31 Ekim 2017

Göçme demiyorum, yine göç... (diyorlar)

Koca bi kase günah içinde yüzdüğümü belirterek söze girmek istiyorum.

Bugün yeni Hollandaca kursumun ilk dersine gittim. Daha çok konuşma pratiği amaçlı olan. Güzel geçti, devam etmeye kararlı olduğumu fark edince kendime bi ödül vermek istedim: Çikolatalı hazır puding. Ama o kadar bitter ki, üstüne şeker atasım geldi. Neyseki evdeki tüm şekeri yok etmişim, komşudan da istemedim artık.

Kurs enteresandı, öğrenci profili farklıydı. Şimdiye kadar hep expatların kaydolduğu kurslara katılmıştım. Bu kez gerçek göçmenler vardı gibime geldi. En azından "expat" terimini hiç bilmemelerinden bu sonuca vardım. Bilmeyenler için özet geçeyim:

Expatlık yüksek eğitimli kişilerin başka ülkelere beyin göçü  yapması demek, özetle. Kendisi gidip iş aramıyor genellikle, önce işi buluyor, bazen çalışacağı şirket geçici olarak kalacak yer veriyor. Bazen kendi ülkesinden oraya taşınma masraflarını karşılıyor. Kendisinin ve ailesinin uçak biletini alıyor. Çalışma vizesi için resmi işlemleri hallediyor. Bu işe alan şirkete "expatın sponsoru" deniyor. Hollanda'da en büyük artısı ise %30 vergi indirimi sağlaması. Yani bir Hollanda vatandaşından daha az vergi ödüyor expatlar. Hollandalılar için bu sinir bozucu bir durum olsa gerek, doğal olarak. Fakat devlet ve şirketler çatır çatır expat almaya devam ediyor. Özellikle uluslararası olma iddiasındaki şirketler. 

Expatlığı göçmenlikten ayrı tutmaya ayrımcılık diyenler de var. "Başka bi ülkeye çalışmaya gidiyosun işte, ne bu artislik?" diyenler. Haklılar. Göçmen deyince akla gelen, yüksek suç oranı vs gibi önyargılardan arınmak için olsa gerek, okumuş göçmene expat adını vermişler. Bi de expatlığı eskinin sömürgeci beyaz adamlarına benzetenler var. Çünkü Arabistan, Dubai gibi halkın ekonomisinin kötü olduğu ülkelere giden çok sayıda Avrupalı vs (beyaz adam) expat çok iyi paralar kazanıyor, hizmetçiler tutuyor, çocuklarını İngilizce eğitim veren özel okullara gönderiyor, halkla hiç muhatap olmuyor, kısacası beyaz adam yerel, esmer halktan çok çok iyi koşullarda yaşıyor. Üstelik onlardan hizmetçi olarak faydalanıyor. Sonra orda işi bitince başka bir ülkeye geçiyor. Gittiği yerlere alışmak, kültürü tanımak, kalıcı olmak gibi bi niyeti hiç yok. 

Burda ve hatta -sanırım- genel olarak Avrupa'da böyle bi durum yok. Büyük oranda yazılımcı alıyorlar ve dünyanın pek çok yerinden çalışanları var. Hatta daha çok ekonomisi kötü olan ülkelerden. Yani Arabistan'da expatlar beyaz adamken, burda, beyaz adamın ülkesinde, esmer adamlar expat... Tuhaf bi durum. Kısacası, expatın Hollanda halkından herhangi bir üstünlüğü yok. Hatta pek çoğu kendi ülkesinde mutsuz hissettiği için buraya gelmiş oluyor, vatandaşlığa başvuruyor falan... Arabistan vatandaşlığına başvurmak isteyen Avrupalı var mıdır ki? Anca casus falan olur. Sonuçta, expat da olsa, beyniyle göç etmiş de olsa, yine esmer adam ezik arkadaş...

Özet geçeyim dedim, yaptığıma bak. Neyse, dersteki öğrenciler de expatlıktan bi haber olduklarına göre, normal göçmenlerdi diye düşündüm direk. Yani herhangi bi sebepten buraya gelmiş, yaşamaya başlamış ve dili öğrenmek isteyecek kadar da burada yaşamaya niyetli olanlar. Her tondan esmer vardı sanırım. Bu ülkeye ilk taşındığımda sokakta bu kadar çeşitli insan olması çok değişik geliyordu, hepsini tek tek durup inceleyesim vardı hep. Hala öyle biraz. Bu kadar farklı tonda ten rengi olması çok enteresan değil mi? Hepsinin coğrafyasına has kemik yapısı, saç yapısı var. Tabi durup dik dik bakmıyorum. Ama bazen müzelerde Hollanda'nın çok kültürlü yapısı anlatılıp duruyor, oralardaki görsellere uzuuun uzun bakıp inceliyorum zevkle.

