29 Mayıs 2020

Mayıs'ın Son Haftası

Selam dünyalı, nasılsın?

Ben de iyi işte. Hayat normale dönecek diye bağrınıyor dünya, ben de uyum sağlamaya çalışıyorum. Bu hafta sonu bi maske daha dikeceğim, yedekte bulunsun diye. Tuhafiyeden siparişlerim geldi, ufak tefek bi kutuda bir sürü şey. Adı üstünde tuhaf-iye. Lastikler, makine için siyah diye aldığım, bordo çıkan dikiş ipi, ufak fermuar, cırt cırt... Tuhafiyeden alınan şeylerin böyle az hacim kapladığını unutmuşum. Paketi açmak eğlenceliydi. Ama artık maske dikmeyi ertelemek için hiç bahanem kalmadı. İşleyen demir ışıldar diye gaza getirmeye çalışıyorum kendimi. 

Tatilin son günleriymiş gibi geliyor bu günler. Asosyal olma özgürlüğümün son günleri. Artık oraya buraya davet edilip gitmek istemeyince "tuhaf" etiketini kabullenme zamanı. Ki yalan değil, davetler gelmeye başladı bile. U.ın iş arkadaşları mangal yapmaya çağırmış mesela. Hadi bahçede mesafeyi korudun diyelim (ki alkol etkisiyle çok mümkün olacağını da sanmıyorum ama), tuvalet işi n'olacak? diye düşünmeden edemiyorum. Gerçi son iki haftadır işe gidiyorum, ortak tuvalet kullanmak biraz daha normalleşti kafamda. Yine de zorunlu olmak başka, keyif için olması başka... İkinci dalga ihtimalini düşünmemeye çalışıyorum, düşünürsem yine sinir küpü olacağım çünkü. İnsanların umursamamaya başladığını çok net görüyorum çünkü. Nasıl normale döneceğiz, insanlar uzun süreli mesafeli duracaktır artık gibi teoriler geliştirmiştik başlarda, görünen o ki, hiç de öyle olmayacak. Çünkü ben en pimpiriklilerden biri olmama rağmen toplum baskısı yüzünden ben de rahat davranmaya başlıyorum artık. Küçük bi yüzde aşırı dikkatli olmaya devam edecek kanımca, gerisi çabucak normale dönecek.

Film: Juliet, Naked diye bir film izledim Netflix'te. Ethan Hawke olduğu için ve aksiyon filmi olmadığı için hiç sorgulamadan izlemeye başladım. Pişman değilim, çok güzeldi. Anlamlı, eğlenceli, tadı damağımda kalan bir filmdi. Before Sunrise/Sunset/Midnight serisi gibi anlamlı ama daha az ve kolay anlaşılır diyaloglu olan cinsten. 

Stand-up: Hannah Gadsby'nin ikinci Netflix gösterisi olan Douglas'ı az önce izledim. Ah seviyorum böyle standupları. Anlatmak zor geliyor. Neden sevdiğimi anlatmak için oturup her cümlesini inceleyip uzun bi makale yazmak gerekir gibi geliyor. Sadece bi göz atın bence. Ama tabi önce ilk gösterisi olan Nannette'i izlemenizi öneririm. Nannette bi nevi komediye veda gibi bi şeydi ama öte yandan öyle olmayacağı da belliydi. O yüzden Douglas'ın çıkacağını duyduğumda hafiften endişelenmiştim (bana n'oluyosa) bu sefer nasıl olacak, ilki kadar güzel olacak mı, diye... İlk işinde -ki bu Gadsby'nin ilk işi değil tabi ki ama Netflix'le birlikte en popüler olduğu iş- çok ünlü olan, sevilen ve tabi dolayısıyla çok da nefret edilen kişiler için hep böyle bi endişem olur, tabi yaptıkları işi ben de beğendiysem... Zenginin malının züğürdün çenesini yorması gibi bu da, bu duruma uygun da bir atasözü vardır kesin ama aklıma gelmedi şimdi. Sonuç olarak korktuğum başıma gelmedi, ben yine güldüm, yine iğnelemelerinde içimin yağları eridi, dile getirilmesine çok sevindiğim cümlelerle doluydu gösteri. 

