz yakalar, Trump geldi diye deliriyoruz. Biz kimiz ki? Neyi değiştirmeye gücümüz yeter ki? Konforlu bi hayat için çabalayıp duruyoruz.  Çünkü yıllarca okuduk, ana babalarımız gibi çok çalışıp az kazanmaktansa çok çalışıp çok kazanmamız gerektiğini öğrendik. Başka da bi şey öğrenmedik bu yıllar boyunca. Çoğumuz bi şey ürettiğimize inanmadığımız işler yapıyoruz. Yeterince düzen oturtmuşsak evlenmeye, ev almaya, çocuk yapmaya bakıyoruz. Hala düzen oturtmamakla övünenlerdensek seyahate bol bol para harcıyoruz. O kazanılan para bi şekilde harcanacak çünkü, aksi takdirde ot oluyorsun. Ne kadar dolu insanlar olduğumuzu birbirimize kanıtlamak için yarışıyoruz. Yıllarca kafa patlatıp elde ettiğimiz bu lüksü, konforu kaybetme ihtimalimiz olunca, ancak o zaman toplumsal duyarlılığımız ortaya çıkıyor. "Yaşam biçimimize müdahale ediliyor, ben kimseye karışmıyorum, bana da karışmayın, demokrasi nerde?" diye yırtınıyoruz. Örgütlenelim, diyoruz, tek yol sandık, diyoruz. Oy kullanmayanlara çemkiriyoruz. Sonra yine o kısır döngüye giriyoruz, hayal kırıklığı, boşverme...Halbuki biz işyerinde "şu departmanı kapatıyoruz" dendiğinde, üçbeş kuruş tazminat alınca işten çıkarılmayı sorun etmeyen kişileriz. Tazminatsız çıkarılan varsa haberimiz olmuyor, çünkü olursa tepki göstermemiz, direnmemiz gerekecek. Facebookta #Diren hashtagini çok sevenler olarak, çaktırmıyoruz bu ikiyüzlülüğümüzü, bilmemek en güzeli. Kısacası, Trump'a ya da Tayyip'e karşı örgütlenmek bizim neyimize? Bi üfürükte dağılan örgütlenme ruhumuz varken...

Üzgünüm ama suç bizim. Trump'ı da Tayyip'i de seçen köylünün değil. Boğaziçi mezunu Nagehan Alçı'ya, Saray yalakası akademisyenlere, gazetecilere, sanatçılara da laf söylemeye hakkımız yok. "Hadi halkımız saf, asıl bu okumuşlar kötü kalpli, dürüst değil, yalancılar, kandırıyorlar" diyoruz ya hani, lafım buna. Biz de okumuşuz, bununla övünüyoruz. Biz gerçekten dürüst müyüz ki? Biz neye karşı çıkıyoruz tam olarak? Onursuzluğun büyüğü küçüğü olmaz. Dürüstsek, düzenin tüm haksızlıklara rağmen devam etmesini savunuyorsak, biraz da bize haksızlık edilmesine ses çıkarmamamız gerekiyor. Ama biz de bu çirkef propagandanın birer neferi olduğumuz için, dürüstlüğü arada bir kenara koyuyoruz. 

Okuduğumuzun hakkını vermiyoruz. Diploma almayı okumak sayıp, her konuda fikir beyan ediyoruz. Halbuki hala Fahreneit 465 dönemine girmedik, hala kitaplar var, üstelik internet de var. Ama TV izlememekle övünen bizler, hala bize pompalanandan başka bilgiyi sindirmiyoruz. Havuz medyasını okumamakla övündüğü halde Clinton seçilmedi diye üzülen herkes böyle. Okumuş cahilleriz. Neyi desteklediğimizin değil, neye karşı olduğumuzun bilincindeyiz sadece. Kadınlara hakaret ettiyse öküzün biri, onun alternatifi gözümüzde melek oluveriyor. Kaba saba olmayan, her türlü modern ahlaki değerin gereklerine uyan kişilerin yaptıklarının insani olduğundan/olacağından nasıl bu kadar emin olabiliyoruz? Tavır dediğin çalışınca düzeltilebilir, talep edilen kaba sığdırılır. Ayna karşısında konuşma pratiği yaparak bambaşka bir insan olabiliriz hepimiz. Neden dış görünüşe bu kadar kolay aldanıyoruz? Neden bu kadar meyilliyiz kolay olana, rahata? Okumuşluğumuzun ne anlamı kalıyor o zaman?

Evet, bizim için Türkiye'de başlayan insani değerlerin çöküşü dünyaya yayılıyor gittikçe. Artık cahillik gerçekten erdem sayılacak. Kemiksiz dille konuşmak dünyanın her yerinde delikanlılık olacak belki. Fikir özgürlüğü, sanat, akademi, iktidara hizmet etmiyorsa küçümsenecek, doğrusunun bu olduğuna yürekten inanılacak. Her millet "önce biz" diyecek. Yani Trump o koltukta kalmayı becerirse, diğer batı ülkelerinde de yükselen sağcı liderler komik olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşecekler. Hollanda'da Mart'ta seçim olacak mesela, aşırı sağcı Gilders'in yükseldiği korkusu yayılıyor. 

