Bu fırsatlardan
olabildiğince fazla yararlanıp aylar öncesinden bi gezi planı
yaptık yine U.la. Bizim evin fırsat takipçisi O. Boş vakitlerinde
bilet sitelerini kurcalıyor. Dolayısıyla gezi planlarımızı
uçak/tren biletleri, şehirde konaklama imkanı ve bizim isteğimiz
belirliyor. Misal, sıcak, denizi olan ve yemek kültürü bizimkine
benzeyen bi yerlere gitmek istedik. Tabi ilk akla gelen Yunanistan
oldu. Peki Atina mı, Selanik mi, adalar mı? İşte buna büyük
oranda bilet fiyatları karar verdi. Hepsi çok pahalı olsaydı
muhtemelen ülkeyi de değiştirecektik. Bileti aldıktan sonra,
tatil günü yaklaştıkça airbnb evlerini araştırdık, ayarladık.
Gidince olabildiğince tasarruflu gezmek de kişiye bağlı tabi.
Hazır Yunanistan'a gelmişiz, foursquare'deki en güzel
restoranlarda bol bol deniz ürünü yiyelim, dersen işler
karışıyor. Ucuz biletten ettiğin tasarrufu yemeğe yatırmış
oluyorsun. Bu da bi seçenek tabi. Alış-veriş. Bi yerden alıp bi
yere veriyor kurban olduğumun modern insanı.
Günümüzde gezmek tuhaf
şey nitekim. Gezme isteğimizin ne kadarı içimizden geliyor, ne
kadarı kendimizi mecbur hissettiğimizden, bilmiyorum. Şüphesiz
etkileniyoruz seyahat reklamlarından, sosyal medyada paylaşılan
fotoğraflardan. Beyaz yaka tanıdıklarımız durmadan bir yerlere
gidiyor. O kadar fırsat varken değerlendirmemek, evinden başka
yerde huzur bulamayan insanı bile rahatsız ediyordur artık. "Bak
Necmiye Teyze'nin kızı Nermin ööööyle geziyor, sen anca evde
otur film izle," diyor içimizdeki ses.
Öte yandan, bütün sene
çalışmanın da tek amacı bu tatiller. Sıkılıyor insan, sabah
kalk, işe git, streslen, akşam gel, film izle, maç izle, dışarı
çık... Haberleri takip et, daha da streslen, elinden bi şey
gelmeyeceğini düşün, daha da streslen... Aslında seyahatin
getirdiği serserilik, mesleğini ne kadar seversen sev, çalışmak
zorunda olmanın ödülü. Evinden uzaklaşma isteği serserisel bi
şey değil midir? Özgürlük! Çalışmamak! Gezilecek yerler
listesi dışında hiçbi sorumluluğunun olmaması! Evindeki düzeni
bırakıp gitmek, lisede aileden ayrı tatile gitmek gibi bi şey
özünde. Bu kez bi yetişkin olarak inşa ettiğin düzenli hayattan
kaçıyorsun, kendini içine zincirlemek zorunda kaldığın
hapishanenden kaçıyorsun. Kazandığın parayla, yaşamsal
ihtiyaçlarını karşılamanın yanında, seyahat etme özgürlüğünü
de satın alabiliyorsun. Pek çok insandan farklısın.
Kültürel/sosyal sermayen ufkunu genişletmiş çoktan, seyahat
denen kavramı tanıyorsun. Ayrıca kazandığın para da seyahati
karşılamaya yetiyor. Her senelik izinde köye giden akrabalarını
çaktırmadan küçümsemen de bundan. İstese onlar da gezebilir,
gezmemeyi tercih ediyor cahiller!
Gezmek bir görev,
rekabetin bir parçası. Parmak arası terlikli fotoğrafı
instagrama koymasa bile insan o rekabetin stresini hissediyor. Herkes
geziyor çünkü, gezmemek yerinde saymak demek, bi kayıp!
Bazen mutlu olmak için bu
kadar yol tepmeye, bu kadar para harcamaya muhtaç oluşumuzu fark
edip daha çok mutsuz oluyorum. Demek ki bi şeyler eksik ve yerini
tüketimle doldurmaya çalışıyoruz. Her zamanki balkonumuzda, her
zamanki manzaramıza karşı oturmanın nesi bu kadar kötü?
Yunanistan'daki zeytinyağı olmayıversin salatanda, ne olur? Ya da
gerçek domates mi istiyorsun? Saksıda yetiştir bahçen yoksa.
Bunun için ülke değiştirmeye özlem duymaya cidden gerek var mı?
Mutlu olmak için neden havanın sıcak olması gerekiyor?
Hollanda'da Temmuz'da hala 16 dereceyse n'apalım yani, coğrafyana
uyum sağlasana...(Son cümle inanmadan yazıldı evet)
Aslında gezmek de yaşam
programımızda -okula gitmek, iş bulmak, evlenmek, çocuk yapmak
gibi- yapılması gerekenlerden biri artık. Gezme yönteminle bu
programa karşı çıktığını hissedebilirsin. Misal turlarla
değil de kendin gezersin, pahalı otellerde değil de, hostellerde
kalırsın, turist güzergahlarının dışına çıkarsın...
Alternatif gezi rehberlerini takip edersin. Belki bi kitap yazarsın
gezdiğin yerler hakkında... Hiçbiri kötü şeyler değil
bunların.
Ama gel itiraf edelim,
kendini gezmeye mecbur hissetmenin sebebi sadece "gezmek
isteyişin" değil. Hepimizin mi damarında seyyah kanı var?
Kaçmak istiyorsun günlük hayatından. İşin stresli olmasından
değil, hangi işi yaparsan yap stresli olacağın korkusundan.
Mecburiyetlerinden. Yaratmak zorunda olduğun düzenden.
---
Aslında 10 günlük Yunanistan gezimi yazmak için oturdum bilgisayar başına. Yazacak çok şey vardı. Ama ilk defa evimi özlemeden dönmüştüm bi tatilden. Bi türlü bırakmadı geri dönme isteği peşimi. Kendi kendime "Dışarda yemek yiyeceğim zaman mutlaka Amsterdam'daki Yunan Tavernası'na gitcem artık," diye söz verdiğimi fark ettim. Dünden beri üstüme çöken hüzün bi türlü gitmedi. U.ın yüzünde de vardı bi hüzün. Normal hayatımıza dönmüştük. Her gün şaşılacak bi şeyler bulduğumuz günler sona ermişti. Tatildeyken hiç olmazsa "saat gecenin körü ve tişörtle dışarda sigara içebiliyoruz ehiehi" diye şaşırabiliyorduk. Şimdi heyecanlarımızı kendimiz yaratmak zorundaydık.
Ve gezi yazısı yazmak için kafamı toparlamaya çalışırken yıkarıdaki cümleler çıktı ister istemez. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen kartpostallarla dolu salon duvarıma bakarken, gezme eylemini sorguladım. İroni gibi ironi. Üstüne bi de Yunanistan gezi yazısı yazsam tam süper olur.
Selam eder, Atina'nın sıcak gözlerinden öperim. Amstelveen'in bulutlarından da.