24 Ekim 2017

Kitap: Seçme Hikayeler, Dizi: Havada Bulut (Sait Faik Abasıyanık)

Her kitabın bi zamanı var. Sait Faik'in Semaver'ini zar zor bitirmiştim. Sonra kurgu okuma modumda değilim diye uzun uzun romanlara cesaret edemeyip yine Sait Faik'in Seçme Hikayeler'ine dalmıştım. Aslında biraz da istemeye istemeye... Daha çok yazarla barışmaya kendimi zorlamak niyetiyle. Havada Bulut'taki Sait Faik'i duyumsayabilmek için...

Ve oldu. Son üç hikayeye geldim, çabuk bitmesin diye başından kalktım, gözlerimin yaşını sildim. Bi kahve yaptım kendime, önce sigara mı sarsam içsem, bu sırada yazıyı demlendirsem kafamda... derken kendime güvenemedim, ya hislerimi unutursam diye hemen buraya geldim.

Havada Bulut dizisinden daha önce bahsetmiştim. Çok kısaydı. Şimdi uzun uzun anmanın zamanı geldi. Sanırım Adalet Ağaoğlu güncelerinde ya da denemelerinde denk geldim bu diziye. Hatta tamamen kafamdan uydurmuyorsam, dizinin çekildiği ya da hazırlıklarının yapıldığı zamanlarda Ada'da, oyuncularla takılmış Ağaoğlu, Sait Faik metinleri okudukları sofraları anlatmış bize. O kadar belirsiz ki kafamda ve o kadar korkuyorum ki diyeceklerimi unutmaktan, sonra kontrol edeceğim kitaplarını. Aşağıya bi not düşerim.

Her neyse, nasıl olduysa Youtube'da işaretlemişim Havada Bulut'u, "Daha Sonra İzle" diye. Arada bi açıp bakıyorum bu listeme. Bi sürü yerli film var. Bizim filmler çıktıktan bi sene sonra hemen Youtube'a yükleniyor artık galiba. En akıllıca seçimlerimden biri bu dizi olmuş. Bi kağıda not etseydim kaybederdim, kitabın üstüne not alsaydım, kitap bitince unuturdum. İnternetin az sayıdaki faydasından biri olarak yer etti bu da kafamda.


Öylesine başladım diziye, Sait Faik'in tamam ama, dizi işte, ne kadar güzel olabilir ki, diye, çok beklentiye girmeden, örgüye eşlik etsin diye... Sonra bi sardı, bi sardı... Kulaklık falan takmadan izledim, u. da dinledi. Tiyatral konuşma biçimi başta tuhaf  gelse de insan azıcık alışınca, dizi izlerken kitap okuma hissine kapılıp şaşırıp kalıyor. Saatlerce dizi izleyince vakit kaybı diye üzülecek olan ben, ekstradan roman okuma ihtiyacı hissetmedim o günlerde. Bitince de üzüldüm tabi...

Dizinin Sait Faik'in bir öyküsünden uyarlandığını sanıyordum. En güzeli de bu cahillliğim oldu. Öyküleri okudukça, anladım ki, her bir karakteri alıp harmanlamışlar, yepyeni bi senaryo, romansı bi senaryo çıkarmışlar ortaya. Hatırladığım kadarıyla her öyküsünde bir anlatıcı var Sait Faik'in ve bu anlatıcı bir yazar, yani kendisi. Dizide de adada yaşayan bir yazar var, diğer karakterleri izliyor, yazıyor, dış ses olarak bize de dinletiyor yazdıklarını. Ve dizideki bu karakterler, kitabını okurken öykülerinde karşıma çıkıyor. Mesela Trifon. Geniş Aile'nin Zekaisi olarak tanıdığım Bora Akkaş oynuyor dizideki Trifon'u. Tabi o zamanlar daha çocuk, 2003'te çekilmiş dizi. (Yok yok, Ağaoğlu'ndan duymuş olamam o zaman, belki Onur Caymaz'dır.) Öyküyü okurken Trifon'un sesiyle, dedesi Stelyanos'un sesi konuşuyor kafamda. Gemisini deviriyorlar çocuğun...