Peki neden? Neden halk birden bu kadar cahilleşti de evrensel insani değerlerden yoksun insanları başa geçirdi? Çok fazla tez var bununla ilgili. Çok fazla seçeneğin ve dürüstlüğün insani değerlerin dışında tutulması bence birinci sebep. Günümüze özgü bir sebep daha var benim gözlemleyebildiğim: 

ABD'den, Avrupa'dan uzakta bi yerlerde bir savaş var. Üstelik, kimse duymasın da, insani değerleri yüksek başkanların mütemadiyen körükledikleri bu savaş, ülke isimleri değişse de bi türlü bitmiyor. Batıdan askerler taa oralara gidip ölüyor, psikolojileri bozulup dönüyorlar. Psikolojisi bozuk askerler üzerine bir sürü film çekiliyor. Fakat artık iş büyüdü, savaş ülkelerindeki vatandaşlar kalıp kendilerini öldürtmek yerine yaşamak için kaçmayı tercih ediyorlar. Hem de önceden hiç olmadığı kadar büyük kitleler halinde. Refah düzeyi yüksek ülkelere doğru, adeta tehdit gibi, troll gibi durmadan yola çıkıyorlar. Çok şükür ki yarısı yolda ölüyor ama yine de sınır kapısına dayananların sayısı az değil. Devletlerin eski insani değerler safsatasının pohpohlandığı günlerden kalma mülteci kabul etme zorunlulukları var. Bütçe ayırıp geçici de olsa bakmak zorundalar bu insanlara. Bu yüzden batı ülkelerindeki insanlar korkuyor, Türkiye'deki gibi. "Lan," diyorlar, "zaten üç kuruşluk ekmeğimiz var, onu da cahil Arab'a mı yedirelim". Daha bilinçlileri diyor ki, "Lan, bizim gerzek liderlerin çıkardığı savaşın acısını yine biz çekiyoruz." Ve isyan büyüyor. Eskiden insani değerleriyle öne çıkan liderler gözden düşüyor. Yanıldığımız nokta şu, insani değerlere eskisinden az kıymet verilmesi değil bu gözden düşmenin sebebi, eskiden de gözümüze sokulduğu kadar kıymet verilmiyordu zaten. Samimiyetsizdi. Madem öyle, rol yapmayalım, azıcık delikanlı olalım, karı gibi kırıtmayalım, deyip basıp geçiyorlar Trump'a. Çünkü O "Önce Amerika" diyor, bırakın bu evrensellik palavralarını diyor, olabildiğince kaba, görgüsüz ve yine güvenilmez ama en azından değişiklik olur diye seçiliyor.

Eskiden sömürü, üstün beyaz ırk üzerine oturtulan düzen, son yüzyılda insani değerler üzerine oturtulmuştu. Fakat ikisi de aynı amaca hizmet ediyordu. Bazı kesimlerin sömürülmesi, bazılarının hem sömürülüp hem beslenmesi, bazılarınınsa sadece beslenmesine dayanıyordu. Bu düzen, kendisine karşı gerçek bir aydınlanma yaşayıp, gerçekten isyan etmediğimiz sürece, farklı şekillerde devam edecek. Onun dışındaki her isyan yüzeysel, çirkin kalıyor. Üstelik onurlu bi mücadele olduğunu savunduğumuz için daha da onursuz oluyor. "Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz" derken aslında deli gibi yalan söylüyoruz. Aslında, özünde istediğimizi satın almaktan başka derdimiz yok.

Tek düşmanımız diktatörlük değil. Demokrasinin şu an yaşadığımız hali diktatörlükten çok daha tehlikeli. Çünkü konfor veriyor, karşılığında beynimizi alıyor.

Son olarak, bu seçim bi ortadoğu ülkesinde olsaydı, Trump benzeri biri, Clinton benzeri birine karşı kazansaydı, seçim sonrası Clintoncılar sokakları doldurup isyan çıkarsaydı, sonuç ABD'dekinden çok farklı olurdu kanaatindeyim. Clintoncılar uluslararası arenada desteklenirdi, demokrasi sadece çoğunluğun kazanması mıdır, bu insanların da isteği dikkate alınmalı konulu köşe yazıları döşenirdi en saygın gazetelere. İç çatışmalar başlardı, diktatörlük iyice kök salacak zemini bulurdu. Sonunda Batı bu ülkeye demokrasi getirmek için elinden geleni yapardı. Bakalım ABD'de nereye varacak "benim başkanım değilsin" pankartlı protestolar, göreceğiz.