Arada bir yürüyüşe çıktım. Eve kapanmamızın başından beri kilo almamış olmam en büyük başarılarımdan biri. Bi dosya kağıdına liste yaptık u.la, yatak odasındaki tartının yakınlarında bi yere astık. Birkaç günde bir tartılıp not ediyoruz durumu. Arada not etmeyi uzun süre unuttuğum oldu, dikkat ettim ki o zamanlarda tatlıyı abartmışım, hunharca yemişim. Yani birkaç günde bir tartılıp yazmak işe yarıyor, bence kesin bilgi, insan yediğine içtiğine biraz daha dikkat ediyor, diyet kafasına girmeden üstelik. Telefon uygulamaları da var tabi ki ama onları aklına gelip açman gerekiyor, kendiliğinden uyarı gönderirse de kenara ittiriveriyorum ben, o an aklım başka bir yerde oluyor çünkü. Telefonun kafasına göre gönderdiği uyarıları göz ardı ediyorum. Gözümün önünde bi liste olması daha etkili benim için. Bi de intermittant fasting denilen şu 16 saatlik orucu tuttum. Yani akşam 8den öğlen 12ye kadar bi şey yemek yasak. Arada bir alkol ve sabahları süttozulu kahve hariçti benim için. Yine de işe yaradı tabi. Normalde gece illaki bi şeyler yiyesim geliyor. Karantina gazıyla kurala uyduk bu sefer, hatta belki de alışkanlık haline geldi... Tabi bunun için düzenli hayat gerek, dışarda yemek yemek yok, işte fiziksel olarak yorulup öğlen 12ye kadar dayanamamak yok... Göreceğiz. Şimdilik bu süreci ekstra kilosuz atlattım ya, o da bi başarı. Afferim kız bana! Arada kendime gaz vermem lazım.

Elişlerimin olduğu websitemde ürün satmayı denemeye çalışıyorum son günlerde. Simple Payments diye bi zamazingosu varmış, ödeme alma sistemi var filan. Diğer online satış sitelerine göre son derece ilkel bi görüntüsü var ama ürünler daha bi derli toplu olacak, gerçekten benim dükkanım olacak gibi geliyor. Etsy'ye bikaç şey koymuştum ama sevemedim orayı. Hem bissürü ürün arasında kayboluyor, tanıdıklar dışında kaç kişi tıkladı bilmiyorum, bilmek de istemiyorum, o kadar az muhtemelen. Çok iyi bi pazarlama çalışması yapmak lazım ki bende hiç yok o yetenek. Bi de kendi çöplüğümde ötmeyi deneyeyim bakalım. Ekim'de işyerimle sözleşmem bitiyor. Yenilemeyecekler büyük ihtimalle. Çok bi şey kazanmıyordum zaten, asgari ücretin biraz üstüydü. Aynısını kendi elişlerimden kazanabilsem memnun olacağım ama işte... Neyse... Bol bol küpe yapıyorum bu aralar. Aynı modelin farklı renkleri. Siteme yükleyip koyacağım bakalım sonrası kısmet. Bi sene bekletirim bi köşede, sonra olmadı ben kullanırım. Küpe negsel bi şey.

Bu tip şeyleri paylaşmamam lazım sanki blogda. Ne zaman böyle kişisele girsem pişman olup blogu kapatasım geliyor ama bu çok da kişisel değil sanki artık. İş işte. Gerçi iş benim için son derece kişisel ama son zamanlarda azaldı sanki bu durumun böyle olması...Amaan yazdım artık. 

Bugünün Kardeş Türküler şarkısı da topluluğun Balkanlar sorumlusu Fehmiye Çelik'ten gelsin, Anako, İşler Nanay





Ekşisözlük'te molosztash yazmış, üstelik yıldızlı yerleri de açıklamış, şurada , büyük hayır işlemiş. Çünkü sözleri okuyunca göreceksiniz, Türkçe diye anladım sanıyorum ama bir sürü yerini anlamıyorum aslında. Çünkü Çingenece.

- aman bir hecalim var!
- her kime?
istanbul'un pahasını, isini pisini, selini çekenlere!

çal bana çakır gaydayı
oyna oyna, çal gaydayı
habe* yoksa, ye yorganları

gel bize keriz edelim

bugün de perhiz edelim
gel bize, keriz edelim*

levan da nanay*, koy movasta*
yetmedi, kalmadı, yetmedi

yağmur ötelere yapar
bizim mahaleyi sel basar
hıdrellezgeldi, geçer
soske be burda çoro kaldık*
eyüp'te, balat'ta, gültepe'de
so tekera*, işler nanay!

İşte böyle. Bol müzikli günleriniz olsun. Neşeniz, insanlığınız yerinde olsun, 

Sevgilerle, lilililerle, 
Kanatlı Kedi