13 Mart 2018

Kitap: Max Havelaar (Yazar: Multatuli)

Kitabın özgün adı: Max Havelaar, of de koffie-veilingen der Nederlandsche Handel Maatschappy
Aylak Adam Yayınevi
1. Basım: 2015
Hollandaca'dan çeviren: Erhan Gürer
Alt başlık: Hollanda Ticaret Şirketinin Kahve Borsaları

Kitabın girişindeki Hendri de Pene alıntısı, yayımlanmamış olduğu belirtilen oyun parçası, kitabın gidişatı, ve sonu hakkında uzun uzun yazmak isterdim. Karakterleri tek tek incelemek, yazarın hayatıyla ilişkilerini bulup çıkarmak, kitabın basılma serüvenini uzun uzun anlatmak, sonrasında Hollanda'da ne kıyametler kopardığını bir çırpıda özetleyivermek isterdim. Fakat biliyorum ki; güvenilir kaynaklara ulaşmak, bilgileri iyice anlayıp, bağlantı kurup özetlemek hayal ettiğimden uzun sürecek.

Bu adamla, yani Multatuli'yle yıllar önce, Amsterdam'a gezmeye geldiğimde karşılaştım. Dam Meydanı'na bağlanan sokaklardan biri bir köprüye varıyordu. Bu köprünün üstünde bir adem kafası vardı ki "Ben yazarım, hatta düşünürüm, bi şeyler için mücadele ettim. Bilmem ne kilisesinin papazı ya da bilmem ne savaşının kumandanı değilim!" der gibiydi. Tabi telefonda internet yoktu o zamanlar, hemen açıp bakamadık.

Sonra buraya taşınınca, Hollanda'nın büyük yazarlarını ve sömürgecilik geçmişini kurcalamaya başlayınca tekrar çıktı karşıma. Max Havelaar'ın Türkçesini sipariş ettim. O günlerde öğrendim ki, Amsterdam'da Multatuli Müzesi varmış. Hemen gittim tabi. Şimdiye kadar duymamamın sebebi Müzekart'ın geçmediği küçük bi müze olmasıymış.

Müze o kadar küçük ve az popüler ki, sadece bir görevlisi var ve her gelene müzeyi gezdirip anlatıyor. Gitmek isteyenler için söyleyeyim, çok fazla görsel malzeme beklemeyin. Müzenin amacı Multatuli'nin hayatını derleyip toparlayıp insanlara duyurmak, malzeme sergilemek değil. Dolayısıyla hayatını öğrenmekle yetinmek gerekiyor. Bir de müze görevlisiyle uzun uzun sohbet etme imkanı var ki bence asıl bu fırsat değerlendirilmeye değer.

Bu müzeden sonra iyice merak saldım Multatuli'ye ve kitabına başladım. Romanın 1800lerde yazıldığını bilerek okumaya başlamak önemli çünkü günümüzün kurgu alışkanlıklarına epey ters bir yöntem izlemiş yazar. Çat diye hikayeyi bölüp okurla konuşuyor mesela. Bir de, çeviriyle mi yoksa kitabın eski dönemlerde yazılmış olmasıyla mı ilgili bilmiyorum ama bazı cümleleri anlamak zor geldi bana. Özne hangisi, yüklem neyden bahsediyor, anlamak için cümleyi öğelerine ayırmaya çabaladığım oldu.

Kitabın edebi incelemesi yapılabilir tabi ama yazarın asıl derdi bu değil. Sadece kendi yaşadıklarını, Hollanda sömürgelerinde olan ve o günlerde görmezden gelinen olayları duyurmak istiyor. Mümkünse Kral'ın dahi kulağına gitsin ki böylece bir şeyler değiştirilebilsin istiyor. Çünkü kendisi devletin bir memuru iken bir şeyleri değiştirmeye çalışmış, başaramamış, artık dışarıdan müdahale etmekten başka şansı kalmamış.

Şöyle ki, esas adı Eduard Douwes Dekker olan Multatuli, 1838'de Hollanda'nın Endonezya'daki sömürgelerine Hollanda Sömürge Hükümeti'nin muhasebe bölümünde memur olarak atanmış. 18 yaşındaymış. Başlangıçta gezmiş tozmuş, kumar masalarında takılmış. Zamanla sıkılmış bu yaşamdan, aklı başına gelmiş ve yerlilerin yaşadığı sıkıntıları fark etmeye başlamış. Evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmış fakat en büyük derdi yerliler için mücadele etmek olmuş. Devlet memuru iken devletle mücadele edince, doğal olarak, epey sefalet çekmiş, sonunda yolsuzlukla suçlanmış, istifa etmiş ve Avrupa'ya gelmiş. Kitabını yazmış, bastırmaya çalışmış. İlk baskısında sansüre uğramış fakat telif hakkını sattığı için bi şey yapamamış, sonrakileri istediği gibi bastırabilmiş. Falan filan. Kitap Hollanda'da ve diğer Avrupa ülkelerinde büyük fırtına koparmış. Pek çok dile çevrilmiş. Türkçeye ise sanırım ilk defa 2015'te çevrilmiş. (En azından Multatuli Müzesi'nden edindiğim bilgi bu.)