Trifon
Lise kitaplarında yer alan "Son Kuşlar"da ökselerle minik kuşları avlayıp yiyen, sıradan, ekmeğinin peşinde bir adammış gibi görünen Konstantin Efendi de var dizide. Orda da tek cezası kuşsuz kalmak oluyor. Düşünüp duruyor niye gelmiyor artık kuşlar, diye.

Harita'da Bir Nokta'da yazmayı seven bir adamın köyüne dönüp, gerçek insanlar arasında yaşamaya niyetlenmesini anlatıyor Sait Faik, yine dizideki yazar canlanıyor gözümde. Kimse benimsemiyor O'nu, dışlamıyor da, ama sanki en ufak bir ters hareketinde üstüne çullanacaklar, öyle bir elektrik var bazılarıyla arasında. Balık tutmayı beceremiyor, elinden başka bir iş de gelmiyor. Tek bildiği yazmak, ona da tövbe etmiş, yazmayı ikiyüzlü hırslı bi iş görüyor. "Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim." diyor, köyün insanlarını namuslu kabul ediyor. Sonra bir gün, balıkçıların dışarıdan gelen bir balıkçıya ettiği haksızlığı ve bir kişi hariç kimsenin ses çıkarmadığını görünce,  dayanamıyor, bir kalem kağıt alıyor ve o meşhur cümlesini söylüyor elindekilerle: "Yazmasam deli olacaktım." Dizi de bu cümleyle bitiyor. 

Bu dediklerimin hiçbiri spoiler değil elbette. Sonunu söyledim diye Sait Faik okumaktan vazgeçecek değilsiniz, diye sanıyorum. O'nun öyküleri sonu merak edildiği için okunacak türden değildir, başlayınca anlıyor insan.

Daha bir sürü hikayesi var, diziyi hatırlatmadığı halde çok sevdiğim, gözümde canlandırmadan edemediğim.. Meseşa Eftalikus Kahvesi. Bir yazarın hayranıyla konuşurken aklından geçenleri hikayeye dökme çabası. Mesela bir öyküsünde (hadi ismini vermeyeyim bunun) bahsettiği ana karakterin aslında bir balık olduğunu geç anlayıp kendi kendime gülüşüm.... Benim gibi ömründe toplam 2 ay deniz görmemiş bir İç Anadoluluya balık hayal ettirdi, o balığı konuşturdu, oltaya gelirken aklından geçenleri benimsetti... Sait Faik'in neden Sait Faik olduğunu ikinci kitabın sonunda anladım sanırım. Bu kadar kısa, öz, tekrara düşmeyen, edebiyat yapmak için kasılmayan cümlelerle bu kadar güzel ve net anlatılır mı insanlık? Üstelik Trifon'un gemisi batırılırken de, dışardan gelen balıkçıya pay verilmezken de bi şekilde kabulleniyor insan, insan milletini. Tamam diyor, bu da böyle, n'apalım, yarın yine güneş doğar, yapacak bir şey yok...

Bi de tabi insanın edebiyata inancı artıyor, edebiyat yapası geliyor. Gaza gelip afilli cümle kurduysam affola. Bu hisleri unutmamak için aklıma geleni yazmam gerekirdi. Belki ilerde utanırım ama dursun şimdilik.

Not: Dizide, Nihat İleri, Nur Sürer, Özgü Namal, Ayla Algan, Nilüfer Açıkalın, Erdal Tosun, Berkun Oya, Ozan Güven yer alıyor... Hepsi tanıdık aslında da, isimlerini bildiklerim bunlar.

NOT: Cahilliğime doymayım, Havada Bulut diye ayrı bi öyküsü varmış Sait Faik'in! E o zaman, aynı karakterler, farklı öykülerde gezinip duruyor mu? O da güzel... Bi yazı boyunca laf kalabalığı etmiş oldum sadece, olsun, böylece kalsın n'apalım.