04 Temmuz 2016

Bir eylem: Gezmek


Gezmek pek çok etkene bağlı günümüzde. Birincisi para tabi ki. Hiç paran yoksa gidebileceğin yerler vize gerektirmeyenlerle sınırlı. Otostopla yolculuk edebilir, couchsurfingte veya tanıdıklarında kalabilirsin. Gittiğin yerlerde geçici işlerde çalışıp yemelik içmelik para kazanabilirsin. Az paran varsa vizeli yerlere gitmek yine sorun olabilir. Bi kere schengen almak için düzenli bir gelirin olduğunu kanıtlaman gerek. Veya sivil toplum organizasyonlarının projeleriyle gezebilirsin.Her koşulda çok çok zengin değilsen ucuz bilet ve konaklama yöntemlerini iyi araştırman gerek. Aylar önceden alırsan biletin ucuza gelir. Yurt odaları misali hostellerde veya airbnb evlerinde kalabilirsin. Gittiğin yere bağlı olarak ucuza kiralık oda da bulabilirsin. Kısacası uçak firmalarının reklam ettiği kadar kolay bi şey değil hala seyahat etmek. Hiç para ile az para arasında büyük fark var, az para ile orta halli para arasında da öyle. Kapitalizmin sunduğu fırsatlar dünyası bu.

Bu fırsatlardan olabildiğince fazla yararlanıp aylar öncesinden bi gezi planı yaptık yine U.la. Bizim evin fırsat takipçisi O. Boş vakitlerinde bilet sitelerini kurcalıyor. Dolayısıyla gezi planlarımızı uçak/tren biletleri, şehirde konaklama imkanı ve bizim isteğimiz belirliyor. Misal, sıcak, denizi olan ve yemek kültürü bizimkine benzeyen bi yerlere gitmek istedik. Tabi ilk akla gelen Yunanistan oldu. Peki Atina mı, Selanik mi, adalar mı? İşte buna büyük oranda bilet fiyatları karar verdi. Hepsi çok pahalı olsaydı muhtemelen ülkeyi de değiştirecektik. Bileti aldıktan sonra, tatil günü yaklaştıkça airbnb evlerini araştırdık, ayarladık. Gidince olabildiğince tasarruflu gezmek de kişiye bağlı tabi. Hazır Yunanistan'a gelmişiz, foursquare'deki en güzel restoranlarda bol bol deniz ürünü yiyelim, dersen işler karışıyor. Ucuz biletten ettiğin tasarrufu yemeğe yatırmış oluyorsun. Bu da bi seçenek tabi. Alış-veriş. Bi yerden alıp bi yere veriyor kurban olduğumun modern insanı.

Günümüzde gezmek tuhaf şey nitekim. Gezme isteğimizin ne kadarı içimizden geliyor, ne kadarı kendimizi mecbur hissettiğimizden, bilmiyorum. Şüphesiz etkileniyoruz seyahat reklamlarından, sosyal medyada paylaşılan fotoğraflardan. Beyaz yaka tanıdıklarımız durmadan bir yerlere gidiyor. O kadar fırsat varken değerlendirmemek, evinden başka yerde huzur bulamayan insanı bile rahatsız ediyordur artık. "Bak Necmiye Teyze'nin kızı Nermin ööööyle geziyor, sen anca evde otur film izle," diyor içimizdeki ses.



Öte yandan, bütün sene çalışmanın da tek amacı bu tatiller. Sıkılıyor insan, sabah kalk, işe git, streslen, akşam gel, film izle, maç izle, dışarı çık... Haberleri takip et, daha da streslen, elinden bi şey gelmeyeceğini düşün, daha da streslen... Aslında seyahatin getirdiği serserilik, mesleğini ne kadar seversen sev, çalışmak zorunda olmanın ödülü. Evinden uzaklaşma isteği serserisel bi şey değil midir? Özgürlük! Çalışmamak! Gezilecek yerler listesi dışında hiçbi sorumluluğunun olmaması! Evindeki düzeni bırakıp gitmek, lisede aileden ayrı tatile gitmek gibi bi şey özünde. Bu kez bi yetişkin olarak inşa ettiğin düzenli hayattan kaçıyorsun, kendini içine zincirlemek zorunda kaldığın hapishanenden kaçıyorsun. Kazandığın parayla, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamanın yanında, seyahat etme özgürlüğünü de satın alabiliyorsun. Pek çok insandan farklısın. Kültürel/sosyal sermayen ufkunu genişletmiş çoktan, seyahat denen kavramı tanıyorsun. Ayrıca kazandığın para da seyahati karşılamaya yetiyor. Her senelik izinde köye giden akrabalarını çaktırmadan küçümsemen de bundan. İstese onlar da gezebilir, gezmemeyi tercih ediyor cahiller!