Kitabın ve Multatuli'nin Endonezya'nın bağımsızlığını kazanmasına ve yerlilerin hayatlarının iyileşmesine nasıl ve ne kadar katkısı olmuş? Bilmiyorum. Fakat müzedeki amcanın anlattıklarından hatırladığım kadarıyla olumlu yönde etkilemiş, hemen olmasa da, uzun vadede.

Kitaptan anladığım kadarıyla Multatuli'nin Hollanda ile asıl derdi ise özetle şöyle: Kalkıp dünyanın öbür ucundaki toprakları işgal etmişsin, hadi neyse ama yalan söylüyorsun ve bu yalan sayesinde değirmenini döndürüyorsun. (Ve kitap boyunca bu yalanın işleyiş mekanizmasını anlatıyor.) Yerlilerin cahil olduğu için kendilerini yönetmeyi, haklarını savunmayı bilmediklerini, toprak ağası konumundaki Naiplerine kölelik ettiklerini, putperest oldukları için cennete gidemeyeceklerini, doğru yolun gösterilmesine ihtiyaçları olduğunu söylüyorsun. Naip'in üssü olan Hollanda'dan atanan Kaymakam ve Vali'nin halkı Naip'in gazabından koruması gerektiğini, -isyan çıkmaması amacıyla da olsa- haksızlıkları engellemesi gerektiğini söylüyorsun, gönderdiğin her Hollanda memuruna böyle öğütlüyorsun. Fakat yerli halkın ücretsiz çalıştırılmasına, mallarının çalınmasına göz yumuyorsun. Hem büyük ahlaksızlıklar yapıp, hem de Hollanda'da kiliselerde misyoner derneklerine gönderilmek üzere yardım topluyorsun. "Çalışan, hak eden, dua eden, imanlı olan kazanır" deyip dururken, adaletin tecelli etmesi için çaba göstermiyorsun. Hollanda'da sen rahat yaşa diye Endonezya'da insanlar ölüyor, umursamıyorsun. Bi de kalkıp ahlak bekçiliği, medeniyet öncülüğü taslıyorsun. Hadi ordan!

Kitabın 1800lerde, bu haksızlıkların yaşandığından Avrupa'da pek çok kişinin haberinin olmadığı veya olsa bile göz ardı edildiği bir dönemde yazıldığını bir kez daha vurgulayım. Ayrıca, Amsterdam'a gelip Hollanda sömürgecilik tarihiyle ilgili bir şeyler öğrenmek isteyenler için Multatuli Müzesi'nin ideal olduğunu da belirteyim. Diğer müzelere kıyasla çok ucuz, 3 euro. Merkez istasyona da çok yakın. Bence günübirlik Amsterdam turlarına eklenmesi gereken bir etkinlik. Toplamda en fazla 1 saatte gezilir ki o da görevli amcayla derin muhabbete dalarsanız...

Kitapla ilgili belirtmem gerektiğini hissettiğim son ayrıntı da şu: Multatuli kitabı karısına ithaf ediyor. Kitapta çizilen vefakar, kocasının yüce fikirlerine her daim destek çıkan kadın profili biraz komik. Yazar kendi kendine mi laf sokuyor diye düşünüyor insan. Ama hayır, sanırım gerçekten karısına duyduğu vefayı kitapta yarattığı karakterle göstermeye çalışıyor. Karısının kafasını kullandığını, diğer Hollandalı zengin kadınlardan farklı olarak paraya pula ve süse değil, adalet gibi gerçekten değerli olan şeylere kıymet verdiğini vurgulamaya çalışıyor. Fakat anlatım tarzı beni biraz rahatsız etti. Bu denli adanmışlık mıdır nedir bilmiyorum beni rahatsız eden... O kısımları tekrar okumam lazım.

Şimdi alıntılar:

18 - Parası olan biri, iflas etmiş bir ailenin kızını neden alsın? Bunun sahnede istisnai bir hadise olabileceğini düşünüyorsanız bile istisnayı bir kural olarak kabul eden halkın hakikat duygusunu bozmu ve ona gerçek hayatta her dürüst borsacı veya tüccarın bir çılgınlık olarak göreceği bir şeyi sahnede alkışlamayı öğreterek adab-ı umumiyeyi zayıflatmış olursunuz demekte ısrar ederim.

19 - Erdemi mükafatlandırdık diyelim, peki meziyeti nereye koyacağız?

