Dün sabah koşudan sonra Taalcoach için görüşmeye gittim. Kadın, haklı olarak, expatlara Taalcoach ayarlamadıklarını söyledi. "O kadar uğraşıp gönüllü buluyorum, üç gün sonra bırakıp gidiyorlar ya kendi ülkelerine, ya başka yerlere" dedi. Doğru, expat dediğin götünün üstüne oturamayan demek olmalı.Becerseydi ülkesinde kalırdı diye de genelleyebiliriz ama abartmayalım. Kadına "haklısın ama vallaha da billaha da burda kalmak istiyoz, bak ev aldık, Mortgage'a girdik, daha n'apalım", türünden laflarla ispatlamaya çalıştım Felemenkçeyle gönül eğlendirmediğimi. Yine de çok tatmin olmadı ki önce haftada bir buluşan speaking grubuna katılmamı istedi. Seviye ağır gelirse, o zaman Taalcoach için gönüllü ayarlamaya çalışacakmış. Sivil toplum kurumu ya, her şey ücretsiz, tabi kaynaklar kısıtlı, ne isterse yaparım, sıkıntı yok. Zaten benim derdim konuşabilmek, bi yerden başlayayım da devamı gelir. Bu arada bu dil koçluğu işini ücretli yapanlar da varmış.
Aslında tuhaf bi durum. Hollandaca konuşulan bi ülkede, Hollandaca konuşmayı öğrenmek için pratik yapacak insan arıyorum. Bunun iki sebebi var:
1. Hadi benimle Hollandaca konuş diyecek seviyede yakın Hollandalı arkadaşım yok, hala. Sıcakkansız bi insanım galiba.
2. Sokakta pratik yapmak imkansıza yakın. Çoğu esnaf İngilizce'ye dönüveriyor işini daha çabuk halletmek için. Ben de insanları oyalamak istemediğimden şansımı zorlamıyorum, her seferinde İngilizce giriyorum lafa. Yoksa lütfen yavaş konuşun, basit cümleler kurun filan demem gerekecek, eeeh deyip kovacaklar beni. ASlında bu hiç başıma gelmedi. N'olcak ki, kovsun bi hele, sonra düşünürsün sonrasını... Ama işte, ah işte öyle bi insan olabilsem...
Dün kadına çalışmak için dil öğrenmem gerektiğini söyleyince, ne tür bi iş aradığımı sordu. Gel de cevap ver, ben de bilmiyorum ki. Üstelik Felemenkçe... Türkçe anlatamayacağım şeyi başka bi dilde anlatmak zorunda kalınca öyle bi ıkınıp sıkınıyorum ki karşımdaki empatiyle anlayacağı varsa da anlayamıyor. Hele bi de kitapçıda neden mutsuz olduğumu anlatmaya çalıştım ki, muhtemelen "iş beğenmiyo götüm" dedi içinden,ben de pes ettim artık, sustum. Dil öğrenmeye geldiğimi, tüm hayat hikayemi anlatmak zorunda olmadığımı hatırlattım kendime. Git bloğuna yaz, ne diye önüne gelen Hollandalıya hesap veriyorsun.
Hakkaten bi hesap verme durumu var. Ya ben çalışmamayı kendime yakıştıramadığım için alınlanlaşıyorum ya da gerçekten bu ülkede çalışmamak ayıplanıyor. Aynı konumda, Türkiye'de yaşasaydım, belki yakınlarımdan bikaçı laf sokardı bi süre, o kadar okudun, koca parası mı yiyon şimdi diye ama zamanla unutulurdu. Hatta kimileri takdir edeceği için kendime yandaş da bulurdum, gül gibi geçinir giderdim. Fakat burda okumayanlar bile, yaşlılar bile çalıştığı için, benim yaşımda birinin çalışmamasına şaşırılıyor. Çalışmamak bi yaşam biçimi olarak görülmüyor, geçici bi sorun var, o yüzden çalışmıyorsun, düzelince tabi ki çalışacaksın, öyle bi anlayış. Para kazanmak için değil sırf, çalışmak için, toplum içinde yaşamayı hak etmek için çalışmak. Çalışmadan nasıl yaşanır ki? Bunları kimseyle konuşmadım ama hissetiklerim böyle.