Gezmek bir görev, rekabetin bir parçası. Parmak arası terlikli fotoğrafı instagrama koymasa bile insan o rekabetin stresini hissediyor. Herkes geziyor çünkü, gezmemek yerinde saymak demek, bi kayıp!

Bazen mutlu olmak için bu kadar yol tepmeye, bu kadar para harcamaya muhtaç oluşumuzu fark edip daha çok mutsuz oluyorum. Demek ki bi şeyler eksik ve yerini tüketimle doldurmaya çalışıyoruz. Her zamanki balkonumuzda, her zamanki manzaramıza karşı oturmanın nesi bu kadar kötü? Yunanistan'daki zeytinyağı olmayıversin salatanda, ne olur? Ya da gerçek domates mi istiyorsun? Saksıda yetiştir bahçen yoksa. Bunun için ülke değiştirmeye özlem duymaya cidden gerek var mı? Mutlu olmak için neden havanın sıcak olması gerekiyor? Hollanda'da Temmuz'da hala 16 dereceyse n'apalım yani, coğrafyana uyum sağlasana...(Son cümle inanmadan yazıldı evet)

Aslında gezmek de yaşam programımızda -okula gitmek, iş bulmak, evlenmek, çocuk yapmak gibi- yapılması gerekenlerden biri artık. Gezme yönteminle bu programa karşı çıktığını hissedebilirsin. Misal turlarla değil de kendin gezersin, pahalı otellerde değil de, hostellerde kalırsın, turist güzergahlarının dışına çıkarsın... Alternatif gezi rehberlerini takip edersin. Belki bi kitap yazarsın gezdiğin yerler hakkında... Hiçbiri kötü şeyler değil bunların.



Ama gel itiraf edelim, kendini gezmeye mecbur hissetmenin sebebi sadece "gezmek isteyişin" değil. Hepimizin mi damarında seyyah kanı var? Kaçmak istiyorsun günlük hayatından. İşin stresli olmasından değil, hangi işi yaparsan yap stresli olacağın korkusundan. Mecburiyetlerinden. Yaratmak zorunda olduğun düzenden.

---

Aslında 10 günlük Yunanistan gezimi yazmak için oturdum bilgisayar başına. Yazacak çok şey vardı. Ama ilk defa evimi özlemeden dönmüştüm bi tatilden. Bi türlü bırakmadı geri dönme isteği peşimi. Kendi kendime "Dışarda yemek yiyeceğim zaman mutlaka Amsterdam'daki Yunan Tavernası'na gitcem artık," diye söz verdiğimi fark ettim. Dünden beri üstüme çöken hüzün bi türlü gitmedi. U.ın yüzünde de vardı bi hüzün. Normal hayatımıza dönmüştük. Her gün şaşılacak bi şeyler bulduğumuz günler sona ermişti. Tatildeyken hiç olmazsa "saat gecenin körü ve tişörtle dışarda sigara içebiliyoruz ehiehi" diye şaşırabiliyorduk. Şimdi heyecanlarımızı kendimiz yaratmak zorundaydık. 

Ve gezi yazısı yazmak için kafamı toparlamaya çalışırken yıkarıdaki cümleler çıktı ister istemez. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen kartpostallarla dolu salon duvarıma bakarken, gezme eylemini sorguladım. İroni gibi ironi. Üstüne bi de Yunanistan gezi yazısı yazsam tam süper olur. 

Selam eder, Atina'nın sıcak gözlerinden öperim. Amstelveen'in bulutlarından da.