34 - Fakir olan fakirim diyebilir! Fakirlerin de var olmaları gerekiyor, toplum için bu gerekli ve de Tanrı'nın takdiri. Sadaka istemedikçe ve kimseyi rahatsız etmedikçe fakir olmasında bir beis görmüyorum...

66 - Masanın altına bir şey saklamaya, sandalyelerin yerini değiştirmeye falan çalışmamıştı ve saygın görünümlü bir yabancının geldiğinde yapılması gereken hiçbir şeyi yapmamıştı.

72 - Herman Willem Daendels (1762-1818); Hollandalı general. 1807'de Hollanda Doğu Hint Adaları'na Genel Vali olarak atandı. Hollanda'nın Asya sömürgelerini İngilizlere karşı korumak için orduyu yeniden yapılandırdı. Hızlı asker sevkiyatını mümkün kılmak için Cava adasını bir ucundan diğer ucuna bağlayan tanınmış Anyer-Panarukan posta yolunu yaptırdı. (çevirenin notu)

77 - Adanın eski naip ve beylerinin torunları Hollanda memurlarıdır. Genel Vali tarafından Hollanda Kralı adına alınırlar, atanırlar ve terfi ettirilirler. Suçlular, Lahey'de çıkarılan yasalarca mahkum edilirler ve hüküm giyerler. Bir Cavalının verdiği vergi doğrudan Hollanda hazinesine girer.

79 - Kayser'in emirlerinin yerine getirilmesini kendi hükümdarları emrettiğinde yerel halk egemen ülkenin kanunlarına daha çabuk uyacaktı.

82 - Cavalı asilzadelerin doğuştan gelme nezaketleri -sıradan bir Cavalı dahi Avrupalı mevkidaşından çok daha nezaketlidir- bu görünüşte zor ilişkiyi beklenildiğinden daha kolay bir hale getirmektedir.

84 - Cava beylerinin gelirleri dört kalemden oluşmaktadır. İlki, sabit aylık gelirlerinden ibarettir. İkincisi, Hollanda idaresine geçmiş, satın alınmış haklarından doğan sabit tazminat bedelinden oluşmaktadır. Üçüncüsü, kendi naipliğinde üretilen kahve, şeker, çivit, tarçın gibi ürünlerin karşılığından ibarettir. Ve sonuncusu kullarının işgücü ve mülklerini keyfi tasarruflarından oluşmaktadır.

105 - Bilmediği bir şeyi sezinlerdi, bildiği az şeyi (...) bilgi seviyesini çoğaltacak şekilde kullanma yeteneğine sahipti.

124 - Oysa Havelaar yemin için havaya kaldırdığı parmaklarıyla, yüz ifadesiyle, sesiyle ve duruşuyla "Söylemeye gerek var mı? Yüce Rabbim'siz de bu benim görevimdir," der gibiydi...

127 - ...iyi kalpliliğinin aslında bir zafiyet, kendini beğenmişlik, tebdili kıyafet dolaşan bir prens olma arzusu olduğuna...

128 - Fakat neredeyse gurura varan bir çekingenlik onu engellediğinden aklından geçenlerden hiçbirini bastıramamıştı daha.

134 - ...Lebak'taki Cavalılar ise -başlarına ne gelirse gelsin, daha da fakir duruma düşemeyecek olduklarından- önemsenmeyecek kadar fakirdi.

163 - Ve sağ başparmağınızın altındaki sayfa hacmi inceldikçe kucaklaşma ümidim azalıyor.

163 - Fakat bilmez misiniz ki siz hilkat garibesi, sırtlan, Avrupalı okur; bilmez misiniz ki tam bir saatinizi bir diş çöpünü çiğner gibi benim ruhumu çiğnemekle geçirmiş olduğunuzu? (...) Ben işte bunları feda ettim ve siz birkaç kuruşa satın aldınız... ve sadece bir "Hım!" dediniz.

166 - ... genel olarak Hollanda, özel olarak da kahve tüccarlarına karşı  ve hatta ya o toprağı değiştirmeyerek ya da eğer bunu yapamayacaklarını ileri sürüyorlarsa, bu bölgede yaşayan insanları toprağın kahve kültürüne elverişli olduğu başka bölgelere göndermeyerek affedilmez bir görev ihmalkarlığı suçu işliyorlar.

174 - ...ruhunun cehennem ateşinde yanmasını istemeyen Cavalıyı çalışmaktan mahrum etmeye hakkımız var mıdır?

174 - ...her ne kadar dini bütün olduklarına inanmasam da... çünkü Katolik bir hizmetçi çalıştırıyorlar.