Tembelliğe, rahata kapılmamı önlüyor bu durum, iyi bi şey benim için. Dil öğrenmek için bu kadar motive olmamın arkasında bu zorlama var. Öte yandan çalışmaya bu kadar odaklanmak fazla "normal" bi bakış açısı. Çalışmak dediğin de çoğu zaman saçma sapan işlerden ibaret. Çoğu insan işinden tatmin olmuyor, mesai bitimini iple çekiyor. Para kazanmak dışında nedir o zaman çalışmayı bu kadar kutsal yapan? Topluma katkı sağlamak mı? Fuck the toplum diyesim geldi şimdi. Eğer iş hesap kitap olayına gelirse, toplumun bizden götürdüklerini n'apıcaz? Bi yerlere gelmiş seçkinlere saygınlık kazandırmak dışında nasıl ödeyebilir toplum bireye olan borcunu? Saygınlık özgürlüğün boşluğunu doldurur mu?
Nihayetinde, çalışmak yine de güzel şey, hele ki benim gibi deneyimsiz biri için. İnsanın kişiliğini oluşturması için, 30 yaşında görmüş olması gereken şeylerin çoğu iş hayatıyla ilgili ve ben onları görmedim. Bu bi eksiklik, kabul ediyorum. Çalışmadığım süre boyunca yazmakla ilgili bi ilerleme kaydedebilseydim, boşverirdim her şeyi, eve kapanıp hikaye yazıyorum, derdim soranlara. Eminim yeterdi bu, toplumda bi saygınlık kazanmak için. Fakat yok, yaratıcılıktan uzak geçiyor günler. Ya zamanı gelmemiş, ya bende o cevher yokmuş. Zaman gösterir.
Ne konuştum be!
21 gün bitti. Bu sürede şekeri bıraktım. (Aaa bu arada kahve makinesi almış arkadaşlar, daha bi tadı tuzu var yani artık evde içtiğim kahvenin, şekere daha az ihtiyaç duyuyorum.)
Yelek hala bitmedi. Etek de öyle. (Büyük projelere girmiycem bundan sonra. Kırlent örcem. Bi bitseler...)
Koşuyu bıraktım nefes problemimden ve sporsal ortamlara yine ve hala alışamadığım için. (He bugün ciğer testine gittim. Görevli sigarayı neden bırakmam gerektiğini anlatırken test sonucu çıktı, ciğerlerim 20 yaşındaymış, gayet iyiymiş. Sevindim. Hala diyo ki sigarayı bırak... Şaka şaka, haklı tabi. Bırakcam, böyle saçma bi şey yok ve biliyorum ki boğazımda hiç bitmeyen balgamın ve nefes zorluğumun sebebi o. Belki bunun için de doktora giderim tekrar. İyice bi karar vermem lazım.)
Dereotum öldü. (Öldüğüne karar verdiğim için bi haftadır sulamıyorum. Çöpe de atmıyorum. Allah bu sorumsuzluğumun belasını versin.)
Goliath'a başladım. İlk 4-5 bölüm güzel bence. İyiler kötüler çok net belli, benim için çok güzel olsa da, daha entrikalı zekalı dizi sevenler için basit kaçabilir.
Kitap konusunu hiç açmayayım, utanç verici zira.
İşte böyle, bence yeterli. Çelınc bitti ama böyle otu boku yazmak hoşuma gitti, günlük adı altında olmasa da bu konseptte yazmaya devam edicem gibi... Arada konulu yazılar da yazarım.
Selamlar,
Kanatlı Kedi