Benim gibi yeni başlayan biri daha vardı, Somalili, beşinci kızçocuğuyla birlikte gelmiş derse. Bebek, ders boyunca uyudu tüm gürültümüze rağmen, tombik yanaklarıyla birlikte. Çocuklu ailelere karşı bu anlayışlılık çok güzel ve genel bi gelenek sanırım. Madem annesin, eve kapan, değil de, olabildiğince çık sosyalleş mantığı var. 

Epey hızlı konuşuyorlar, genelde bana yönelen soruları bikaç kez tekrar ettirmem gerekti. Gerizekalı olduğumu düşünüyor olabilirler. Yine de iyi geldi.

Dersin sonunda yine gelecek misin, dedi hoca. Valla dedim, dediklerinizin hepsini anlamadım, ama bence güzeldi, siz de onaylarsanız gelirim... Tabi tabi bizce sorun değil, dediler. Ailenin patavatsız ama tatlış küçük halası modunda bi abla lafa daldı: "Bence burdaki Türklerin en büyük problemi hep kendi aralarında takılmaları, hiç konuşmaya, dili öğrenmeye çalışmamaları!" Soğuk bi sessizlik oldu saniyenin onda biri kadar bi sürede. Sanırım benim alınacağımı düşündüler. Hoca, "sadece Türkler değil, pek çok insan var öğrenmeye niyetli olmayan" gibi şeyler söyledi. Ben de evet, dedim. Aslında alınacak bi şey yoktu, kadın haklı. Bu eleştiriyi Hollandalılardan dinlemeye alışkınım, sokakta karşılaştığım herhangi bi Hollandalı, Türk olduğuma önce şaşırıyor, sonra oturup bana Türklerin entegre olmak istemeyişinden şikayet ediyor. Sadece "ben bu dili öğrenmek istiyorum" falan derken, lafın her seferinde buraya gelmesi sinir bozucu olabiliyor bazen. La tamam anladık, Türkler öyle. Tamam kendi mahallelerinden dışarı çıkmıyorlar, tamam hep Türk kanallarını izliyorlar... ama benana? Ben öyle değilim. Tamam, evden çıkmayan bi yapım var ama ben Türkiye'de de böyleydim. Evde Felemenkçe çalışıyom lan valla bak, şarkılarınızı seviyom ben daa napiyim?... Türkçe televizyonumuz yok üstelik (bu sayılmaz, kandırdım, Türkiye'deyken de yoktu ehihe)..

Bi de bu geceki kabusumu anlatayım da daha iyi anlayın derdimi: Türk marketinden beyaz peynir, sucuk, yufka almak için Türk mahallesine gitmişim. Bakkala bi giriyorum, u.ın babası! Müstakbel kayınpederim yani! Meğersem orası bizim aile apartmanımızmış! Dükkanı işleten diğer kızlar bizim akrabalarmış... Yıllardır o mahallede yaşıyormuşum meğer. Üstümde yeni ördüğüm mini eteğim, çekiştire çekiştire uzatmaya çalışıyorum... Nası ya? U. nerde? Hayır ya, bizim akrabalar hep Türkiye'de kalmadı mı? Saat çalmadan kalktım tabi ve halime yine şükrettim, karanlık havasını sevdiğimin soğuk iklimli memleketi diyerekten...  Ya böyle anlatınca "bu mu kabus?" diyenler çıkacaktır lakin biz beyin göçü falan değil, bildiğin aile mültecisiyiz. Ailelerden, geleneklerden uzak, rahat yaşama arzusuyla geldik buraya. O yüzden çok önemli.

Hazır lafını zorla açmışken yeni eteğimi de koyayım şuraya: 

Önü

Arkası

Arkaplandaki de yeni halımız. Sanırım tüm nesneleri onun üstüne koyup fotoğraf çekicem artık. Çok sevdim şebeleği.

İşte böyle.
Entegre olma arzumu vurgulamak için bi eskilerden bi Hollanda şarkısıyla veda edeyim: 



"Son bi bira ver bana" diyo ilk satırda. Gerisini ben de anlamadım ama ne önemi var?

Şarkılar güzeldir, 
Kanatlı Kedi