195 - Cevap vermedi. Tuhaf da görünse, tuhaf da olsa... evet, kızmıştı! Tuhaf da olsa, Tine, eşinin kendisine kızmasına sevinmişti ve bu yüzden de Max, eşinden burnuyla övünmek için bir sebebi olmasa da Arles'ın Foçalı kadınlarından daha fazlasını talep ediyordu.

235 - Doğu Hint Adaları'ndaki evler tek katlıdır. Bu Avrupalı okurlara tuhaf gelebilir, çünkü doğal olan her şeyi tuhaf bulmak medeniyetin -veya medeniyet denen şeyin- bir tuhaflığıdır.

244 - ... din değiştiren kişiler genelde bağnaz olurlar.

252 - loi Grammont: Hayvanlara işkenceyi yasaklayan 1859 tarihli Fransız kanunu. (çevirenin notu)

258 - Önemsiz bir suçtan mahkum edilen bir kişiye bahçesinin bakımını yaptırmak tabiatına aykırıydı ve birçok kez Hükümet'in, memurunu, küçük, affedilebilir suçları, suçun ağırlığına değil de yerleşkesinin durumu veya çapına göre cezalandırmaya teşvik edecek uygulamaların hayatta kalmasına nasıl müsaade ettiğini kendi kendine sormuştu!

283 - Harcanan parayla ortaya çıkan arasındaki fark, ödenmemiş malzeme ve ödenmemiş iş gücüyle kapatılmaktadır.

293 - Kahretsin, neden hep hicvin paçavralarına bürünmek zorunda kalır kızgınlık ve üzüntü? Neden gözyaşları anlaşılmak için hep bir sırıtışla gizlenir?

313 - Hollanda refah içinde değil midir? Bu, dinden ileri geliyor. Fransa, cinayet ve ani ölümlerle boğuşup durmuyor mu? Bu, onların Katolik olmalarından kaynaklanıyor. Cavalılar, fakir değil midirler? Neden? Putperest oldukları için. Hollandalılar, Cavalılarla alakadar oldukça zenginleşecekler, Cavalılar ise fakirleşecektir. Tanrı'nın takdiri böyle!

313 - Yakınlarda, putperestlerin temin ettiği ürünlerden yine net otuz milyon kazanıldığı anlaşıldı. (...) Bunda, adil kulunu yaşatmak için kötü kulunu çalıştıran Tanrı'nın parmağı bariz değil midir? Bu, doğru yolda devam etmemiz gerektiğine; oralarda çok üretim yaptırıp burada hakiki dinden taviz vermememize bir ima değil midir? Tam da bunun için "çalışmak ibadettir" demiyor mu atalarımız bize; ibadet etmemiz ve "Göklerdeki babamız"ı bilmeyen siyahileri çalıştırmamız emredilmiyor mu?

314 - ...çok az şeye sahip biri sadaka verirse günah işlemiş olur. Üstelik ben sokakta hiçbir şey vermem -prensibimdir- ve böyle fakir insanlar gördüğümde her zaman derim: kendi suçları olup olmadığını nasıl bileceksiniz?  Sapmalarını pekiştirmekle hata ederim. Pazar günleri çift sadaka veririm; bir fakirlere bir de kiliseye. Doğrusu budur zaten!

345 - Kısa süre sonra, Hollanda Doğu Hint Adaları ordusunun şanına yeni şanlar katan bu zafer, Batavya'da büyük bir sevince yol açmıştı. Genel Vali anavatana, Lampong bölgesindeki asayişin tekrar sağlandığını yazmıştı. Nazırlarından tavsiyeler alan Hollanda Kralı, bir kez daha, bunca kahramanlığı birçok madalyayla ödüllendirmişti.

Şüphesiz Pazar ayinlerinde ve dua meclislerinde, 'Orduların Efendisi'nin  yine Hollanda bayrağı altında savaştığını duyan dindarların kalplerinden şükranlar yükselmiştir göklere...

'Fakat bunca gamdan teessür eden Tanrı,
Geri çevirdi o günün adaklarını!'

346 - Zulümden dolayı ülkelerinden kovulan, Saijah ve Adinda'nın anne babalarına benzeyen birçok şahsın ismini verebileceğimi söylemiştim.

399 - Bir Ekselans daha Anavatana dinlenmeye çekilmişti!

403 - Kitabımı size atfediyorum, Üçüncü William, Kral, Grandük, Prens... Prensten, Grandükten ve Kraldan ziyade... hattı istivanın etrafında zümrüt bir gerdanlık gibi kıvrılan muhteşem Insulinde İmparatorluğunun İmparatoru... Affınıza sığınarak sormak cüretini görüyorum kendimde; Sizin irade-i şahaneniz midir:

Havelaar'ın, Slymeringlerin ve Droogstoppellerin çamurlarına bulanması?

Ve uzak diyarlarda otuz milyondan fazla kulunuzun sizin adınıza zulüm görmesi ve istismar edilmesi?